:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi
Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Dahiliye
ÐŽeşaren
obesite şişmanlık ilaç tedavisi

SANTRAL ETKİLİ (Gıda alımını ya da iştahı azaltan )ilaçlar: Bu grupta halen kullanılan ilaçlardan birisi Sibutramin(REDUCTİL)dir.Serotinerjik bir ilaçtır.Kalp yetmezliği, koroner damar hastalığı ve inme öyküsü olanlarda kullanılmamalıdır. İştah azalması,kabızlık,ağız kuruluğu gibi yan etkileri vardır.

GASTROİNTESTİNAL SİSTEMDE ETKİLİ İLAÇLAR

Lifler:Kalorileri yoktur. Mide ve bağırsaklardan emilmezler. Midede kitle etkisi ile doygunluk yaparak midenin boşaltmasını geciktirir ve kalorili besinlerin alımını azaltır. Ör: Glukomannon (Propol)= Kanjak soğanından elde edilir. Su ile birleşince hacmi yirmi kat artar.


Gastrointestinal enzimlerin etkisini etkileyen ilaçlar: Alfaglucosidase inhibitörleri:
(Acarbose) Yemek sonrası glikoz piklerini düşürür ve glisemik kontrolü sağlar. Az dozlarda pek zayıflatıcı etkisi olmadığı kabul edilmektedir.


Tetrahıdrolıpstanın (Orlıstat-Xenical): Kilo kaybı ile birlikte lipid düzeylerinde de azalma sağlar. Karın ağrısı,gaz ,şişkinlik gibi yan etkiler oluşturur. Yağlı dışkı ve dışkıyı tutamama olabilir.

Obesite tedavisinde ilaçların kullanılması konusunda görüş ayrılıkları vardır. Ayrıca birçok ilacın varlığına rağmen, güvenilirliğini tam anlamıyla kanıtlamış, uzun dönem etkinlik ve güvenlik araştırmaları yapılmış ilaç sayısı çok azdır.

Özellikle son yıllarda bizim de kullandığımız ISOMERIDE adlı ilacın sonradan yapılan çalışmalarda kalp üzerinde pek çok yan etkisi olduğu ispatlanınca piyasadan kaldırılması, ilaç kullanımında çok dikkâtli olunması gerektiğini göz önüne getiriyor. Onun için benim tavsiyem, çok iyi bir diyet ve egzersizle kilo kaybedilmeli,yetersiz kalınırsa bunlara ilaveten çok dikkâtli olarak İLAÇ kullanılmalıdır
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Obsesif kişilik

Aşağıdakilerden en az dördünün varlığı ile ,erişkinliğin erken dönemlerinde başlayan , kişisel ilişkileri, kişinin verimliliğini etkileyen bir şekilde aşırı düzenlilik, mükemmeliyetçilik, içsel ve dışsal kaynaklı olayları ve ilişkileri kontrol üzerine aşırı yoğunlaşma ile giden bir kişilik bozukluğudur.

1- Kişi yaptığı bir iste ayrıntılara o kadar dalar, kurallar, listeler programlamalar, hesaplar ve bağlantılar ile öyle uğraşır ki, neredeyse yaptığı şeyin gerçek amacını, hedeflerini unutur.

2- yaptığı isi bitirmesini güçleştirebilecek, engel olabilecek aşırı bir mükemmeliyetçilik içindedir.

3- Kendini dostlarından ve hoşça vakit geçirebileceği etkinliklerden ayrı, uzak bırakacak derecede ve ekonomik durumla açıklanamayacak bir şekilde hayatini is ya da bir şeyler üretmeye adar.

4- Kültürel ve dinsel özelliklerle açıklanamayacak bir şekilde ahlak, doğruluk, dürüstlük, manevi değerler, sadakat, şeref, prensip gibi konularda vicdaninin sesini aşırı derecede dinler ve gerekli hoşgörü, anlayış ve esnekliği göstermez.

5- Kendisi, ailesi ve çevresi için özel bir anlam ve değeri olmasa bile eskiyip, yıpranmış ya da değeri olmayan şeyleri atamaz, elden çıkaramaz.

6- Başkalarının da tam anlamıyla kendisi gibi düşünüp, hareket etmedikçe, ayni yöntemi kullanmadıkça, onlarla ortak bir çalışma içine giremez.

7- Para harcama (kendine ya da başkasına hediye alma, bir şeyler ısmarlama, gerekli şeyleri alma gibi) konusunda kendisi ve başkalarına yönelik cimri bir tutum içindedir.

Para gelecekte belki hiç olmayacak şeyler için elde tutulması gerekli bir şey olarak düşünülür.

8- Kuralları konusunda son derece kati ve inatçıdır.

Bu kişiler aşırı dengeli, olculu ve yaptıklarını tekrarlamaya meyilli kişilerdir. Yanlış yapmamak için defalarca kontrol eder, kontrolün kontrolünü yaparlar. Bu nedenle bitirmeleri gereken sureyi asarlar, öğrenci olanlar sınav kağıdını en geç teslim edenlerdir. Detaylarla uğraşmaları ve aşırı kontrolleri dolayısıyla gecikmeleri nedeniyle başkalarının kendilerine öfkelenmelerine yol acarlar. Zamanlamaları kotudur. En iyisini, en beğenilecek durumu gerçekleştirme düşünceleri seklindeki mükemmeliyetçilikleri nedeniyle gerilim içine girip, kolayca yapılabilecek şeyleri içinden çıkılamaz hale getirebilirler.

Zevk alınabilecek etkinlikleri (hobilerle uğraşmak, tatil yapmak gibi) sürekli bir başka zamanda yapmaya karar verdiklerinden, düzen sürekli is yapmak üzerine kuruludur. Böyle bir tatile zorlandıklarında ise zevk alamaz, o esnada da is yapmaya çalışır ya da tatili aşırı programlı ve yakınları için katlanılamaz hale getirebilirler.

Bu durumdaki kadınlar her gün, her an temizlik pesindedir. Evleri adeta bir laboratuar ya da ameliyathane gibi sürekli aşırı bir temizlik içindedir. Bundaki ufak bir değişiklik kişinin toz bezini tekrar eline almasına yol acar. Her gün pencereler, duvarlar, yerler silinir, halılar her gün alt komşunun başından aşağı silkelenir. Evde yapılacak tamir, boya , eve gelecek çocuklu bir misafir vs. bu kişilerin ev düzenini bozacağından adeta bir kabustur.

Her şeyin önceden kararlaştırıldığı gibi, prensiplerine, kitabında yazılanın harfi harfine uygun olarak, fazladan kesinleştirdikleri ahlak boyutlarında yapılmasına başkalarını ve kendilerini zorlarlar. Otoriteye kati bir uyum içindedirler. Babalarından, üstlerinden öğrendikleri gibi, esneklikten yoksun bir şekilde davranırlar ve davranılmasını isterler.

Atmaya, değiştirmeye, hediye etmeye ilimli bakmazlar. Evleri, masalarının üzeri gereksiz, değersiz, eskimiş evrak, eşya vs. ile doludur. Mutlaka bir sure sonra gerekli olabileceği düşüncesi içindedirler.

Daima kendi yaptıklarının en doğru olduğuna inandıkları için başkalarının yardim ve önerilerini dikkate almazlar.

Para onlar için ekonomik darlık içinde olmamalarına karşın, iyi, sağlıklı bir şekilde yasamak için değil; ileride yaşanabilecek sağlıksız, kotu günlerde harcanması gereken bir sigorta gibidir. Bu nedenle ufak şeyler için bile para harcamazlar. Kendileri de ileride bir şey ısmarlamak zorunda kalacakları için başkalarının kendilerine bir cay ısmarlamalarını bile istemezler.

Her davranışları, isleri, ilişkileri dakikalar çerçevesinde programlıdır. İşlerin öncelik sıraları konusunda ikilemlere düşebilir, karar vermekte zorlanabilirler. Çevreleri üzerinde kontrol sağlayamadıkları durumlarda sinirlenir, ancak bu sinirlilik hallerini dolaylı yollardan gösterirler ( istenilen şeyi geç yapmak, hizmet karşılığı gereken ücreti vermemekte direnmek gibi).

Duygularını belli etmemeye çalışır, karikatürize bir İngiliz tipi gibi belli bir duygu aralığı içinde kalırlar. Duygusal alışverişin yoğun olduğu ortamlarda rahat davranamazlar. Çevrelerindekilerin bu tur duygu yüklü davranışlarını anlayamaz ve hoş görmezler. Duygularını gösteremeyip, her zaman mantığı on plana alırlar.

Toplum genelinde % 1; psikiyatriye başvuranlar arasında % 3-10 oranında rastlandığı gözlenmiştir. Erkeklerde kadınlara göre iki kat daha çok görüldüğü gözlenmiştir. Ailenin daha büyük yastaki çocuklarında, detaylara dikkat, tekrarlama, olay ve inceliklere dikkat gerektiren islerde çalışan kişilerde daha çok görüldüğü saptanmıştır.

Oluş nedenleri:

Bir görüşe göre çocuğun 2-4 yaşları arasında "anal donem" denilen diski kontrolünün kazanılmaya başlandığı donemde tuvalet eğitimi sırasında yapılan baskı, onaylamama ve bu eğitimi çok erken vermenin bu tur bir kişilik yapısına yönelttiği düşünülmektedir.

Bunu izleyen başka bir görüşe göre ise çocuğun gene ayni dönemlerdeki kendi başına bir şeyler gerçekleştirme ile utanç çatışmasının yaşandığı bu evrede, çocuğun duygu, düşünce ve dürtülerin ifade edişine ebeveynlerce uygulanan aşırı kontrol ve takdirsizliğin çocukta bu yönde bir yapı oluşturabileceği düşünülmüştür.

Birlikte görülebilen psikiyatrik bozukluklar:

Diğer kişilik bozuklukları (özellikle kaçıngan ve paranoid k.b.)

Majör depresyon.

Tedavi:

Bireysel ya da grup terapi etkili olmaktadır.
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Omurga eğriliği skolyoz



Omurganın yanlara doğru “S” veya “C” biçiminde kıvrılmasıdır. Bunun sonucunda omurga döner ve bir omuz ve bir kalça diğerinden yüksek görünür. Genetik olanları varsa da genellikle çoğunun nedeni bilinmemektedir. (idiopatik skolyoz)

Herhangi bir yaşta olabilir. İnfantil skolyoz 3 yaş altında görülür. Genellikle doğumsal yapı bozukluklarına, sinir ve adele hastalıklarına ( muskuler distrofi, spastik felç gibi) , kazalara, enfeksiyon ve tümörlere bağlı olarak gelişebilir. Juvenil skoltoz 3-10 yaşları arası görülür ve nadirdir. 10 yaş sonrası görülen adolesan (buluğ çağı) skolyoz olarak adlandırılır ve en sık görülen tipidir.

Skolyoz büyümenin devam ettiği buluğ çağı boyunca hızlı bir ilerleme gösterir. İskelet gelişiminin tamamlanıp büyümenin durduğu yaşlarda ilerleme ileri eğrilikler hariç durur. 50 derece özelliklede 70 derece üzeri eğrilikler erişkin yaşlarda oldukça az olmasına karşı ilerleme gösterirler.

Skolyoz genellikle ağrı yapmaz. Tedavi eğilmenin ilerlemesini engellemek, görünüm bozukluğunu gidermek, gelişebilecek solunum ve dolaşım problemlerini engellemek, omurgada gelişebilecek kireçlenmelerini engellemek amacıyla yapılır.

Tanı

Doktor ve ailelerin skolyozu en kolay tanıyabilmelerinin yolu çocukların kollarını aşağı sarkıtarak öne eğildiklerinde sırtta ve özellikle kürek kemiği seviyesinde asimetrinin farkedilmesidir. Bu asimetrinin diğer nedenlerinin( travma, kas tutulması gibi) olup olmadığına da bakılmalıdır.

Tanı rontgen ile teyid edilir. Burada skolyozu tam değerlendirmek için ortoröntgenogram denilen tüm omurgayı gösteren filmler kullanılmalıdır. Bu filmlerde eğriliğin bölgesi ve derecesi değerlendirilir. İlerleme riski olan vakalarda 3-6 ay aralıklarla iskelet gelişimi tamamlanana kadar rontgen tetkiki yinelenmelidir.

Tedavi



Gözlem: 20 derecenin altında ve iskelet gelişimi tamamlanmaya yakın hastalarda sadece gözlem ve belirli aralıklarla kontrol yeterlidir.
Korse: Korsenin amacı eğimin artışının engellenmeye çalışılmasıdır. Korse özellikle eğimin 30 derece civarında olduğu ve büyümenin devam ettiği çocuklarda etkilidir. Korse etkisi 40 derece üstü eğriliklerde ve iskelet gelişimi tamamlanmasına uzun yıllar olan çocuklarda azalmaya başlar.
Cerrahi: Eğim 50 derece üzerinde ve çocuk hala büyüyorsa cerrahi kaçınılmazdır. 50 derece üzeri eğrilikler büyüme sona erdikten sonra da oldukça az olsa da artmaya devam eder. Bu nedenle ilerideki komplikasyonları önlemek, görüntü açısından cerrahi seçeneği iyi değerlendirilmelidir.
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Orak hücre anemisi



ORAK HÜCRELİ ANEMİ NEDİR?

Anemiye ve belirli aralıklarla tekrarlanan ağrıya neden olan bir kan bozukluğudur. Orak hücreli anemili kişilerde hemoglobinin (alyuvarlarda [eritrosit] oksijeni akciğerlerden vücudun diğer bölümlerine taşıyan bir molekül) bir bölümü uygun biçimde iş göremez. Hemoglobinin bir bölümü alyuvarları sert ve orak şekline dönüştüren çubuk benzeri yapılar oluşturur. Bu hücreler küçük kan damarlarını tıkayarak bazı organların ya da dokuların yeterli oksijen almasını engeller. Bu durum, şiddetli ağrı ataklarına neden olabilir.




ORAK HÜCRELİ ANEMİYE İLİŞKİN BULGU VE BELİRTİLER:

Kemiklerde, kaslarda ya da karında günlerce ya da haftalarca süren şiddetli ağrı (ağrılı krizler olarak adlandırılır).
Halsizlik, solgunluk ve nefes darlığı. Tüm bunlar anemi ya da alyuvar eksikliği belirtileridir.
Vücudun herhangi bir bölümünde ya da eklemde öngörülemeyen ağrı
Retina (gözün görüntüyü alan arka bölümü) dolaşımdaki alyuvarlardan yeterince beslenemediğinde görme sorunları ya da körlük.
Karaciğerde işlev bozukluğu (sarılık) nedeniyle derinin ve gözlerin sararması.
Çocuklarda büyümenin ve pubertenin gecikmesi ve eriçkinlerde ince yapı.
Enfeksiyonlara yüksek düzeyde yatkınlık.
Beyindeki küçük kan damarlarının beynin bazı bölümlerinde hasara neden olabilecek biçimde daralması ya da tıkanması (inme)
Enfeksiyonun ya da akciğerde sıkışıp kalan orak hücrelerin neden olduğu komplikasyonlar.
Orak hücreli anemiye ilişkin gerçekler
Orak hücreli anemi kalıtsal bir kan bozukluğudur. Hem annenizden hem de babanızdan orak hücreli gen geçerse orak hücreli anemili olarak doğarsınız. Annebabanızın birinden orak hücreli, diğerinden normal gen geçerse orak hücre özelliğinizin olduğu söylenir. Bu durum, orak hemoglobin taşıyıcısı olduğunuz (bkz. Orak Hücreli Anemi Nedir?) ve orak hücre özelliğinizin çocuğunuza da geçebileceği anlamına gelir. Eşinizde orak hücre özelliği ya da orak hücreli anemi varsa, çocuğunuza orak hücreli anemi de geçirebilirsiniz. Orak hücreli anemi özellikle, ataları Güney ve Orta Amerika, Küba, Suudi Arabistan, Hindistan, Türkiye, Yunanistan ve Italya'dan göç edenler arasında sık görülür. Bu hastalık iyileçmez. JAMA'da yer alan bir makalede de belirttikleri gibi araştırmacılar, annebabalarda bulunan orak hücre özelliği ya da orak hücreli aneminin çocuklara geçmemesi için deneysel teknikleri araştırmaya devam ediyorlar.
TANI:

Birçok eyalette yeni doğan tüm bebeklere diğer tarama testleriyle aynı anda, orak hücreli hastalık ya da orak hücre özelliği açısından basit bir kan testi de yapılması da öneriliyor. Orak hücreli anemiye erken evrede tanı konması önemlidir çünkü, bu bozukluğun bulunduğu çocuklar için uygun bir tedavi şekli bulunabilir. Çocuklara ve erişkinlere basit bir kan testiyle tanı konulabilmektedir.

TEDAVİ:

Antibiyotikler bebeklerde enfeksiyonları önlemeye yardımcı olur ve ağrı kesiciler (ağızdan ya da damar yoluyla), damar yoluyla alınan sıvılar ve oksijen solumak ağrı ataklarının tedavisinde yararlı olur.
Kan transfüzyonu, dolaşımdaki alyuvar sayısını artırarak aneminin düzeltilmesine yardımcı olur.
Diğer ilaçlar ve işlemler halen araştırılıyor. Hidroksiüre bazı erişkinlerde yararlı olabilir, ancak çocuklarda tedaviye ilişkin araştırmalar devam ediyor.
BAŞKA BİLGİ İÇİN BAŞVURULACAK KAYNAKLAR:

National Heart, Lung, and Blood Institute NHLBI Information Center 301/592-8573
e-posta: nhlbiinfo@rover.nhlbi.nih.gov ya da www.nhlbi.nih.gov
Sickle Cell Disease Association of America 800/421-8453 ya da sicklecelldisease.org
WEB SİTESİ:

AMA www.ama-assn.org/consumer.htm
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
OSTEOARTRİT: KİREÇLENME

Osteoartrit Nasıl Bir Hastalıktır?

Osteoartrit (eklem kireçlenmesi) en sık görülen eklem hastalığıdır. Eklem kıkırdağının yapısının bozulması, aşınması, incelmesi ve hatta kaybına neden olur. Ayrıca, eklem kıkırdağının altındaki kemik dokusunda da değişiklikler sonucu kemikte büyümeler ve eklem kenarında çıkıntılar gelişir. Sonuçta osteoartrit eklemlerin normal yapısını bozarak, hareketlerde kısıtlanmaya ve ağrıya neden olan bir hastalıktır.




Osteoartrit Neden Olur?

İki önemli faktör osteoartrit gelişmesinde önemli rol oynamaktadır:
1. Eklemlerin üzerlerine binen yükü dengeli bir şekilde emip dağıtarak, istenen hareketi rahat yapmasını sağlayan eklem kıkırdağı, kemik, bağlar gibi yapılarda doğumsal ya da sonradan gelişen bozukluklar
2. Vücut kilosunda artışta olduğu gibi eklemlerin üzerindeki yüklerin ya da mesleki nedenlere bağlı olarak eklemlerin normal çalışma koşullarının değişmesi.



Osteoartritin Gelişmesini Kolaylaştıran Faktörler Nelerdir?

Yaş. Osteoartrit orta-ileri yaşların hastalığıdır. Kırk yaşından önce görülmesi çok nadirdir. Yaş ilerledikçe hastalık görülme sıklığı artar. Örneğin, yetmiş yaşındaki insanların yaklaşık dörtte üçünde osteoartrit bulguları vardır.

Kalıtım. Bazı ailelerde çok daha sık olarak ve daha erken yaşlarda osteoartrit geliştiği bilinmektedir. Özellikle el parmak eklemlerinde şişlere neden olan ve "nodüllü osteoartrit" diye bilinen türünde kalıtımın katkısı çok belirgindir.

Cinsiyet. Diz ve ellerde görülen osteoartrit kadınlarda daha sık görülür. Kalça eklemi osteoartriti ise kadın ve erkeklerde eşit oranda görülmektedir.

Kilo. Fazla kilo ve şişmanlık eklem üzerine binen yükü artırarak özellikle diz osteoartriti gelişme olasılığını yükseltmektedir. Ayrıca, osteoartriti olan kimselerde kilo artışı şikayetlerin ortaya çıkmasına ya da artmasına neden olabilmektedir.

Eklemlerde yapısal bozukluklar. Eklemlerde doğuştan görülen (örneğin kalça çıkığı, kalça eklemi ile yuvası arasındaki uyumsuzluklar) ya da sonradan kaza, travma, hastalık gibi nedenlerle gelişen yapısal bozukluklar, eklemin işleyişini aksatarak osteoartrit gelişme riskini artırmaktadır.

Eklem hastalıkları. Osteoartrit, eşlik eden başka herhangi bir hastalık olmaksızın görülebileceği gibi, eklemlerde görülen özellikle iltihabi nitelikli hastalıkların eklemde yaptığı yapısal bozukluklara bağlı olarak da gelişebilir ("ikincil osteoartrit").

Eklemlerin aşırı kullanılması. Mesleki nedenlerle ya da yaşam tarzına bağlı olarak belirli eklemlerin aşırı kullanılması osteoartrit riskini artırmaktadır.









Osteoartrit Hangi Eklemlerde Görülür?

Osteoartrit en sık diz, kalça, el parmak eklemleri, ayak başparmağı ve omurgada görülür.

Diz osteoartriti özellikle bayanlarda sıktır ve artan kilo (şişmanlık) ile görülme olasılığı artar. Genellikle her iki dizi etkiler.

Kalça osteoartriti erkeklerde de kadınlar kadar sık görülür. Doğumsal kalça eklemi uyumsuzlukları, kalça ekleminin edinsel hastalıkları ve belirli meslekler (örneğin çiftçilik) kalça osteoartriti için risk faktörleri arasında sayılmaktadır.

El parmaklarında, özellikle en uçta bulunan eklemlerde ve baş parmak kökünde görülen osteoartrit, kemik çıkıntılara bağlı olarak eklem şişlerine neden olabilmektedir. Bu nedenle "nodüllü osteoartrit" olarak bilinmektedir. Genellikle ilk ortaya çıktıklarında ağrılı, kızarık ve şiş olmakla beraber, bir süre sonra kızarıklık ve ağrı geriler ve genellikle el parmak işlevlerini aksatacak düzeyde şekil ve hareket bozukluğuna neden olmazlar.

Ayak başparmağında görülen osteoartrit başparmağın dışarı doğru eğrilmesine ve/veya hareketlerinin tama yakın kaybına neden olur. İlk ortaya çıktığında, eldeki nodüller gibi ağrı ve şiş ile birlikte kızarıklık da görülebilir ve yanlışlıkla gut hastalığı geliştiği düşünülebilir.

Osteoartrit, omurganın en hareketli bölgeleri olan boyun ve belde de görülebilir. Kemik çıkıntıların sinir kanallarını ya da omurilik boşluğunu daraltmasına bağlı olarak şikayetlere neden olabilir.



Osteoartritin Belirtileri Nelerdir?

Hastalar en sık olarak osteoartrit gelişen eklemlerin hareketlerinde kısıtlanma ve ağrıdan yakınırlar. Kemik çıkıntılara bağlı olarak eklem şiş görünebilir. Hareket sırasında eklemde çıtırtılar duyulabilir. Belirtilerin arttığı alevlenme dönemleri olabildiği gibi, uzun süren şikayetsiz dönemler de görülebilir.

Ağrı genellikle hareket sırasında ya da günün ilerleyen saatlerinde görülürken, yakınmalar dinlenmeyle rahatlar. Uzun süren dinlenme sonrası ya da oturur durumdan harekete geçince, hareketlerde kısa süren bir tutukluk olabilir. Bu durum hareket ettikçe dakikalar içerisinde düzelir. Eklem kıkırdağındaki bozukluklar ve aşınma ilerledikçe, istirahat sırasında da ağrı görülebilir ve hareketler günlük yaşam işlevlerini aksatacak düzeyde kısıtlanabilir. Osteoartrit olan ekleme komşu kaslarda zayıflama ve güçsüzlük dikkati çeker. Kaslarda kramplar da görülebilir.



Osteoartrit Tanısı Nasıl Konur?

Belirli eklemlerde gelişen kemik çıkıntılara bağlı şişler, hareket sırasında kısıtlanma ve kaba çıtırtıların (krepitasyon) hissedilmesi hekimin osteoartrit tanısını koymasında oldukça yararlı bulgulardır. Eklemlerin röntgen filmlerinin çekilmesi de, osteoartrit tanısını koyarken çok yardımcı olur. Bununla beraber, röntgen filmlerinde osteoartrit bulgularının olması, mutlaka o eklemde çeşitli yakınmaların olacağı anlamını da taşımaz ya da yakınmaların hangi şiddette olduğunu tahmin ettirmez.

Osteoartrit tanısını koyduran bir kan testi yoktur. Fakat, bazı kan testleri, özellikle vücutta ciddi bir iltihabi cevabın olmadığını gösteren testler, osteoartriti diğer romatizmal hastalıklardan ayırt etmede yardımcı olurlar.



Osteoartrit Nasıl Tedavi Edilir?

Osteoartrit tedavisinin ana amaçları:

ağrıyı gidermek
hareketteki kısıtlanmayı düzeltmek ve günlük yaşam aktivitelerinin sorunsuz yapılmasına yardımcı olmak
ve hastalığın ilerlemesini engellemektir.

Osteoartritin tamamen düzelmesini sağlayan bir tedavi yoktur. Aşınmış olan kıkırdak dokusunu yenilemek mümkün değildir.

Vücut ağırlığının ideal kiloya inmesi, düzenli egzersizlerle ekleme bine yükün azaltılması ve kas gücünün artırılması oldukça yararlı olmaktadır. Günlük işlerin ve önerilen egzersizlerin gün içerisine dengeli bir şekilde dağıtılması çok önemlidir.

Eklem ağrısı için öncelikle basit ağrı kesiciler, bunlara yeterli yanıt olmazsa, kortizon dışı iltihap giderici romatizma ilaçları kullanılmaktadır.

Eklem içinde sıvının arttığı alevlenme dönemlerinde, eklem içine kortizon enjeksiyonları denenebilmektedir. Eklem içine eklem sıvısına benzer özelliklerde sıvıların verilmesinin ya da ağız yoluyla alınan ve kıkırdak içeriğinde bulunan bazı gıda maddelerini içeren ilaçların yararı ise tartışmalıdır. Uygun durumlarda sıcak ve/veya soğuk uygulamaları da ağrı kesici etki sağlamaktadır.

Osteoartrit, eklemde ileri derecede tahribat yaparak kişinin günlük ihtiyaçlarını bile yapamaz hale gelmesine neden olduğunda, bu eklemin cerrahi yöntemler kullanılarak bir protez ile değiştirilmesi gerekebilir. Eklem protezleri (yapay eklemler) hem ağrının ortadan kalkmasını, hem de eklem hareketlerinin belirgin şekilde düzelmesini sağlayabilmektedir.

KAYNAK: www.romatoloji.org.tr
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
pamukçuk

Pamukçuk
Belirtiler :

Bebeğin ağzında , ağzının içinde ve çevresinde süte benzer ince bir tabakadır. Yanak iç tarafları bazen dilde , damakta ve dişetlerinde peynire benzeyen çıkıntılı beyaz lekeler şeklinde görülür.

En çok yenidoğanda görülür fakat bazen daha büyük bebeklerde görülebilir. Özellikle antibiyotik verilen bebeklerde bu enfeksiyon oluşur.
Etken ve bulaşma :

Pamukçuk olarak bilinen mantar enfeksiyonu bebeğinizin ağzında sorun oluştursa da , aktivitesine daha önceden doğum kanalında monila sınıfı mantar enfeksiyonu olarak başlamıştır ve bebeğinizin bu enfeksiyonu aldığı yer de orasıdır.

Enfeksiyonun etkeni Kandida albicans’tır ve bu organizma normalde ağız ve vajinada yaşar. Diğer mikroorganizmalarla aynı anda kontrol edilir ve genelde problem çıkarmaz. Fakat bu denge bozulduğu zaman -hastalık , antibiyotik kullanımı ve hormonsal değişiklikler(gebelik gibi)- mantar için uygun olan koşullar oluşur.

Teşhis :

Pamukçuk ağızda meydana gelen hafif bir mantar enfeksiyonudur.Yanakların iç tarafına , dilin üzerine ve ağzın tavanına sürülmüş beyazımsı lekelere benzer. Eğer beyaz leke kazınılırsa , altında deri yanmış gibi görünür ve kanayabilir. Pamukçuk sağlıklı yeni doğmuş bebeklerde meydana gelir.

Pamukçuk olan bebeğin ağzı yaradır. Bebek emzirilirken rahatsızdır ve hatta emzirilmeyi reddedebilir. Eğer bebeğinizde pamukçuk olduğundan kuşkulanıyorsanız doktora başvurun . Teşhis koymak için çoğunlukla parmak suretiyle bile muayene yeterli olmaktadır.

Tedavi :

Sağlıklı bir yeni doğmuş bebek genellikle hastalığı kendi başına yenebilmektedir. Fakat özellikle pamukçuk geniş bir alana yayılmışsa bazı antimantar ilaçlar iyileşme sürecini hızlandırabilir.

Maya enfeksiyonun kendisi tehlikeli değildir ancak ağrı yapar. Enden olarak antimantar ilaçlarla tedavi edilmezse komplikasyon görülür.
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Pankreas kanserleri kanseri

Hastalığın tanımı
Pankreastan köken alan tümörlerdir.


Nedenleri, Görülme sıklığı
Eşlik eden durumlara rağmen etyoloji bilinmemektedir.

Eşlik eden durumlar : ırk , diabetes mellitus ( şeker hastalığı ) , tütün , çevresel ve mesleki faktörler ve gıdasal lipidler
İlginç olan , tütün kullanımının etkisi ile ilgili bulgular düzenlendiğinde pankreatit , alkol ve kahve arasında birliktelik görülmemiştir.

Risk faktörleri :
Çok muhtemel : ırk, diabetes mellitus, tütün

Muhtemel : çevresel / mesleki durumlar , gıdasal lipid

Pankreas kanseri erkeklerde kadınlardan daha sık görülmektedir.

Ortalama yaş erkeklerde 63 , kadınlarda ise 67 dir.

İnsidans/ prevalans : Her yıl yaklaşık 28.000 yeni olguya tanı konulmaktadır. Etnik gruplar arasında değişimler vardır. Siyah ırk ve havaililerde sıktır.


Korunma

Tütün kullanımı engellenir ( sigara bırakılmalıdır ).


Belirtiler

Kilo kaybı ( %90 ), ağrı, iştahsızlık, kaşıntı, diabetes mellitus, malnütrisyon, karaciğer büyümesi, palpabl ( ele gelen ) safra kesesi, karında hassasiyet, kitle, assit ( karın boşluğunda sıvı birikmesi )



Tanı

Tripsinojen düzeyi , glukoz testi , amilaz, üst sindirim sistemi grafisi. Bilgisayarlı tomografi : tanı koymak için çok yararlı bir yöntemdir ; radyolojik incelemeden çok daha hızlı ve etkin bir görüntü sağlar. Ultrasonografi, ERCP ( endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi ), PTC ( perkütan transhepatik kolanjiografi ), anjiografi, biyopsi, özofagogastroduodenoskopi tanı koymakta kullanılan diğer yöntemlerdir.



Tedavi

Pankreas tümörlerinde cerrahi tedavi uygulanarak pankreasın bir bölümü çıkarılabilir.

Tümör gövde ve kuyrukta yer alıyorsa cerrahi girişim zor değildir ; pankreas başı tümörlerinde ise pankreas başının yanısıra safra kesesinin , onikiparmak barsağının ve midenin bir bölümünün de çıkarılması gerektiğinden tedavi daha karmaşıktır. Daha sonra , sindirim kanalının bütünlüğünü korumak için sağlam kalan safra yolları ile pankreas yollarının sindirim kanalına boşalmasını sağlamak gerekir.

Radyoterapi ve kemoterapi önerilebilir.Ancak bu uygulamalar bu güne kadar radikal bir sonuç vermemiştir.Onkoloji doktorlarının çok zor durumda kaldığı bir sorundur.Kısa süre içerisinde tümör büyüyerek safra yolunu tıkayıp karaciğeri devre dışı bıraktığından,alınan besinlerin karaciğerde değerlendirilerek 12 parmak barsağına gönderildiği noktada tıkanma olduğundan karaciğer ve safra kesesi devre dışı kalıp,billuribin kana geçmektedir.Bunun sonucunda kanın yapısı bozularak beyinsel ve tüm organsal faaliyetlerde aksamalar meydana getirdiği gibi,tüm deri rengini de sarı renge boyamaktadır.Bu durumda yine zaman kazanmak ve safra yollarının sindirim kanallarına boşalmasını sağlamak için ameliyatla drenaj açılmaktadır.Bu da elbette bir çözüm olmamaktadır.



Prognoz/Hastalığın gidişi

Klasik tedavilerle,üç yıllık yaşam oranı ( survi ) %2,5 ; beş yıllık yaşam oranı %1 dir.

Potansiyel olarak tedavi edilebilen hastalıklarda cerrahiyi takiben , beş yıllık yaşam oranı yaklaşık % 4 tür.


Komplikasyonlar ve Riskler

Ağrı

Sarılık

Malnütrisyon

Diabet

Aşağıdaki belirtiler olduğunda tanı için mutlaka doktorunuza başvurun



Sürekli karın ağrısı , iştahsızlık , yorgunluk , sırt ağrısı veya bu hastalığın diğer belirtileri varsa
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
PAP Smear testi

Vücut dokularının yenilenmesi nedeniyle kaçınılmaz olarak yüzeylerden hücreler dökülmektedir. Bu dökülen hücrelerin toplanıp özel işlemlerden geçirildikten sonra mikroskop altında incelenmesine sitolojik inceleme denir. Bu işlemin en etkili uygulandığı alan rahim ağzından yani serviksten alınan örneklerdir. Servikal hücrelerin bu şekilde toplanması işlemine smear adı verilir.İlk kez 1930'lu yıllarda Yunan doktor George Papanicolaou tarafından tanımlandığı için onun ismine ithafen PAP Smear ya da PAP test olarak da adlandırılır.

Smear testi rahim ağzının kötü huylu (habis, malign) veya kötü huylu bir hastalığa dönüşme potansiyeli olan (premalign) değişikliklerini saptamak amacıyla yapılan bir tarama testidir. Tarama testleri hastalık bulguları taşımayan normal insanlarda yapılan tetkikleridir. Bu nedenle smear testi tanı koydumaz ve kanser bulguları olan kişilerde kanser olmadığını belirtmez. Smear testinin pozitif yani anormal çıkması bir problem olduğunu ve tanıya yönelik ileri testler yapılması gerektiğini işaret eder.

PAP test serviksin yassı hücreli kanserine bağlı hastalık ve ölümleri azalttığı bilimsel çevrelerce kabul edilmiş olan etkili bir tarama testidir. ABD'de 1969 yılında 100.000'de 21.6 olan serviks kanseri görülme sıklığı 1990 yılında 10.4'e düşmüştür. Benzer şekilde bu hastalığa bağlı ölüm oranları da 100.000'de 7.4'den 2.4'e gerilemiştir. Bundan 20-25 yıl önce ABD'de genital kansere bağlı ölümlerde serviks kanseri birinci sırayı alırken smear testinin devlet politikaları ile teşviki sonucu dördüncü sıraya düşmüştür. Bunca önleme rağmen her yıl pekçok yeni serviks kanseri olgusu ortaya çıkmaktadır. Yapılan araştırmalarda bu kadınların yarısında ya hayatları boyunca hiç sitolojik inceleme yapılmadığı ya da son 5 yıl içinde testin tekrarlanmadığı görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin büyük kısmında serviks tarama testleri ile ilgili sağlık politikaları bulunmaktayken ne yazık ki ülkemizde bu tür bir strateji geliştirilmemiştir. Ülkemizde PAP smear taraması büyük ölçüde kadın doğum hekiminin yönlendirmesi, daha düşük oranda ve sosyokültürel düzeyine bağlı olarak da hastanın isteği ile yapılmaktadır. Ülkemizde şikayeti olmasa dahi rutin kontrole giden ve smear testi yaptıran kadınların oranı ne yazı ki olması gerekenden çok daha düşüktür. Ayrıca PAP testin gerek alınma tekniği gerekse yorumlanması açısında hekimler arasında tam bir fikir birliği oluşmamıştır.

Smear testinin mantığı nedir?
Serviks rahimin dış dünya ile olan bağlantısıdır. Vajina ile birlikte serviks, mukoza adı verilen bir tür doku ile kaplıdır. Bu doku tıpkı ağzımızın içini kaplayan doku gibidir. Servikal mukoza 5 mikroskopik tabakadan oluşur. Her an bu tabakalarda yeni hücreler yapılmakta ve en dış tabakadaki hücreler dökülerek alt tabakalar yukarıya doğru yükselmektedir. Bu büyüme ve yukarıya doğru olan göç esnasında hücrelerde atipik değişimler olabilir. Buna displazi adı verilir. Var olan hücrelerin atipi göstermeden başka bir tür hücreye dönüşmesine ise metaplazi ismi verilir. Metaplazi normalde görülen bir tablo iken displazi ileride kansere dönüşebilecek anormal bir durumdur.

Vajina ve serviksin her ikisi de epitel hücrelerinden oluşmakla birlikte bu epitel hücreleri birbirlerinden farklıdır. Rahim ağzındaki hücreler salgı yapma yeteneğindeki glanduler hücrelerdir buna karşın vajina skuamöz epitel adı verilen hücrelerden meydana gelmiştir. Bu iki hücre grubunun rahim ağzında biribiri ile komşuluk içinde olduğu bölgeye transformasyon alanı adı verilir. Rahim ağzı kanserlerinin tamamına yakını bu bölgeden başladığı için transformasyon alanındaki hücrelern yapısının incelenmesi son derece önemlidir.

Nasıl alınır
Smear alınması son derece basit bir yöntemdir ve kesinlikle ağrıya neden olmaz. Jinekolojik muayene esnasında vajinal spekulum takıldıktan sonra serviks görülür. Herhangi bir kanama olmadığından emin olunduktan sonra plastik bir spatul ya da fırça vasıtası ile serviksten vajinaya dökülen hücreler toplanır. Ayrıca yine bu fırça vasıtası ile rahim içine uzanan kanaldan (endoservikal kanal) sürüntü alınır.Yani smear testinde iki yerden hücre örneği toplanır: endoservikal kanal ve vajina.
Alınan materyal bir lam üzerine yayılır ve hemen alkol dolu bir kap içine konur. Fırça üzerine bulaşmış olan mukus salgıları uzaklaştırdığı için inceleme daha kolay ve sağlıklı olmaktadır. Başka bir yöntem de alınan materyali lama yaydıktan sonra 30 santimetre uzaklıktan bildiğimiz saç spreyi sıkmaktır. Her iki yöntemde de amaç alınan hücrelerin lam üzerinde fikse edilmesidir. Ancak piyasada satılan spreylerin alkol içerikleri biribirinden oldukça farklılık gösterdiğinden pekçok hekim preparatı direk olarak alkolde fikse etmeyi tercih etmektedir. Fiksasyonun örnek alındıktan hemen sonra yapılmaması hücresel şekillerin bozulmasına ve kurumasına yol açar. Bu da değerlendirmede hatalara neden olabilir.

Yeni tanı tetkikleri
PAP testinin duyarlılığı %100 değildir. Tarama testinden yeterli verimi alabilmek ve hatalı negatif sonuç görülme oranlarını en aza indirebilmek için yeni teknoloji arayışları devam etmektedir. Sıvı bazlı ince yaymalar bu alanda geliştirilmiş en son yöntemdir. Thin-Prep adı verilen ve şu anda bizim de kullandığımız bu teknikte alınan örnek direk olarak lam üzerine yayılmak yerine tamponlamış alkol içeren bir şişe içerisine karıştırılır. Elde edilen bu hücre süspansiyonu özel bir filtre sisteminden geçirilerek kan, mukus ve diğer ölü hücreler ayrıştırılır ve geride kalan hücreler lam üzerine yayılır. Bu sayede diğer hücreler tarafından maskelenmeyen servikse ait hücreler daha kolay incelenebilir. Thin-Prep smear ideal olmamakla birlikte zorunluluk durumunda kanama varlığında da alınabilir.Thin-Prep tekniği ile alınan smear testinde hatalı negatif oranı %4 civarındadır. Smear ile ilgili bir başka yeni teknoloji de otomasyondur. PAPNET adı verilen yöntemde hazırlanan lam mikroskop altına konur ve bir bilgisayar görüntüyü yorumlar. En sık karşılaşılan 128 anomali bilgisayar tarafından tanınır ve örnek manuel incelemeye alınır. Klasik yöntemler ile negatif olarak değerlendirilen testler PAPNET ile yeniden incelemeye alındığında %10 olguda düşük dereceli SIL ya da daha ileri bir lezyon saptanmaktadır. Thin-Prep ve PAPNET yöntemlerinin her ikisi de Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi tarafından onaylanmış olmasına karşın, maliyetinin yüksek olması nedeni ile PAPNET'in rutin uygulanması önerilmemektedir.

İnceleme
Hangi şekilde alınırsa alınsın hazırlanan preparat sitoloji laboratuvarına gönderilir. Smear alınırken en fazla dikkat edilmesi gereken nokta rahim ağzını rahim boşluğuna bağlayan kanaldan ve vajinadan ayrı ayrı örnek alınmasıdır.

Sitolog preparatı incelerken hasta hakkında bazı bilgilere gerek duyar. Bunlar

Hastanın yaşı
Son adet tarihi
Gebelik olup olmadığı
Hormonal ilaç kullanıp kullanmadığı
Rahim içi araç (spiral) kullanıp kullanmadığı
Jinekoloğun ne amaçla smear testi istediğidir (klinik tanı).
Bu bilgiler pataloji uzmanının tanısını kolaylaştırır ve şüphede kaldığı durumlarda daha kolay karar vermesine yardımcı olur. Patolog kendisine gelen prepratı bir takım kimyasal maddeler ile işlemden geçirir(boyar) ve ışık mikroskopu altında inceleyerek tanısını koyar. Smear sonucunun alınması 24-48 saat kadar sürebilir.

Kimler taranmalı
Serviks kanseri sık rastlanan kanserlerden biri olduğuna ve PAP test sayesinde hastalık ve buna bağlı ölümlerde yüksek oranda azalma saptandığına göre serviksi olan herkes yani bütün kadınlar taranmalıdır.

Taramaya kaç yaşında başlanması gerektiği ve kimlerin hangi sıklıkta tarama işleminden geçirilmesinin uygun olacağı konusunda araştırmalar yapılmış ve bu konuda az çok fikir birliği sağlanmıştır.

Patoloji saptanan olgularda lezyonun tipine ve tedavi şekline göre daha sık tarama yapılabilmekle birlikte patoloji olmayan olgularda yılda bir kez yapılan PAP smear yeterlidir. Bazı gruplar yüksek risk taşımayan hastalarda testin 2-3 yılda bir yapılmasını önermekle birlikte bizim görüşümüz testin yılda bir kez tekrarlanması yönündedir. Eskiden taramaya başlamak için 35 yaş kritik nokta olarak kabul edilmekteyken 1988 yılında Amerikan Kanser Derneği 35 yaşı değil cinsel yaşantının başladığı zamanı esas almak gerektiğini vurgulamıştır.

Hamilelerde smear alınabilir mi?
İdeal olan hamile kalmaya karar verildiğinde genel bir muayeneden geçmek ve bu aşamada smear testini yaptırmaktır ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda ilk hamilelik kontrolünde doktorunuz size en son smear testinizi ne zaman yaptırdığınızı soracaktır. Eğer arada geçen süre uzunsa smear testinizi yapacaktır. Hamilelikte PAP smear yapılmasının hiçbir sakıncası yoktur.

Neler Görülür
Serviko vajinal smear alınarak hazırlanan preparatlarda hastanın hücresel durumu, hormonal durumu ve mikrobiyolojik durumu değerlendirilebilir. Smear preparatlarında bulunan elemanlar servikal ve vajinal hücreler, bakteriler, trikomanonas, kandida gibi vajinal enfeksiyon etkenleri, kan elemanları ve spermler bulunabilir. Servikal ve vajinal hücrelerin yapısı kanser ve kanser öncülü lezyonlar hakkında bilgi verirken bu hücre türlerinin sayısı hormonal durumu yansıtır. Dolayısı ile üreme çağındaki ve menopoz dönemindeki kadınlardan alınan smear görüntüleri birbirlerinden farklıdır.

Değerlendirme
Smear testinin sonuçları birkaç değişik ekol şeklinde sınıflanmaktadır. En sık Papanicolaou sınıflaması kullanılır. Son yıllarda bu sınflamaya göre çok daha detaylı olan Bethesda sınıflaması gelişmiş ülkelerin hemen tamamında Papanicolaou sınıflamasının yerini almaktadır. Ülkemizde ise laboratuvar ve sitologlar arasında farklı terminoloji kullanılabildiğinden bir kavram kargaşası ortaya çıkmakta, bu durum hem tanı hem de tadavide sorunlara yol açabilmektedir. Bizim de tercih ettiğimiz Bethesda sistemi, alınan örneğin yeterli olup olmadığını eğer yetersiz ise neden yetersiz olduğunu belirtmesi açısından avantajlıdır. Ayrıca enfeksiyon ya da benzeri nedenlere bağlı iyi huylu hastalıkların tanımlanabilmesi de ek bir avantaj sağlar.

Papanicolaou sınıflaması

Klas 1 Normal, atipik hücre yok
Klas 2 Negatif. Selim bazı hücre değişiklikleri (örneğin enfeksiyon)
Klas 3 Şüpheli. Hafif, orta şiddette ya da şiddetli displazi
Kesin olarak kanser hücresi olmayan anormal hücreler.
Klas 4 Carcinoma in-situ. Büyük olasılıkla kötü huylu hücreler
Klas 5 Kuvvetli pozitif. Tartışmasız kanser hücreleri

Anormal smear varlığında sıklıkla rapor edilen tanımlama servikal intraepitheliyal neoplazidir kısaca CIN olarak tanımlanan bu bulgu Papanicolaou sınıflamasında klas 3'ün alt gruplarıdır. CIN 1 hafif, CIN2 orta, CIN 3 ise şiddetli dispalaziyi tanımlar. Bethesda sınıflamasına göre ise CIN 1 LSIL'e, CIN 2 ve 3 ise HSIL'e eşittir.

Direk mikroskopi incelemesinde vajinit yapan etkenlerin görülmesi enfeksiyon tanısına oldukça yardımcı olur. Ancak özellikle trikomonas enfeksiyonlarında hatalı olarak habis tanısı konabilir.

1991 yılında Bethesda sınıflaması yeniden modifiye edilmiştir. Giderek yaygınlık kazanan bu sınıflamaya göre smear bir tanı aracı değil sadece tıbbi bir konsültasyondur. Hazırlanan preparatın ve bu preparatta bulunan hücre sayısının sitolojik tanı için yeterli olup olmadığı mutlaka belirtilmelidir.


Dikkat edilmesi gereken noktalar

Smear alınmasından önce 24 saat süre ile cinsel ilişkide bulunulmaması sonuçların daha güvenilir olmasına yardımcı olur.
Smear alınmasından önce en az 72 saat süre ile herhangi bir vajinal krem ya da ilaç kullanılmamalı, vajinal duş yapılmamalıdır.
Test için en ideal zaman son adet kanamasından 10 gün sonrasıdır
Kanama varlığında adet kanaması gibi çok miktarda değilse smear alınabilir.
Önemli olan noktalardan birisi de smear'ı değerlendirecek olan patoloğun özellikle bu konuda deneyimli olmasıdır.
Güvenilirliği nasıldır.
Smear taramasında yanlış negatif oranı yaklaşık %25'dir. Yani klinik olarak habaset olduğu halde smear'ın normal çıkması olasılığı %25'dir. Burada smearın alınış tekniğindeki hatalardan patoloğun deneyimine kadar pekçok faktör rol oynar.

Bu yazı Dr.Alper MUMCU dan www.mumcu.com alınmıştır
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
parazit ve paraziter hastalıklar

İNTESTİNAL PARAZİTOZLAR

Tanım ve Klinik Bulgular :Helmint yumurtalarının yutulması ya da larvalarının cildi delerek organizmaya girmesi sonucunda ortaya çıkan paraziter infeksiyonlardır.

1. Plathelmintler (Yassı Solucanlar):
a) Sestodlar: Taenia'lar, Hymenolepis, Echinococcus.
b) Trematodlar: Fasciola, Schistosoma.

2. Nemathelmintler (Yuvarlak Solucan): Ascaris, Enterobius, Ancylostoma

Taenia : T.saginata, erişkin formu insanda bulunan, baş (skoleks) ile jejunuma tutunarak halkaları (proglottid) ile 10 m. uzunluğa kadar erişen ve insanların sindirdikleri besinlerle beslenen şeritsi bir parazittir. İnsan dışkısı ile dış ortama atılan yumurtaları ara konakçı olan sığırları bulaştırır ve sığırda larva infeksiyonlarına yol açar. İyi pişirilmemiş sığır etlerindeki larvaların yutulması ile insanna bulaşır. Temel yakınma dışkıda parazit halkalarının görülmesi ve daha nadir olarak da açlık karın ağrısıdır. Yumurtaları insanlar için bulaştırıcı değildir. Benzer bir parazit olan Taenia solium’un ise ara konakçısı domuzdur ve yumurtaları insanlar için bulaştırıcıdır.

Diphrobothrium latum : Çiğ balık yenmesi ile insanlara bulaşır, incebarsaklara tutunarak 20-25 m. uzunluğa erişir. Çoğu olgu asemptomatikse de %2 olasılıkla B12 vtamini yetmezliği sonucu megaloblastik anemiye neden olabilir.

Hymenolepis nana : Küçük (2-4 cm) bir fare ve insan parazitidir. Diğerlerinin aksine ara konakçı gerektirmeden hastalıklı insan dışkısın tarafından kontamine edilmiş besinlerdeki yumurtaların yutulması ile bulaşır. Bu nedenle aile içi bulaş söz konusudur. Halkalar barsakta parçalandığından dışkıda sadece yumurtası görülebilir. Çocuklarda daha sıktır. Karın ağrısı, enterit, anemi, asteni, sinir sistemi belirtileri ve konvülsiyonlara kadar varabilen semptom zenginliği vardır.

Fasciola hepatica : Koyunların yapraksı parazitidir. İnsanlara iyi yıkanmamış çiğ sebzelerle bulaşır, safra yollarına yerleşerek portal siroza neden olur.
Schistosoma: Kontamine sularda yaşayan serkaryaların cildi delmesi ile dolaşıma geçer, türe göre mesane (S. haematobium, S. japonicum), kolon (S. mansoni, S. japonicum) veya nadiren diğer visseral organlar ve medulla spinalis (S. mansoni) venalarına yerleşerek kronik irritasyon nedenli organ patolojilerine (kronik sistit, mesane kanseri, kronik ishal, karaciğer fibrozu, portal hipertansiyon) ve allerjik reaksiyonlara yol açar.

Ascaris lumbricoides : Dış ortama atılan infekte insan dışkısındaki yumurtalar burada erginleşir ve yumurtaların insan tarafından yutulması ile bulaşır. Erişkinleri 20-25 cm. uzunluğunda bulunan yuvarlak, solucansı bir parazittir. Organizmadaki larva döngüsü sırasında geçtiği akciğerlerde allerjik pnömoni (Löeffler pnömonisi), barsakta serbest olarak yaşayan erişkin formu ise tıkanma ikteri, ileus ve malnutrisyon tablolarına yol açar.

Enterobius vermicularis : Evrimi sadece insan ile sınırlı olan, insandan insana yumurtaların aktarılması ile bulaşan küçük bir nematoddur. Yutulan yumurtadan incebarsaklarda çıkan larva kolon mukozasına tutunarak yaşar. Dişilerin anüsteki yumurtlama döneminde gelişen irritasyonuna bağlı olarak anal kaşıntı ve sekonder infeksiyonlara neden olur.

Ancylostoma duodenale, Necator americanus : Kancalı kurtlar olarak anılırlar. Kumlardaki hareketli larvanın çıplak ayaktan cildi delmesi ile insanlara bulaşır. Dolaşım yolu ile akciğere, oradan da özofagus yolu ile oral kavite ve özofagusa gelen larva yutulur, erişkin hale gelip incebarsaklara tutunur. Barsak kanamalarına neden olduğu için süregen kan kaybına bağlı demir eksikliği anemisi gelişir (pika anamnezi). Kanama bazen ciddi boyutlara ulaşabilir. Ayrıca; evrimi sırasındaki seyahatlerine bağlı olarak cilt, akciğer, gastrointestinal (bulantı, kusma, ishal) görülebilir.

Trichuris trichiura : Yumurtasının yutulması ile bulaşır, kolona tutunarak yaşar. Allerjik reaksiyonlar, karın ağrısı, distansiyon, kanlı ishal, kilo kaybı, mental değişiklikler, ileus, anal prolapsus ve apendisit tabloları ile kendini gösterir.

Strongyloides stercoralis : Kancalı kurtlarla aynı evrimi gösterse de önemli bir farkı, yumurtalarının barsaktayken açılması sonucunda immünitesi normal bireylerde peptik ülser benzeri yakınmalara neden olurken immünite problemi olanlarda çoğul otoinokülasyonlar sonucu karaciğer, kalp, beyin gibi birçok organı içeren belirtiler ile seyreden ve mortalitesi yüksek hiperinfeksiyon tablolarına yol açar. Bu hastaların salgıları da larva içerdiği için bulaştırıcıdır.

Tanı Metodları : İntestinal parazitlerin büyük çoğunluğunun tanısı dışkı incelemesi ile konur. Bu amaçla yüzdürme ve çöktürme yöntemleri kullanılmaktadır. Daha ağır olan Schistasoma ve Ascaris yumurtalarını için en uygun yöntem çöktürme yöntemidir (Formol-Etil asetat) E.vermicularis yumurtaları için, dişi oksiyür gece saatlerinde rektum-anüs bölgesine yumurtladığından, sabah uygulanan Selofan-Bant Yöntemi en iyi sonuç verir. Şistozomyaz, fasyolyaz, askariyaz, kancalı kurt, trişuryaz ve strongyloides infeksiyonları gibi doku irritasyonu yapan parazitozlarda eozinofili önemli bir bulgudur.

Tedavi : Sestod infeksiyonlarının tedavisinde niklozamid veya pirazikuantel, nematod infeksiyonlarında ise mebendazol, albendazol gibi preparatların kullanımı gereklidir. Trematod infeksiyonlarının tedavisinde pirazikuantel denenmekle birlikte tedavide kesin başarı sağlanamamıştır.



KİST HİDATİK

Tanım ve Klinik Bilgiler :Echinococcus granulosus, Echinococcus multilocularis ve Echinococcus vogeli’nin oluşturduğu; sıklıkla karaciğer ve akciğerde yerleşim gösteren paraziter zoonotik bir hastalıktır (1).

Hastalığın başlarında kistin küçük olduğu dönemlerde uzun yıllar boyunca asemptomatik seyredebilir. Fakat kist büyüdükçe; bulunduğu bölgeye ve oluşturduğu basıya göre belirtiler ortaya çıkar. Karaciğer yerleşiminde sağ hipokondrium ağrısı, bulantı, kusma ve ikter gibi belirti ve bulgular görülür. Akciğer tutulumunda; solunum sıkıntısı, öksürük, hemoptizi, göğüs ağrısı görülür (1,2).

Diğer organ ve sistem tutulumlarında da bu bölgelere ait tablolar ortaya çıkar. Örneğin kafa içi tutulumlarda; baş ağrısı, kafa içi basınç artışı, kusma, şuur kayıpları görülebilir. Myokard tutulumunda ritm bozuklukları, iskemi bulguları, myokard nekrozu hatta rüptürü gelişebilir. Kemik tutulumlarında spontan kırıklara neden olabilir.

Kistin rüptüre olması durumunda allerjik reaksiyonlar ortaya çıkar. Akciğerdeki kistin rüptüre olmasıyla ağızdan kist sıvısı gelir, boğulmalara neden olabilir.

Tanı Metodları :
Tanı; klinik bulgular, radyoloji, etkenin görülmesi ve serolojik yöntemlerle konur.

Etkenin Görülmesi : Kist sıvısı bronşlara, idrara, safra yollarına veya bağırsağa boşalırsa bu mataryellerde etkene ait yapılar görülebilir.

Serolojik yöntemler : Ekinokoklara karşı serumda oluşan antikorlara bakılır. Klinik ve radyolojik bulgularla kist hidatik şüphesi oluşan hastalarda serolojik yöntemlere sıklıkla başvurulur. Serolojinin sensitivitesi; karaciğer tutulumunda %80-100, akciğer tutulumunda %50-56, diğer organ tutulumlarında %25-56 dır (3). Serolojik yöntemler olarak indirek hemaglütinasyon, lateks aglütinasyonu, indirek floresan antikor testi ve enzim immuno assay kullanılabilir.

Tedavi :
Ulaşılabilecek bölgelerdeki kistler için ilk tercih edilecek tedavi cerrahi müdahale veya perkütan drenajdır. Ulaşılamayan bölgelerdeki kistlerde, çoklu organ tutulumlarında veya cerrahi esnasında oluşabilecek rüptür ihtimaline karşı 28 gün boyunca; “albendazol 10mg/kg/gün” veya “mebendazol 50mg/kg/gün” kullanılabilir.
Ara
Cevapla
ÐŽeşaren
Parkinson hastalığı

Parkinsonizm kelimesi belli bir hastalıktan çok, değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan bir dizi belirtiyle tanınan bir durumu çağrıştırır. Bu belirtilerin en önemlileri uzuvların titremesi, kasların sertliği ve vücut hareketlerinin yavaşlığıdır. Bu üçlemeye eklenebilecek diğer belirtiler arasında, öne eğik duruş şekli, küçük adımlarla ve ayaklarını sürüyerek yürüme, yumuşak, hızlı ve aynı tonda konuşma sayılabilir. Parkinson hastalığı, çeşitli parkinsonizm tabloları arasında kendine özgü belirtiler ve beyinde oluşturduğu değişikliklerle ayrı bir yere sahiptir ve ileride ayrıntılarıyla ele alınacaktır.

Parkinsonizmdeki titreme, özellikle elleri ve ayakları, bazen dudakları, dili, çeneyi, seyrek olarak da gövdeyi etkileyebilir. El veya ayakta dinlenme halinde ortaya çıkan titreme bir hareket sırasında kaybolur. Örneğin uzanıp bir cismi tutma hareketi sırasında eldeki titreme kaybolur, dinlenme haline geçince tekrar ortaya çıkar. Titremenin tıbbi karşılığı “tremor”dur. Dinlenme sırasında ortaya çıkma özelliği diğer hastalıklarda görülebilen çeşitli titremelerden ayırdedilmesine yardımcıdır.

Parkinsonizmde kaslarda dinlenme halinde bile değişmeyen bir sertlik bulunur. Hastayı muayene eden doktor uzuvları pasif olarak hareket ettirdiğinde sabit ve değişmeyen bir dirençle karşılaşır. Ancak etkilenmiş kaslar gevşeyemez gibi görünürse de, bu istenilen şekle sokulabilen bir sertliktir. Kaslardaki bu sertlik haline “rijidite” denir.

Üçüncü belirti vücut hareketlerinin yavaşlamasıdır ve “bradikinezi” olarak isimlendirilir (Yunanca’da “brady “yavaş, “kinesis” ise hareket manası taşır). Yeni bir harekete başlarken tereddüt, o eylemi yaparken yavaşlık ve hızla yorulma ile şekillenen karmaşık bir olaydır. Bradikinezi, gözleri kırpma, yürürken kolları sallama, konuşurken açıklayıcı olarak yapılan el ya da beden hareketleri veya yüz ifadesini yaratan hareketler gibi farkında olmadan yaptığımız otomatik hareketleri yapmaktaki yetersizliği de içerir. Hastalarda tüm bu hareketler yavaşlamıştır.

PARKİNSON HASTALIÄžI
Parkinson hastalığı ilk kez 1817 yılında İngiliz hekim James Parkinson tarafından, “shaking palsy” (titrek felç) adı altında tanımlanmıştır. Günümüzde bu araştırmacının adıyla anılan ve bugünkü anlamda felç özelliği taşımayan hastalık, tanınması gereken en önemli ve en sık görülen parkinsonizm tipidir.

Hastalık 40 ila 75 yaşları arasında, sıklıkla da 60 yaşın üzerinde başlar. Kırk yaşın altındaki kişiler nadiren etkilenirler. Tüm Parkinson hastalarının sadece % 5 ila 10’unda hastalık başlangıç yaşı 20 ila 40 yaşları arasındadır. Hastalık genellikle sinsi başlar ve belirtileri yıllar içinde, son derece yavaş ama giderek artan biçimde ilerler. Hastaların çoğunda belirtiler tek bir beden yarısında ortaya çıkma eğilimindedir, ancak zamanla karşı beden yarısında da kendini gösterir. Hastalığın ilerleme hızı ile belirtilerin türü ve şiddeti hastadan hastaya değişiklik gösterecek şekilde farklıdır.

Parkinson hastalığının kadın ve erkekte ortaya çıkış sıklığı genellikle aynıdır. Dünyanın her yanında ve her türlü sosyoekonomik koşulda rastlanılan hastalığın çeşitli ülkelerde yapılan tıbbi çalışma sonuçlarına göre 50 yaşın üzerindeki toplum kesimlerinde yaklaşık 100 000’de 100 ila 300 arası sıklıkta görüldüğü saptanmıştır. 65 yaş üzerinde her 100 kişiden birinin Parkinson hastası olduğu anlaşılmıştır.
Hastalığın oluşma nedeni
Hastalık süreci, başlıca dopamin içeren substansiya nigra hücrelerini yok etmektedir. Bu hücrelerin hasara uğramalarının nedeni bugün için hala bilinmemektedir. Bunun rasgele bir durum olmadığı ve damar sertliği, zayıf kan dolaşımı, iltihabi ya da mikrobik kökenli değişikliklerden ileri gelmediği açıkça bellidir. Henüz keşfedilmemiş bazı maddelerin eksikliğinin ya da bilinmeyen bir toksinin bu hücre hasarından sorumlu olabileceği ileri sürülmüştür. 1982 yılında Kaliforniya’da sentetik eroin kullanan gençlerde Parkinson hastalığı belirtilerinin ortaya çıktığı gözlendikten sonra eroindeki zararlı maddenin “1-metil, 4-fenil, 1,2,3,6-tetrahidropiridin (MPTP)” yapısında olduğu ve bunun beyinde dopamin hücrelerini öldürdüğü kesin olarak anlaşılmıştır. Bu gözleme dayanarak kimyasal yapısı MPTP’ye benzeyen bazı maddelerin çevrede ya da bazı gıdalarda bulunabileceği ve hastalıktan sorumlu olabileceği görüşü doğmuştur. Konuyla ilgili yoğun araştırmaların sürdürülmesine karşın bugün için kesin kanıtlar henüz yoktur.

Nadir de olsa ailevi Parkinson hastalığı tanımlanmıştır. Kalıtsal özellikteki Parkinson hastalığına daha çok, hastalığı genç yaşta başlayan hastalarda rastlanır. Anne ya da babanın cinsiyeti belirleyenlerin dışındaki kromozomlarında varolan bir özelliğin baskın olarak çocuğa geçmesine otozomal dominant geçiş, çekinik olarak geçmesine otozomal resesif geçiş denilir. Genetik alanındaki bilimsel gelişmeler sonucunda, Parkinson hastalığında sırasıyla dominant ve resesif kalıtsal geçiş gösteren "sinüklein" ve "parkin" genleri belirlenmiştir. Günümüzde bu iki geni tespit eden bir çok laboratuar mevcuttur. Diğer yandan, genel olarak hastaların % 10 ila % 15’i yakınlarında Parkinson hastalığı bulunduğunu ifade etmektedirler, ancak muayene edildiklerinde söz konusu kişilerin yarısında farklı hastalıklar olduğu saptanmıştır. Böylece akrabalarında Parkinson hastalığı olan hastalar büyük bir oran oluşturmamaktadır ve bir ailede aynı hastalığın birden fazla kişide meydana çıkmış olmasının rastlantısal olduğu düşünülmektedir.

Karı-kocanın her ikisinde de Parkinson hastalığının % 2’den daha az sıklıkta görülmesi hastalığın bulaşıcı olmadığının göstergesidir. Eşlerin aynı çevreyi, aynı beslenme şeklini, hastalık ortaya çıkmadan yıllar önce paylaşmakta olmaları beslenmeye ait unsurların da hastalığa neden olmadığına işaret eder.

Parkinson hastalığına bir virusun yol açmış olabileceği olasılığı dikkat çekici bir varsayımdır. Bazı araştırmacılar tarafından kuluçka dönemi uzun olan bir yavaş virüs hastalığının sorumlu olabileceği ileri sürülmüşse de bugüne dek hiç bir virüsün varlığı gösterilememiştir.

Hastalığın nedenine yönelik araştırmalar bir çok ülkede halen yoğun olarak sürdürülmektedir. Özet olarak, Parkinson hastalığının nedeni bugün için henüz kesin olarak anlaşılmış değildir
PARKİNSON HASTALIÄžININ TEMEL BELİRTİLERİ


Titreme (Tremor)
Parkinson hastalığının titreme, kas sertliği ve hareket azlığı ile şekillenen üç temel belirtisinden en belirgini olan titreme genellikle hastanın doktora en sık başvurma nedenidir. Parkinson hastalarının yaklaşık % 80’inde titreme ortaya çıkmaktadır.

Titreme sıklıkla bir taraftaki elde, bazen de bir ayakta ortaya çıkar. Titreme tek bir parmağın titremesine sınırlı kalabildiği gibi bazen de dili, dudakları ve çeneyi etkileyebilir ancak baş veya ses titremesine yol açmaz.

Titreme ufak salınımlı, yukarı-aşağı basit kol ve/veya bacak hareketi şeklinde olabildiği gibi daha sıklıkla karmaşık bir hareket halini de alabilir. Ön kolun hafifçe dışa dönmesi, baş parmak ve işaret parmakların ileri-geri hareketleri ve elin bozuk para sayma ya da bir çakıl taşını baş parmak ve işaret parmak arasında yuvarlama hareketi şeklinde olabilir. Titreme ayakta ortaya çıktığı zaman pedala basma hareketini andırır.

Düzenli ve belli bir hızda olan titreme saniyede 5 ya da 6 vurumludur. Parkinson hastalığında etkilenmiş olan el veya ayak, diğer hastalıklarda görülebilen titremelere benzemeksizin, dinlenme sırasında titrer. Titreme uyku sırasında ve o uzvun harekete başlamasıyla kaybolur. Sinirlilik, yürüme, stres altında kalma ya da zihinsel faaliyetle aşırı meşgul olma titremeyi arttırır. Böylece aralıklı olarak ortaya çıkabilen titreme hastanın ruh halini yansıtabilir. Örneğin evde gazete okurken titremesi olmayan bir hastanın ziyaretçisi gelince titremesi tekrar ortaya çıkabilir. Titremenin bu yönü hastaların toplum içinde sıkıntıya girmelerine yol açmaktadır ve bir çoğu bu nedenle arkadaşları arasında olmaktan vazgeçmektedirler.

Hastalar gözle fark edilemeyecek kadar ince titremeyi bile hissedebilirler ve bunu titreşim hissi gibi algılarlar. Nadir olarak görülen karın kaslarının titremesi, içerde titreyen bir şey varmış gibi hissedilir. Diyafram veya göğüs kasları titremesi “çarpıntı” gibi hissedilir ve hasta kalple ilgili bir sorun olduğunu düşünerek ilgili hekime başvurur. Bu şekildeki titreme kalp elektrosunda (EKG ) saptanabilir.

Titremesi olan her kişinin Parkinson hastası olmadığını vurgulamak gerekir. Sağlıklı insanlarda korku, heyecan gibi stresli durumlarda ellerde, bacaklarda geçici olarak titreme ortaya çıkabilir. Bunun dışında her yaşta görülebilen ve “esansiyel tremor” adı verilen iyi huylu, ailevi bir hastalıkta, kollar öne doğru uzatılınca ellerde titreme olur. El titremesinin yanı sıra özellikle yaşlı hastaların başında da titreme görülebilir. Bu hastalığın bir çok özelliği gibi tedavisi de Parkinson hastalığından farklıdır. Bunun dışında titremeye yol açan çeşitli nedenler arasında bazı ilaçların kullanımı, tiroid bezinin aşırı çalışması veya beyincik hastalıkları sayılabilir.

Kas sertliği (Rijidite)
Bazı hastalar uzuvlarında sertlik hissinden yakınırlar. Bununla birlikte kas sertliği çoğu kez hastanın bir yakınması olmayıp hekimin fizik muayenede pasif harekete karşı olan bir direncin varlığını saptaması ile tanınır. Hekim hastaya gevşemesini söyleyerek, hastanın uzuvlarını eklem yerlerinden bir çok kez nazikçe gerer ve büker ve bu pasif harekete karşı eklem çevresinde direnç arar. Böyle pasif harekete karşı sürekli bir direnç bulunmasına “rijidite” denilir. Normalde kasların dinlenme halinde yumuşak ve gevşek olması gerekirken rijidite varlığında dinlenme halinde bile sabit biçimde gergin ve elle hissedilebilen belli bir sertlikte olduğu görülür. Parkinson hastalığında rijidite en sık el, ayak bileği, dirsek veya diz gibi eklemlerde saptanır.

Bazen kas sertliği hekim tarafından eklemde sanki “dişli çark” takılması varmış gibi hissedilir. Hastalar kas sertliğini yorgunluk, batma hissi, ağrı veya kramp şeklinde hissedebilirler. Omurga çevresi kasların sertliği oldukça seyrek görülür, sırt ağrısı ya da bel ağrısı yaratabilir ve genellikle öne eğik durmakla şiddetlenir. Baldır ve ayak kasları sertliği ağrılı kramplar şeklinde ortaya çıkabilir.

Hareketlerde yavaşlama (Bradikinezi)
Parkinson hastalığının belki de özürlülük yaratan en temel belirtisi olan hareketlerdeki yavaşlama yani “bradikinezi”, her hastada erken veya geç olarak gelişir. Hareket yavaşlığı günlük yaşamdaki faaliyetlerin tümünün belli bir yavaşlıkta olmasına yol açar. Hareketlerin düzenli aralarla tekrarı ve eklemlerin hareket açıklığı azalmıştır. Hastaların basit günlük işlerini yapma sırasında, örneğin düğme ilikleme, kravat ve ayakkabı bağlama, yazı yazma ve çatal-bıçak kullanma gibi incelik isteyen işlerde başlangıçta hafif derecede hissettikleri güçlük giderek artar. Zamanla istemli hareketlerin çoğunun yapılmasında, örneğin yemek yerken ve çiğnerken, alçak bir koltuktan doğrulurken, otomobile binerken ve inerken, yatakta bir taraftan diğer tarafa dönerken zorlanmalar dikkati çeker. Yukarıda sözü edilen istemli hareketlerin yavaşlamasının yanı sıra, gözleri kırpmak ve yürürken kolları sallamak gibi otomatik olarak yapılan, birbirinin aynı olan hareketler de azalır ya da kaybolur.

Hareket yavaşlığı ne çok kadar belirgin olsa da hastaların kas gücü, yani kuvveti normaldir. Hastanın bu yöndeki yakınması genel bir yorgunluk hali, örneğin yürürken ya da diş fırçalarken yapılması gereken ardısıra hareketlere kumanda ederken uzuvlarda hissettiği tutukluktur. Hareketlerdeki bu tür yavaşlık zamanla hastaları başkalarına bağımlı hale getirebilir. Yavaşlığı ağır derecede olan bir hastada titreme ya da rijidite bulunmayabilir.

“Akinezi” ise hareketsizlik anlamı taşır ve genellikle hastalığın ilerlemiş olduğu dönemlerde ortaya çıkar. Bu durumdaki Parkinson hastaları uzun süre izlendiğinde, gözle görülür bir hareket yapma yeteneğini yitirdikleri görülür: göz kırpma, doğal yüz ifadesini oluşturan hareketler (mimikler), oturuşu düzeltmek gibi yardımcı hareketler gözlenmez. Böyle hastalar sadece kıpırdamadan oturur ve sabit bir bakışla bakarlar.
PARKİNSON HASTALIÄžINDA TEDAVİ


Parkinson hastalığının uzun süreli, yavaş ilerleyici bir hastalık olması nedeniyle tedavisinde hastanın, ailesinin ve hekimin uzun yıllar iş birliği yapması gereklidir. Beraberce gösterilecek çaba hem hastanın kendisini rahatsız eden belirtilerin tatminkar bir şekilde kontrolünü, hem de hastanın hastalıkla birlikte daha iyi bir yaşam düzeyine kavuşmasını sağlayacaktır. Aile bireylerinin, özellikle eşinin desteği ve sevgisinin bu konuda ayrıca büyük bir katkısı olacağı da açıktır. Böyle bir yaklaşım yalnızca fizik olarak değil, psikolojik ve sosyal bakımdan da hastalığın hastadan götürdüklerini telafi etmekte yardımcı olacaktır. Bir nörolog ve bazı hastalar için bir fizyoterapist tarafından sorumluluğun üstlenilerek düzenli kontrollerle tedavinin sürdürülmesi en iyi yoldur. Hastanın daha iyi tedavi arama amacıyla hekimden hekime gezmesi zaman kaybına yol açabilir. Çünkü hastanın başvurduğu her yeni hekimin, uzun hastalık öyküsünü ve ilaçların belirtilere etkisini öğrenmek için yeterli zamanı olmayabilir.

Günümüzde Parkinson hastalığındaki belirtilerden sorumlu olan dopamin hücrelerinin hasarını onaracak kesin bir tedavi henüz bulunamamış olmakla birlikte, bu yönde yoğun çalışmalar sürdürülmektedir. Bu günkü tıp bilgileri ışığında, daha iyi bir tedavi bulunana dek ilaçların ömür boyu, düzenli olarak alınması gerekmektedir. Eğer ilaçlar hekimin tavsiyesi dışında kesilecek olursa, hastalık belirtileri er geç tekrar başlayacağı gibi, ilaçların ani kesilmesi seyrek TED olsa hayatı tehdit eden durumlara yol açabilir. İlaçlar kadar fizik tedavi veya egzersizler de sıklıkla yararlı olmaktadır. Parkinson hastalığında özel bir diyet veya vitamin tedavisi önerilmez. İlaçlar beyinde eksilmiş olan dopamini ya yerine koyar, ya da onun etkisini taklit eder. Kimisi de dopaminin kimyasal yolla parçalanmasını engelleyerek etkisini arttırır. Bir Parkinson hastasında tedavinin hedefi, öncelikle hastalığın seyri boyunca hastanın günlük yaşamında bağımsız olabilmesini sağlamaktır.

İleride değinileceği gibi hastalığın bazı özel belirtilerinin tedavisinde cerrahi yöntemlere de başvurulmaktadır.

Parkinson hastalığında tedavi seçiminde dikkat edilecek bazı noktalar vardır. Hastanın bulunduğu yaş, belirtilerin ağırlık derecesi, en fazla rahatsızlık yaratan belirtinin türü (titreme ya da hareket yavaşlığı gibi) veya hastanın günlük işlerini kısıtlama derecesi göz önüne alınarak uygulanacak tedaviler farklı olacaktır. Hastalık belirtileri aynı düzeyde olsa bile genç veya yaşlı hastalarda tedavi türü ve ilaç dozları farklıdır. Bunların dışında mesleğini sürdüren bir hastayla emekli bir hastanın tedavileri de az çok farklı olabilir. Örneğin mesleği spikerlik olan bir hastada konuşma bozukluğu, ya da mesleği gereği yazı yazması zorunlu olan bir kişinin elindeki titreme günlük aktivitesini bozmasa da mesleklerini sürdürmelerini engelleyebilir. Emekli bir hastada bu tür belirtilerin önemi biraz daha az olabilmektedir.

Parkinson hastalığının esas belirtilerinden olan titreme, hareket yavaşlığı veya kas sertliği özellikle hastalığın erken dönemlerinde Parkinson ilaçlarıyla tamamen düzelebilir, ya da büyük ölçüde azalır. Örneğin azalmış göz kırpma, yavaşlamış yutma, yürürken kolları sallamama ve yüzün azalmış mimik hareketleri gibi otomatik hareketler tedaviden genellikle yarar görür. Bazı hastalarda görülen alçak ses tonu ve konuşma bozukluğu, halsizlik, yürüme bozukluğu, el yazısı, ağızdan salya akması, yutma bozukluğu, aşırı terleme, ağrı ya da uyuşmalar da etkili tedavi ile düzelebilir.

En iyi tedaviye karşın hastalık yavaş ta olsa sürekli olarak ilerlediği için önceden tedaviyle düzelmiş olan bazı belirtiler zamanla tekrar ortaya çıkabilir veya zaman içinde yeni belirtiler eklenebilir. Örneğin bir vücut yarısında hafif titreme ve kas sertliği olan bir hastada, Parkinson hastalığı tanısı konarak tedavi başlandığı zaman bu belirtiler kaybolur, ancak yıllar sonra titreme aralıklı olarak tekrar ortaya çıkabilir ya da yürürken bir ayağını zaman zaman sürükleme eğilimi gibi yeni bir belirti eklenebilir. Bu durumda hasta sıklıkla aldığı ilacın etkisini kaybetmiş olabileceğini düşünür, veya ilaçlara karşı “alışkanlık kazandığını” zanneder. Oysa hastalık yavaş bir şekilde giderek ilerlemektedir ve ilaç dozunda hafif arttırma yapılırsa bu belirtiler tekrar kontrol edilebilecektir. Parkinson hastalığında uygulanan çeşitli tedaviler ile aynı hastada her belirti eşit olarak düzelmeyebilir, bazı belirtiler tamamen düzelirken bazıları daha az yarar görür, kimisi ise hiç düzelmez.



İlaçların yan etkileri


Bazı hastalar Parkinson hastalığında kullanılan ilaçlara karşı diğerlerinden daha duyarlıdır. İlaçların bazı yan etkileri hastaların bir kısmını pek az rahatsız ederken diğerlerini daha fazla rahatsız eder. İlaçların yararları kadar istenmeyen yan etkileri özellikle ileri yaştaki hastalarda, çok sayıda ilaç kullananlarda ve yüksek dozlarda ortaya çıkar. Genellikle tek bir ilacın dozunu ayarlayarak yapılan tedavi çok sayıdaki ilaçtan daha kolaydır. Ayrıca ikiden fazla ilaç tedavilerinde istenmeyen yan etkiler oluşursa, hangi ilacın sorumlu olduğu bilinmediği için hangisinin kesileceğini ya da azaltılacağını belirlemek zor olur. Tedavinin amacı istenilen etki ile istenmeyen yan etki arasındaki en iyi dozu bulmaktır. Genellikle zararsız olan yan etkiler ilacın günlük miktarının azaltılmasıyla düzelir. Bununla birlikte çoğu kez tedavinin ilk günlerinde beliren bazı yan etkiler doz değişikliği yapılmamasına karşın bir-iki haftada kaybolur. Eğer yan etkiler sürüyorsa ve ilacın dozu azaltılmak istenmiyorsa o zaman yan etkinin türüne göre düzeltici başka bir ilaç eklenebilir.
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 19 Ziyaretçi
  Tarih: 12-23-2024, 09:51 PM