| Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
| Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 330 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 325 Ziyaretçi Applebot, Baidu, Bing, GoogleBot, Yandex
|
| Son Aktiviteler |
Rabbinden Sana Vahyedilen...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
10 saat önce
» Yorumlar: 0
» Okunma: 6
|
Araf Suresi 157. Ayet. On...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-18-2025, Saat: 12:06 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 16
|
İnancını Bu Dünyada Sorgu...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-16-2025, Saat: 03:19 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 22
|
Bizler İnatla, Atalarımız...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-15-2025, Saat: 05:11 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 23
|
Atatürk'ün Çocukluk Anıla...
Forum: Hayatı ve Anıları
Son Yorum: Serdar102
11-15-2025, Saat: 02:39 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 26
|
Ali İmran 78 -79. Ayetler...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-14-2025, Saat: 03:50 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 23
|
Günün Şiiri
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 10:13 AM
» Yorumlar: 9
» Okunma: 2,325
|
Adı Bende Saklı Sevgili.
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 09:41 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 28
|
Enfal Suresi 12. Ayet. ”V...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-12-2025, Saat: 04:03 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 27
|
Kendi Uydurmalarını Allah...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-09-2025, Saat: 04:22 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 40
|
|
|
| Kur'anı öğrenmeye çalışan kimsenin, dikkat etmesi gereken konuları. |
|
Yazar: halukgta - 09-03-2011, Saat: 10:41 AM - Forum: İslam
- Yorumlar (2)
|
 |
Bizler eğer Müslüman olduğumuzu söylüyorsak, Rabbin sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği Kur’anı, anlayarak ve üzerinde düşünerek imtihanımızı vermeliyiz, çünkü bu yolu öneren mülküm sahibi Rahmandır. Bu Dünyada imtihanda olduğumuzu söylüyorsak, bu imtihana bizzat kendimizin hazırlanması gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Yani imtihanımızı başkalarına havale etmekle aldığımız riskin büyüklüğünün, korkusunu hem bedenimizde hem de ruhumuzda hissetmeliyiz.
Birileri bizlere, siz Kur’an dan anlayamazsınız, hüküm çıkartamazsınız diyerek, Rahmanla aramıza girmeye çalışıyor ve bizleri beşeri kitaplara yönlendiriyorlarsa, şunu asla unutmayalım, bunun tersini söyleyenlerin, bizlerden gizlemeye çalıştığı çok şeyler var demektir. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım, ayetlerin üzerinde düşünün diyorsa bizlere, o kitap asla zor anlaşılır olamaz, hele bu rehber Allah katından geliyorsa. Bunları söylemek Rabbin adaletini sorgulamak demektir, bunu da unutmayalım.
Kur’an dan nasıl istifade etmeliyiz, kur’an dan nasıl faydalanmalıyız konusundaki sorulara, çok güzel bir cevap olduğunu düşündüğüm, aşağıda İmam Kurtubi nin bir düşüncesini, sizlere hiç yorumsuz aktarmak istiyorum. Her mezhebe, düşünceye saygısı olan bu âlim kişinin, aşağıdaki sözlerinden sanırım çıkaracağımız çok dersler olacaktır.
(İmam Kurtubi, El Cemiul li-Alkami’l Kur an adlı tefsir kitabının mukaddimesinde [b]"Kur’anı Öğrenen Kimsenin Dikkat Etmesi ve Gafil Olmaması Gereken Hususlar" konusunda şunları söylüyor:
"Ezberinden Kur’ân-ı Ke-rim’in farz ve hükümlerini ezbere okuduğu halde, okuduğunun ne anlama geldiğini bilmeyen kimsenin, bu durumundan daha çirkin ne olabilir! Böy­le bir kimse, anlamını bilmediği şey ile nasıl amel edebilecektir? Okuduğu Kur’ân’ın incelikleri hakkında kendisine soru sorulduğu halde bunları bilme­mesi ne kadar çirkindir? Bu durumda olan kimse, olsa olsa koca koca kitap­lar yüklenmiş eşeğe benzer."[/b]
Kur an Resullah’a hakkı batıldan ayıran, hidayet kaynağı, İnsanlara dosdoğru yolu gösteren bir rehber olarak vah yedildi. Kur anı okumaktan bazı Müslümanlar yalnızca kitapta yer alan Arapça lafızların tecvid kurallarına uygun olarak seslendirilmesini anlıyorlar. Arapça bilmeyen bir Müslüman ın yalnızca Kur an harflerini tecvid kurallarına göre seslendirmesi, Kur anın vah yediliş gayesine uygun bir Kur an okuma olamaz. Şuursuz ne dediğinden habersiz bir seslendirme, nasıl kur anın İlk ayeti olan "ikra/oku" emrinin karşılığı olabilir?)
Bu güzel yazıdan, fikir ve düşünceden gereken dersleri çıkarmamız dileklerimle.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
| Bozulan bir orucun kefareti, 60 gün oruç tutmak mıdır? |
|
Yazar: halukgta - 09-02-2011, Saat: 11:12 PM - Forum: İslam
- Yorumlar (1)
|
 |
Bizler İslam ı yaşarken, ne yazık ki söylenenleri, hiç araştırma gereği duymadan iman ediyor ve sonucunun ne olacağını bilmediğimiz yoldan gitmekte, hiç sakınca görmüyoruz. Hâlbuki Allah emin olmadığınız bilgilerin ardı sıra gitmeyin sorumlu tutarım, diye bizleri uyarmıyor muydu?
İşin daha da vahimi, Rahmanın sizler için kolaylaştırdım dediği kitabı, rehberi görmezden gelip, bizlere öğretilen rivayetlere, hiç kuşku duymadan, Allahın kitabına danışmadan dini öyle zorlaştırıyoruz ki, doğrusu tüm bunların hesabını Rabbim e nasıl veririz bilemiyorum. Bakın Allah aşağıdaki ayetin benzerini Kur’an da birçok kez tekrar ederek, acaba bizlere ne anlatmak istiyor olabilir dersiniz?
Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?
Allah yemin ederek birçok kez, acaba gönderdiği Kur’an ı kolaylaştırdım dedikten sonra, bizlerin bazı nefsi küçük hatalarından kaynaklanan suçlar için, büyük cezalar verir mi? Örneğin nefsimize yenilip sebepsiz bozduğumuz orucun karşılığı olarak, 60 gün oruç tutacaksın der mi? Yoksa bu derece fazla oruç cezaları, kendi şahsi ibadetlerimizin dışında, daha kötü büyük suçlar için mi örnekler verilmiş Kur’an da, gelin onları Rahmanın zikrinden anlamaya çalışalım.
Hepimiz biliriz Ramazanda orucumuzu rahatsızlık halinde bozmamız durumunda, daha sonra tutmamız gerektiği Kur’an da apaçık yazar. Yine oruçluyken hastalık ya da zorunlu bir neden yokken bozanlar içinde, 60+1=61 gün tutulması gerektiği hükmü Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, rivayet hadislerde geçer. Bu bilgilerin, hükümlerinin de peygamberimize ait olduğu anlatılır. Acaba gerçekten nefsine yenilip, kasti orucunu bozan bir insan, 61 gün Kefaret orucu tutması gerekiyor mu? Bu sözler peygamberimize ait olabilir mi? Gelin yine peygamberimizin bizlere öğütlediği yolu, yani benim adıma uydurulacak sözleri, Kur’an ile karşılatırınız ki, benim sözüm olup olmadığını anlayasınız, önerisinden yola çıkarak, Kur’an dan araştıralım. Bu hükme Kur’an onay veriyor mu? Önce yazacağım şu ayetleri dikkatle düşünelim.
Nisa 28: Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok [b]zayıf yaratılmıştır.[/b]
Kehf 54: Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır
Yukarıdaki ayetler çok dikkat çekici ve düşündürücüdür. Allah yarattığı kulları için çok zayıf yaratılmışlardır, onun için sizlere hafiflik, kolaylık getirdim dedikten sonra, acaba nefsine yenik düşüp orucunu nedensiz bozan kuluna, bozduğu oruç kadar mı tutmasını ister, yoksa 60 gün tutacaksın diye cezamı verir? Devamındaki ayette insanın ne denli kanıtsız mesnetsiz, emin olmadan tartıştığına, güzel bir örnektir.
Allah ın kolaylaştırdığı İslam dinini, nasıl zorlaştırdığımızın lütfen artık farkına varalım. Bunları yaparak tüm âleme indirilmiş Kur’an ı toplumlara anlatıp, onları İslam dinine davet edemeyiz. Bizler dinimizi en büyük kesin kanıt KUR’ANA göre yaşamalıyız ki, gerçek İslam ın tadına varalım, ruhunu keşfedelim, ondan fayda sağlayalım. Allah bir konuda hüküm vermiyorda susuyorsa, mutlaka bizlere bir rahmettir, kolaylıktır bunu da unutmayalım.
Önce bazı ayetleri hatırlayalım. Allah birçok kez ayetinde, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki, anlayasınız diyordu. Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık diyerek, Allah asla unutucu değildir diye de uyarıyordu bizleri. Yine birçok ayetinde, yemin olsun ki sizlere, gerçeği açık seçik, detaylı anlatan ayetler indirdik diye de üzerine basa basa açıklamıştı. Çok daha net açık olarak ta, SİZLERİ BU KİTAPTAN HESABA ÇEKECEÄžİM, diye son noktayı koyduğu ayetleri hepimiz çok iyi biliriz. Hepimiz bu ayetlere iman ediyorsak ve uygulamada da yaşamımıza geçirebiliyorsak, işte o zaman biz Müslüman’ız diyebiliriz.
Şimdi Kur’an a bakalım, oruç konusunda ve tutulmayan oruçlar konusunda Rabbim neler söylüyor.
Bakara 184: (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.
Bakara 185: Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır.
Yukarıdaki iki ayette baktığımızda, Allah oruç tutulmaması gereken koşulları sayıyor. Hasta ve yolculuk hali dışında oruç tutun çünkü bunu yapmanız sizin için en doğru olanıdır diyor. Üzerinde yine dikkatle düşünmemiz gereken cümle, Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez sözleridir. Bunları söyleyen Allah, bir orucu nefsimize hâkim olamayıp bozduğumuzda, bunun yerine 60 gün tutacaksın diyor olabilir mi? Deseydi diğer hükümleri gibi, bunu da apaçık yazmaz mıydı? Ayette geçen, dikkat çeken bir hüküm ise, Tutulmamış olan günleri tamamlamamızı istiyor Rabbim. Sizce bu cümle, sorduğumuz soruya apaçık cevap vermiyor mu?
Dikkat ederseniz daha farklı bir hüküm verilmemiş. Örneğin orucunu kasti bozan, bozduğu günden fazla şu kadar tutsun diye tek bir hüküm yok. Yok olduğunu açıkça gördüğümüz halde, bizler bakın bu konu eksik kalmış deme hakkına sahip miyiz? Yoksa verilmeyen bir hükümden, sorumlu olmayacağımızı mı anlamalıyız? İşte bu soruyu kendimize eğer doğru sorarsak, doğru cevabı da alırız.
Oruç konusunda, önemle istenen, daha sonra sayının tamamlanmasıdır. Ayete dikkat ettiğimizde, hiç oruç tutamayacak durumda olanlar içinde, bir açıklama var. Bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermek. Fakat Allah bu yola keyfi sapmamamız içinde, Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır diyor. Buradan da anlaşılıyor ki Allah, bizleri oruç tutmaya en güzel bir yöntemle davet ediyor.
Tüm bunları düşünürken aklıma şöyle bir soru geldi. Allah acaba orucunu iradesine yenik düşüp bozan, ama daha sonra tutan bir insana, neden bir Kefaret, yaptırım getirmemiştir. Çünkü oruç insanın şahsına ait bir ibadettir, kendisine fayda sağlaması için Allah ın emrettiği bir ibadet yapılmadığında, ancak yapılması gereken kadar yapılması istenmesi, sizce çok normal değil mi? Örneğin namaz kılmayan bir insana, ya da namazını önemsiz nedenden yarım bırakana, misliyle kılma cezasını nasıl Kur’an vermiyorsa, orucunu tutmayan ya da nedensiz bozan bir insanda, ancak tutmadığı kadarından sorumlu tutulacaktır. Bunun aksini Kur’an söylemediği takdirde, kendimizce hükümler koyamayacağımızın bilincinden olmalıyız.
Tabi bunları düşünürken yine peygamberimizin, bizlere doğru yolu gösteren o güzel akıl dolu hadisi aklıma geldi. Bakın ne kadar anlamlı ve bir o kadar Kur’an ın özüne yöneltiyor bizleri.
Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın.
Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403
Ne dersiniz dostlar, bu güzel sözler sizce her şeyi açıklamıyor mu? Bu konuda emin olmak için Kur’an dan delil arayalım ve bu bağlamda üzerinde birlikte düşünelim. Acaba Allah bu tür konularda detaya girmemiş ve buna benzer konuların hükümlerini peygamberimize bırakmış olabilir mi diye düşünürken, hemen aklıma yazımızın başında hatırlattığım ayetler geldi. Allah her konuda değişik örnekler verdik diyordu. Biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık dedikten sonra, sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diye de apaçık belirtmişti.
Allah Kur’an da birçok ayetinde, Peygamberinize uyun dedikten sonra, peygamberimiz de yalnız bizleri Kur’an ile uyaracağı tembihini almıştı hatırlayınız. Hatta sana indirdiğimle onları uyar, sakın hiçbir şey ilave etme yoksa görevini yapmamış sayarım diye, kesin talimat vermişti Rabbim elçisine. Bu durumda Allahın vermediği bir hükmü, peygamberimizin verdiğini söyleyenlere inanmamızda büyük hata olacaktır. Allah unutucu değildir. Bu yanlışları yaparak elçisini HÂŞÃ‚ eksik tamamlar konumuna getirmek, günahların en büyüdür.
Gelin Kur’an a danışmaya devam edelim ve her şeyden nice örnekler veren Rabbin verdiği, diğer örneklerden dersler çıkaralım birlikte.
Nisa 92: Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğerki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.
Aslında yukarıdaki ayet, biraz düşünene çok şeyler anlatıyor. Yanlışlıkla bir cana kıyan bir insanın kefareti anlatılıyor detaylı bir şekilde. En sonunda tüm bunları yapamayanın hükmünü bakın nasıl veriyor Rabbim. Tövbenin kabulü için iki ay, peş peşe oruç tutması gerekir diyor.
Şimdi bu örnekten yola çıkarak, birlikte düşünelim isterseniz. Yüce Rabbim yemin billâh ederek, sizler için kolaylaştırdım dediği bir dinde, kasti nefsimize yenilip bozduğumuz bir oruç ile yine yanlışlıkla dahi olsa öldürdüğümüz, cana kıydığımız bir insana karşılık verilen Kefaret, ceza orucu aynı olabilir mi? Allahın verdiği aklı kullanmasını bilen, doğru sonuca ulaşacaktır.
Yine Rabbin rehberinden örneklere bakalım. Mücadile 4. ayetin öncesinde. Allah kadınlarına zıhar edip, yani eşlerini boşamak için sudan nedenler uydurup, boşadıktan sonra, pişman olup tekrar geri almak isteyenlerin, yaptığı hatalı davranışlarına karşılıkta Rabbim, bir köleyi azat etmeleri yani özgürlüğüne kavuşturmalarını istiyor. Bu imkânı bulamayanlar içinde bakın nasıl bir Kefaret, sorumluluk yüklüyor.
Mücadile 4: Özgürlüğe kavuşturma imkânını bulamayan, ilişkiye girmelerinden önce, aralıksız iki ay oruç tutacaktır. Buna da gücü yetmeyen, altmış yoksulu doyuracaktır. Bütün bunlar Allah'a ve resulüne inanasınız diyedir. Ve işte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Küfre sapanlara korkunç bir azap vardır.
Allah, eşlerine kendi nefsi arzularının esiri olup, yoktan sebeplerle, keyfi nedenlerle boşamaya çalışanlara, bakın nasıl çok sert bir ceza öngörüyor. Elbette bu ceza kadının haklarını korumak adına verilen, çok dikkat çekici ve düşündürücü bir cezadır. Sizce bu büyük yanlışları yapanlarla, kendi nefsine yenilerek bir orucunu bozan, ama daha sonra tutan bir insanla aynı cezayı alması, Rahmanın adaletine uygun düşüyor mu? Düşmediği çok açık, çünkü Allah bu konuda biz kullarına rahmetini, bağışlayıcılığını gösteriyor ve bu tür nefsi hatalarımıza Kur’an da bir ceza, kefaret öngörmüyor. Şükürler olsun sana Rabbim.
Kur’an a bakmaya devam edelim.
Maide 89: Allah sizi yeminlerinizdeki boş lakırdıdan ötürü hesaba çekmez, ama bilinçli olarak gerçekleştirdiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutar. Böyle bir yeminin kefareti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinizde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredebilesiniz.
Yukarıdaki ayette anlatılmak istenen çok ciddi bir konu var. Allah konuştuğunuz boş sözlerinizden, lakırdılarınızdan değil ama Allah ı şahit tutarak, onun adını kullanarak ettiğiniz yemin, yani verdiğiniz sözlerinizden, sizleri sorumlu tutarım diyor ve yapılması gereken kefareti açıklıyor. Dikkat ederseniz maddi gücü olmayıp onları yapamayanlara da üç gün oruç tutması gerektiğini belirtiyor. Yine burada ki yapılan yanlışı düşünelim. Bir insan yaptığı bir işte ya da karşısındaki bir insana, Allah ı şahit gösterip yemin etmiş ise, buna sadık kalınmasını istiyor. Hem Allah ı şahit göstereceksiniz, yemin edeceksiniz, hem de sözünüzü tutmayacaksınız. Bakın burada dahi en son tutulacak oruç 3 gün. Değerlendirmesini ve yorumu nu sizlere bırakıyorum.
Mümin suresi 40. ayetinde Allah bakın ne diyor bizlere, ("Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıyla [b]cezalandırılır )[/b].Kur’an ın adaletinin temeli aşağıdaki şu ayetlerde çok net anlaşılmaktadır.
Enam 160: Kim bir güzellikle gelirse ona, getirdiğinin on katı var. Kötülükle gelene ise yaptığının kadarından fazla [b]ceza verilmez[/b]. Onlar, haksızlığa uğratılmayacaklardır.
Bakara 179: Ey aklı ve gönlü işleyenler, [b]kısasta sizin için hayat vardır[/b]. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.
Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, yaptığımız hatanın, yanlışın aynı misliyle karşılık verilmesi, Kur’an ın adalet anlayışını göstermektedir. Örneğin Nisa 92. ayette yanlışlıkla bir adam öldürenin cezası çok farklı anlatıldığı halde, kasti adam öldürenin cezası Bakara 178. ayette kısas emrinin uygulanması istenir. Daha birçok ayetinde Allah, yapılan kötü olayların, suçların akışına ve oluşumuna göre, misliyle ya da hafifletilerek verilmesi anlatılır.
Tüm bu ve buna benzer Kur’an ın adaletini göz önünde bulundurduğumuzda, sizce bir gün orucunu nefsine yenik düşüp, nedensiz bozanın, 60 gün oruç tutması gerektiğini, Allah istiyor diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz, zaten böyle bir hükümde Kur’an da asla yoktur. Bu düşüncede Kur’an ın adalet anlayışına ters düşer. Kur’an da ki cezalar ve kefaret kişinin karşısındaki kişiye yapılan suçlar için verilmiştir. Bir insanın kendi sorumlulukları ile ilgili hükümlerini yapmaması, yerine gereği gibi getirmemesi, zaten kendisine zarar vereceğinden, ayrıca bir cezaya yada kefarete gerek olmadığını Kur’an dan anlıyoruz. Zaten bunları yerine getirmemekle bizler alacağımız cezayı almış, namazın, orucun getireceği güzelliklerinden, faydasından, nefsi terbiyesinden gerekli yararları sağlayamamışız demektir. Yani bu durumda cezamızı kendimiz kendime zaten vermişiz.
Peygamberimiz Şura suresi 15. ayetinde, ben Allah'ın indirdiği Kitap’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum diyor. Daha sonra gelen ayet üzerinde lütfen dikkatle düşünelim.
Şura 16: Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.
İşte bizler tartışmaya girdiğimiz bu konuda, o kadar boş şeyler söylüyoruz ki, ahhhh bir farkında olabilsek. Bizler Kur’an a iman ettik diyor ve daveti kabul ediyoruz. Allah bu davetinde sizleri, KUR’ANDAN sorumlu tutuyorum diyor, ama bizler davete sadık kalmayıp, Allahın asla hüküm vermediği onca bilgininde ardından gidip, bunlarda Allah katındandır diyerek, büyük yanlışlar yapıyoruz. Ayetin sonunda böyle yapanlara, Rahmanın cevabını lütfen çok iyi değerlendirelim.
(Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.)
Ayeti doğru anlamaya çalışalım. Bu çetin azap, iman etmeyenler için değil. İslam a daveti kabul ettikten sonra, Allah ın vermediği bir hükmü Allah a iftira atarak, bunlarda Allah katındandır diyerek, dinde fitne çıkaran tartışmacılar için söyleniyor. O kadar büyük yanılgı içindeyiz ki, sanırım bu yanılgımızı bu Dünyada fark etmemiz çok zor olacak gibi görünüyor. Çünkü akıl devre dışı kalmış, Kur’an yüksek bir yere asılmış ve anlaşılmadan okuma yarışmaları ile oyalanıp gidiyoruz. Beşerin ciltlerce dolusu kitapları revaçta, onlar okunur olmuş. Siz Kur’anı anlayamazsınız, bu kitaplar ya da şu ya da bu veli kişi, en doğru anlamıştır diyerek, bölünmüş parçalanmış bir şekilde emin olmadığımız bilgilerin peşinde, hesap gününe doğru hızla yol alıyoruz. Allah yardımcımız olsun.
Allah vakıa suresi 95. ayetinde, İşte budur, o tartışmasız, o kesin gerçek, dediği sözlerini duyan yok artık. Çünkü Allah ın nuru arasına giren beşer, Kur’anın aydınlığının gönlümüze dolmasına mani oluyor. Allah ın tartışmasız gerçek dediği kitabına bizler, bu kitapta her şey yoktur, özet bilgiler vardır diyerek, saygısızlığın en büyüğünü zaten yapmışız. Şunu sakın unutmayalım, Allaha saygısızlık yapanları, Kur’anı apaçık tebliğ aldıktan sonra, bu konuda tartışmaya girenlerin sonunu sakın unutmayınız. Tekrar hatırlatmakta sanırım büyük yarar var.
(Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.)
Dilerim Rabbim den, İslam a daveti kabul ettikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girmeyen, aldığı tebliği gereği gibi anlamaya, yaşamaya çalışan kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
| Eylül'ü Düşlerken |
|
Yazar: acemhe - 09-01-2011, Saat: 10:26 PM - Forum: Aşk (Genel)
- Yorumlar (3)
|
 |
[INDENT][INDENT]
Bu hayatımın yirmi dördüncü Eylül'ü...
Annemin söylediği ninniler kadar içten ama gökyüzüne uzanan umutlar kadar soğuk ve uzak bir Eylül sabahı...
Odamın ve yüreğimin pencerelerini sonuna kadar açmış; şehri böylesine sessiz böylesine yalnız bulmanın tadını çıkarıyorum... Uzaklardan kulağıma gelen birkaç simitçi sesi de olmasa bu koca binalar arasında bir başıma kaldığımı düşüneceğim... Neyse ki güneş ışıklarıyla günü başlattığı gibi içimi de ısıtıyor ve beni taş duvarların soğukluğundan kurtarıyor...
Her ne kadar gündüzleri bana hayata mahkum olduğumu hatırlattığını bahane edip ruhsuzlukla suçlayarak mutluluk ümitlerimi geceye bağlasam da bugün onun karanlık gecelerden çok daha vefalı olduğunu anladım. Çünkü hiç olmazsa güzdüzleri başımı sonsuz maviliğe çevirdiğimde göremeyeceğim endişesiyle bakmaktan çekindiğim kayıp yıldızlar yok gökyüzünde...
Bu hayatımın yirmi dördüncü Eylül'ü...
İçimin mevsimiyle şehrin mevsimi tam bir uyum içinde bugün...
Sanki bir türlü geçmek bilmeyen zamanlarda zamansız yaşıyorum...
İçimde sadece Eylül...
Eylül rüzgâra kendini kapatıvermiş sararan yaprakların hüznü...
Eylül yüreğimin susuz köşelerinde solmaya yüz tutmuş bir çiçeğin yağmura olan hasreti...
Eylül gözyaşlarına aşina bir mevsimin belki de dökülmemiş tek bir damlası...
Şimdi yüreğim bir hazan mevsimini yaşamak için birinci sınıfa henüz başlayan bir çocuk kadar heyecanlı ve hazır...
İçimde boşalmayı bekleyen gözyaşlarım yüzümde hüznün kenarlarını çevrelediği sınırlı bir tebessüm...
Yorgun sonbahar gecelerinde yine mutluluğuma denk tutacağım birkaç yağmur damlası var hayalimde...
Bir tek hüzne gerek duymuyorum...
çünkü biliyorum ki benim adım "hüzün"
"HAYAT EYLÜL DÜŞLERİYLE DEÄžİL GERÇEKLERİN KATI PRENSİPLERİYLE İŞLER..."
BU YİRMİDÖRDÜNCÜ EYLÜL, BU EYLÜL, HÜZNE ELVEDA DİYE FISILDIYOR..[/INDENT][/INDENT]
|
|
|
| Bilmiyorsun… Çok Özledim… * Candan Ünal |
|
Yazar: acemhe - 09-01-2011, Saat: 10:12 PM - Forum: Makale
- Yorum Yok
|
 |
[INDENT][INDENT]
Ne zaman aklıma düşsen demek isterdim ama uykumda bile hiç durmadan seni düşünüyorum. Seni unutacağım anlar için dua ediyorum. Film seyredemiyorum mesela, kitap okuyamıyorum, her şey sana dair, sana ait, yıkılıyorum.
Sen gittikten sonra sözsüz kaldı dilim, neredeyse hiç konuşmuyorum. Yüreğime söz geçirmeye çalışıyor aklım; onu da beceremiyorum. Bilmiyorsun… Çok özledim…
Hep elim telefona gidiyor, bir duysam sesini, nefesini dinlesem, ona da razıyım. Ölüm kadar sessiz evim, yüreğimin kavuran ateşine inat gibi, buz kesmiş dudaklarım.
Yokluğun kokuyor her yanım, yokluk kokar mı diyeceksin? Kokar; köhne, rutubetli, bakımsız bekar evi gibi kokar. Havalandırılmamışsa yürek, sigara gibi kahır çekmişse içine kokar.
Aslında gözlerinin içine baka baka, haykırarak söylemek isterdim ama gelmeyişinin akla yatkın olmayan sebeplerine kandığımdan susuyorum. Oysa bilmiyorsun, çok özledim…
Dilimin ucunda duruyor gibisin, burnumun direğinde, avucumun içinde, elimin tersinde, aklımın köşesinde, yüreğimin karanlık yerinde, ruhumun derinliğinde, oralarda bir yerlerdesin. Kim arasa yok diyorum ama biliyorum, gecemsin, gündüzümdesin.
Sana yüz çevirmek de vardı elbet, elim kolum bağlı olmasaydı sevdayla. Nefes alırken zor geliyorsa hayat; yokluğundan, bilmelisin. Ayrıca bilmelisin ki; çok özledim…
Candan Ünal
[/INDENT][/INDENT]
|
|
|
| Peygamberimiz hayatında, hiç ESNEMEMİŞ olabilir mi? |
|
Yazar: halukgta - 08-29-2011, Saat: 06:16 PM - Forum: İslam
- Yorumlar (1)
|
 |
Günümüzde bizler Kur’an dan habersiz, din adına öyle şeylere inanıyoruz ki, bunu akılla, mantıkla, Kur’an ile izah etmek mümkün değil. İçimize fitne sokan, İslam ı yozlaştırmak adına içimize girmiş Yahudi fitnesi, bu konuda çok ustaca çalışmış ve de başarılı olmuştur.
Sizlere bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Lütfen bu örnekten yola çıkarak, bu söylenenleri değerlendiriniz, daha sonrada buna benzer yüzlerce hatta binlerce yanlışın ardı sıra nasıl gittiğimizin de değerlendirmesini, lütfen kendi nefsinizde yapınız.
Aşağıdaki rivayet bilgileri, günümüzde çok güvenilen Buhari ve Müslim in hadis nakillerinden alınmıştır. Lütfen aşağıdaki sözleri önce değerlendirelim, daha sonra da, günümüz ilminin esneme konusuna verdiği cevaba bakalım. Acaba birileri İslam inancına ne fitneler sokmuş, farkına vara bilecek miyiz?
(Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali
Bu hal bir bakıma dalgınlık ve gaflet haline benzer Bu ise Müslüman a pek yakışır bir durum değildir
Bunun için Hz Peygamber (s a s ) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Allah (c c ) aksırmayı sever fakat esnemeyi sevmez Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse bunu işiten Müslümanların "yerhamükellah " diye karşılık vermesi gerekir Esneme ise şeytandandır Bunun için esneme ihtiyacı duyan kişi, mümkün olduğu kadar buna mani olsun Çünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler" (Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî Edeb, 1 4; Nesaî, Cenâiz, 52)
Şeytanın gülmesinden maksat esneyenin içine düştüğü gaflet ve bitkinlik hali ile gülünç durumundan şeytanın hoşlanmasıdır
Zaten inanan bir kişinin başına gelecek her kötülük, şeytanı memnun eder ve onu güldürür
Şeytanı güldürmemek için kişinin esneme belirtileri olunca; hareket ederek elini yüzünü yıkayarak abdest alarak yorgunsa dinlenerek, bu gaflet halinden kurtulmaya çalışması gerekir
Bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulunamazsa esneme halinde ağzın el veya başka bir şeyle kapatılması İslâmi edep gereğidir Bir yazıda şöyle bir soru sorulmuş: Peygamberimiz (S A V) esnerken ağzını sol eli ile mi kapatırdı sağ eli ile mi? Cevabı şu; Hiçbiri
Çünkü Peygamberimizin (S A V) esnediği hiç görülmemiştir
Namazda esnemek şeytandandır. [b][Buhari][/b]
Yukarıda yazılanları ben değerlendirecek değilim. Doğru olup olmadığını, aklı olan zaten anlayacaktır. Sorgusuz sualsiz iman etmeninde, ne denli büyük bir yanılgı olduğunu, bizleri Allahtan nasıl uzaklaştıracağını da fark edecektir.
Şimdide gelelim bugünün ilmine, bakalım ESNEME konusunda yaptığı araştırmalar, da ne gibi sonuçlara ulaşılmış.
(Henüz doğmamış bir bebek bile, 11. haftadan itibaren anne karnında esnemeye başlar. Doğduktan sonra, son nefesimizi verene dek ortalama 250.000 kez esneriz. Bu "çene esnetme egzersizi", aslen ciğerlerimizin çalışmasını düzenleyen koruyucu bir reflekstir. Ciğerlerimizde bulunan keseciklerin (karbon dioksit-oksijen dönüşümünün yapıldığı kesecikler) çökmesini önler.)
(Esneme nedir? Neden yapılır?
Esneme istemsiz olarak kademeli nefes almaları takiben kademesiz ve derin bir nefes vermedir. Alt çene ileri derecede açılır ve boyun adaleleri kasılır.
Oluşunun sebebi; kanda birikmiş CO2′nin atılmasını temin etmek için boynun büyük toplardamarlarına baskı yaparak kanın temizlenmek üzere kalbe dönümünü hızlandırmasıdır. )
(Esnemek görme gücünü artırıyor...
Çinli bilim adamları yorgunluğun sinyali olan bazı hareketlerin, sadece uyarı anlamı taşımadığını, yapılmaları halinde organlara faydalı olduğunu bildirdi.
Çin Uluslar arası Radyosu'nun haberine göre, esnemek göz kaslarının gevşemesine yardımcı olduğu gibi, gözdeki kan dolaşımını da hızlandırabiliyor, gözü parlatıyor ve rahatlatıyor.)
(Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aksu, sadece uykusu gelenin esnemediğini kaydetti. Prof. Dr. Aksu, esnemenin kandaki oksijen oranının düşmesi sonucu ortaya çıktığını belirtti. Aksu, esnemenin yalnızca insanlara özgü olmadığını, kuşlar ve memelilerle, bazı sürüngenlerin de esneyebildiğini söyledi. İnsanlarda esnemenin anne karnında 11'inci haftada başladığını ifade eden Prof. Dr. Aksu, "Vücudun oksijen gereksinimi koşullara bağlı olarak gün içinde değişir. Organizmanın artan oksijen ihtiyacı esneme ile karşılanır." dedi.)
(Yeni yapılan araştırmada ortaya çıkan bulgular, yorulduğumuz zaman niçin esnediğimizi açıklıyor. Esnemek, beyni serinletiyor ve daha randımanlı çalışmasını sağlıyor.
Esnemenin birincil amacı beyin sıcaklığını kontrol altına almak olduğunu açıklayan araştırmacılar, ortaya çıkan bulguların uykudan önce ve sonra niçin esnediğimiz, niçin belirli hastalıkların esnemeye yol açtığı, burundan nefes aldığımızda ve alnımız serinleyince esnemenin niçin durduğu gibi esneme hakkındaki çeşitli sırları çözdüğünü belirtiyorlar.
Binghamton Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde araştırmacı Andrew Gallup, "Beyin bilgisayarlar gibidir. Serinlediği zaman daha iyi çalışır. Esnemek de beyni serinletiyor ve dolayısıyla daha randımanlı çalışmasına yol açıyor. Başka bir deyişle esneme bilgisayarlardaki vantilatörün işlevini görüyor" dedi. )
Ne dersiniz, yazımın başında sizlere hatırlattığım rivayet bilgiler, sizce doğru olabilir mi? Peygamberimiz hayatında hiç esnememiş olabilir mi? Esnemek, sizce şeytandan mıdır, yoksa Yüce Rabbimin yarattığı kullarının en önemli ihtiyacımıdır? Yorum sizlerin.
Bizlere düşen Allahın rehberiyle yatıp, Allahın rehberiyle kalkmak olmalıdır. Eğer bunu yaparsak, dine nifak sokmaya çalışanlar yanımıza bile yaklaşamazlar. Yok eğer, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlere kanıp, onu yüksek bir yere asmış isek, birde üstüne üstlük Rabbin sakın velilerin ardına düşmeyin uyarısını göz ardı edip veliler, şeyhler edinmişsek, işte o zaman akı kara, karayı ak görmemiz kaçınılmaz olacaktır.
Dilerim Rabbimden Kur’an ı rehber alan, onu anlayarak okuyup, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanan, kendi imtihanına bizzat kendisi hazırlanmak adına, çaba gösteren kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
| Seni Seviyorum {Aşkıma, MaSaL'ıma} |
|
Yazar: CaNaT - 08-29-2011, Saat: 10:32 AM - Forum: Seni Seviyorum
- Yorumlar (2)
|
 |
Şu koca kentin sokaklarında yürüyorum bir başıma
Hava ne kadar sıcak olursa olsun,
Sen yoksan eğer yanımda buz kesiyor her bir yanım
Uzaklığın kadar buz kesiyor kalbim
Derin nefes alışlarımda seni soluyorum
Seni içime çekip, çekip bırakıyorum.
Her şey sen oluyorsun o dakikadan sonra
Sensiz nefes almak zorlaşıyor
Bir adım atacak gücüm kalmıyor
Dilim damağım kuruyor çatlayacak kadar
Bir sana doymuyorum zaten şu yalancı dünya da
Saat gecenin yarısı olmuş hala yürüyorum
Yolun sonunda sen varmışcasına.
Boş sokaklarda yankılanan ayakkabımın tıkırtısı
Ve sessizliğimin fırtınası çınlıyor kulaklarımda
Her adımda sana yaklaşıyormuş gibi hızlanıyor kalp atışlarım
Gökyüzünde yıldızlar şarkı söylüyorlar sanki
Gözümün önünden bir an olsun ayrılmıyorsun
Yanımdaymışsın gibi, kollarımın arasındaymışsın gibi
Senle yaşıyorum geçen tüm zamanı
Seni sensiz yaşamaya bile bu kadar alışmış
Seni sensizken bile bu kadar seviyorken
Gözlerinin içine bakıp dalsam
Kollarımın arasına alıp sarılsam sımsıkı
Seni seviyorum desem sana
Sonra bir daha bir daha tekrarlasak
Tek bir vücut olsak iki ayrı bedende
Sen ben olsan ben sen olsam bu hiç değişmese
Okşasam saçlarını uzun, uzun
Yarim, sevdiğim, kadınım olsan sonsuza dek
Ve hiç ayrılmasak bir daha
Ben hiç sensiz yaşamak zorunda kalmasam
Geceler sana olsa, güneş seninle doğsa odama .
Hiç geçmez dediğimiz şeyler bile geçiyorken
Bu sensizlik acısı da geçecek biliyorum
Yanı başım da olacaksın ellerin ellerimde olacak
Gözlerinin içine bakıp defalarca söyleyeceğim sana
Duymamazlıktan geleceksin
Ben tekrar edeceğim binlerce kez
Avazım çıktığı kadar bağıracağım
Yedi cihan öteden duyulacak sevgim
Seni Seviyorum, Seni Seviyorum, Seni Seviyorum
|
|
|
| Hiç Umurunda Değil miyim?*Candan Ünal |
|
Yazar: acemhe - 08-26-2011, Saat: 11:30 PM - Forum: Makale
- Yorum Yok
|
 |
[INDENT][INDENT]Öyledir ya bazen; hayatın koşuşturmasına dalarsın. Bir dost düşer aklına gün içinde, şu işim bitsin arayayım dersin ama bir türlü fırsat bulup da arayamazsın. O gün geçer, ertesi gün olur, unutursun. Sen orada, o bir yerlerde yaşarsınız ama hep akılda kalırsınız.
Belki ben de yüreğinde ve aklındayımdır da, şu elindeki iş hiç bitmemiştir. Olmaz mı? Olmaz, biliyorum! İnsan sevdasına yüz sürmüşse birinin, merakından olmasa da, sesini duymak için arar.
Hiç umurunda değil miyim? Ne yer, ne içerim, ne ederim? Ne güzel ayrıldık üstelik, görüşürüz dedik birbirimize, yanaklarımızdan öptük. Hiçbir şey yoktu, sonra ne oldu?
Şimdi arasam, nasılsın desem, neden aramadın desem, yüzlerce bahanen olacaktır mutlaka. Vagonlar gibi art arda sıralanmış ne çok işin vardır kim bilir? Ve hepsi benden daha önemli olmalı!
Yüreğim kabul etmek istemese de, bu tek taraflı bir sevda. Ben sana aşığım! Umursamadan dünyanın geri kalanını, yüzüm ayçiçekleri gibi hep sana dönük.
Senin ise, benden başka düşlerin var. Gitmen gereken yollar, okuman gereken cümleler, bakman gereken gözler, çözmen gereken işler var. Ne beni sevmeye vaktin var, ne başkasını! Sen kendini sevmekle meşgulsün…
Aslında kabul etmiştim hepsini, başlarken bilmesem de, seninle yürüdükçe çözmüştüm. Hiç değiştirmeden, razı olarak, olduğun gibi sevmiştim seni çünkü sevmenin ancak bu şekilde gerçek olacağına inanıyordum.
Ama yine de yüreğimi tam ortasından burkan bir şey var? Hiç arayıp sormuyorsun ya; geçtim sevgililiği, aşkı, sevgiyi, dostluğun hatırına da olsa, hiç umurunda değil miyim?
Candan Ünal[/INDENT][/INDENT]
|
|
|
| Tüm Ramazan gecelerini, KADİR gecesi anlayışında geçirmemiz dileklerimle. |
|
Yazar: halukgta - 08-26-2011, Saat: 08:21 PM - Forum: İslam
- Yorum Yok
|
 |
Şükürler olsun ki yine Ramazanın son günlerine erişmeyi Rabbim nasip etti. Bugün Ramazanın 27. günü. İslam âlemi Kur’an da çok önemsenen, Kur’an ın indirilmeye başlandığı akşam olarak kabul ettiği, bu gece KADİR gecesi. Tüm İslam âlemine, sağlık, mutluluk ve huzur getirsin inşallah.
Bu yazımda, kadir gecesi konusunu konuşmak ve sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce konuyla ilgili ayetlere bakalım, daha sonrada geleneksel İslam ın inandığı bilgilerle, Kur’anı karşılaştıralım. Bakalım gerçekten belli olan bir KADİR gecesi var mı? Yoksa Allah özellikle mi, bu gecenin hangi gece olduğunu söylememiştir? Onun üzerinde düşünerek, daha doğruyu bulmaya çalışalım.
Bakara 185: Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun……….
Kadir 1: Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik.
2: Bilir misin nedir Kadir Gecesi?
3: Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4: Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gecede her iş için iner de iner!
5: Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar!
Allah Kur’anı Ramazan ayında indirilmeye başlandığını söylerken, Kadir suresinde de, ismini verdiği Kadir gecesinde indirilmeye başlandığını açıklıyor. Devamında ise bu gecenin öneminden bahsederek, bin aydan hayırlı olduğu müjdesini veriyor. Hesaplarsak bin ay, neredeyse bir insan ömrü.
Sanırım bizler yine aç gözlülüğümüzü, kolaya kaçma alışkanlığımızı, nefsimizin zayıf yönünü kullanıp, ille de bu gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışmışız. Dikkat ediniz Allah, asla hangi gece olduğunu söylemeden, yalnız Ramazan ayı içinde bir gece olduğu bilgisini verip, adeta bizleri yarışmaya davet etmiştir. Sizce nasıl bir yarışma olabilir? Elbette Ramazan ayı boyunca durmadan, Allahın istediği doğru, dürüst, hayırda, barışta yarışan ibadet ederek ruhunu temizleyen bir kul olmanın yarışmasından başka ne olabilir?
Tabi bu yarış sanırım bizlere zor gelmiş. Bunu peygamberimizin devrinde zaten görüyoruz. İlle de peygamberimizden, hangi gece olduğunu öğrenmek için, birçok çaba gösterildiğini bizlere ulaşan rivayet hadislerden anlıyoruz. Bu rivayet hadislerden bazı örnekler vermek istiyorum.
(Ubade b. Sâmit diyor ki:
"Resulullah, kadir gecesinin ne zaman olduğunu bildirmek için dışarı çık­tı. O sırada Müslim ani ardan iki kişi birbirleriyle tartışıyorlardı. Resulullah buyurdu ki: "Ben, kadir gecesini size bildirmek için dışarı çıkmıştım. Fakat falan ve filan tartıştılar. Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha ha­yırlıdır. Siz onu, dokuzuncu, yedinci ve beşinci günlerde arayın.)
Yine bir başka rivayetlerde şu bilgiler yer alıyor.
(Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın.) [Müslim](Kadir gecesini, Ramazanın son on gününün 21, 23, 25, 27 ve 29 gibi tek gecelerinde veya Ramazanın son gecesinde arayın. Sevabını umarak Kadir gecesini ibadetle geçirenin günahları affolur.) [İ. Ahmed](Kadir gecesi Ramazanın 27. gecesidir.) [Ebu Davud]İmam-ı a’zam hazretleri, Kadir gecesinin, Ramazanın 27. gecesine çok isabet ettiğini bildirmiştir. (Kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihya eden, Kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır) hadis-i şerifini düşünerek, sık sık vaki olan 27. gece ihya edilirse, o gece Kadir gecesi olmasa bile, büyük sevaba kavuşulur.)
Şimdi de tüm bilgiler ışığında bir değerlendirme yapalım. Allah Kur’anın indirilmeye başlandığı ayın Ramazan ayı olduğunu söylemiş, fakat asla Ramazanın hangi gecesi olduğu konusunda hiçbir ipucu vermediği gibi, tam tersine peygamberimizi sıkıştırmaya çalışıp, illa o gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışanlara da bir ders verip, elçisine o gecenin hangi gece olduğunu Rabbim unutturmuştur. Peygamberimizin sözleri de aslında düşündürücüdür.
( Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha ha­yırlıdır.)
Bizler peygamberimizin bu cümlesinden dahi ders almadığımız, hala kendimize bir gece edinmenin çabası içinde, çırpındığımız çok üzücüdür. Bu sözlerden sonra, peygamberimizin kadir gecesi için, belli günleri işaret edip etmediğini, kendi nefsimizde değerlendirelim.
İşte bizlerin ders alması gereken en önemli kısım burası. Allah hangi gece olduğunu özellikle belirtmemesinin nedenlerini hiç düşünmek, akıl etmek dahi istememişiz, çünkü o geceyi öğrenmek çok işimize, kolayımıza gelmiş. Allahın elçisinden öğrenememişiz ama biz yinede bir geceyi sanki o geceymiş gibi kutluyoruz.
Şimdi gelin birlikte düşünelim, acaba Allah elçisine hangi gece Kur’anı indirmeye başladığını, unutturmasının asıl nedeni ne olabilir? İslam âlemi ay takvimini kullanır, çünkü Kur’an da bu takvimden bahseder. Ay takvimin özelliği, ayların sabit olmaması ve diğer güneş takvimine göre 10–11 gün erken gelmesidir. Böylece Ramazan tüm mevsimleri dolaşır. Allah hangi yıl ve hangi Ramazan ayında indirildiğini peygamberimize özellikle unutturup, haber vermemekle, bakın bizleri nasıl yaşamaya yönlendiriyor, özendiriyor. Lütfen bu konuda dikkatle düşünelim.
Böylece Rabbim bizlerin, Ramazanın her gününü, gecesini KADİR gecesi gibi yaşamamızı istemiştir. Bu yetmiyor, çünkü içinde yaşadığımız Ramazan ayının, acaba gerçekten Allahın Kur’anı indirmeye başladığı aynı mevsimde, zamanda olup olmadığını da bilemediğimiz için, Allah bizleri 33 yılda aynı yere gelen tüm Ramazanlarda da aynı huşu ve güzellikte Ramazanı yaşamamızı arzu ediyor. Bu inanılmaz bir fırsattır, hatta belki de ömür boyu, en az iki kez yakalayacağımız çok büyük bir fırsat. Adeta kurtuluş reçetemiz.
Peki, bizler ne yapıyoruz? Rabbim bu gecenin özelliğinden bahsedip, bağışlayıcılığının, affının müjdesini bizlere verdiği, cennetin garantisinin yolunu gösterdiği halde bizler, ille de Kadir gecesini Ramazan da bir gün edinip, Allahın bizlere anlatmak istediğinden, bizlere sunduğu lütfundan, fırsatından ne yazık ki faydalanamıyor, uzaklaşıyoruz.
Allah kullarına bu gecenin hangi gece olduğunu söylememekle, elçisine de unutturarak, aslında çok önemli bir mesaj veriyor bizlere. Ömrünüz yettiğince Ramazan ayını ve gecelerini en güzel şekilde geçirmeye özen gösterin. Belki de ömrünüzün bir Ramazan gecesinde, KADİR gecesine rastlarsınızda, o geceyi de gereği gibi geçirip, bağışlanmanız umulur. İşte cenneti müjdeleyen bin aydan hayırlı gece. Düşünebiliyor musunuz 83 yıldan daha hayırlı çok özel bir gece. Elbette Rabbim bu gecenin hangi gece olduğunu söyleyecek değildir. Öyle kolaya kaçmak yok. Zor bir yarışın, çabanın, özverinin elbette ödülü de büyük olacaktır. Bu geceyi yıllarca arayıp, adeta ömrümüzün her Ramazan gecesini, Kadir gecesi gibi yaşamamız gerekmektedir. Allah ta bunun yapılmasını bizlerden istiyor. Ama farkında bile değiliz.
Bizler ne yazık ki çok fazla sıkıya gelememişiz. Ramazan ayının her gününü aynı huşu içinde, ibadette, hayırda, barışta yarışarak geçirmek zor gelmiş bizlere. Allahın rehberinden de uzak yaşadığımız için İslam ı, Rabbin bizlere sunduğu bu kurtuluş reçetesinden de, böylece istifade edememişiz, değerini anlayamamışız. Rabbim bizleri afetsin.
Dilerim bizler bir gün, Allahın ayetleriyle verdiği örneklerle, bizlere ne anlatmak istediğinin farkına varırız. Yoksa Kur’anı anlamadan okuyan, onun üzerinde düşünmeyen, ona anlamadan iman edenlerin, geçmiş toplumların düştüğü durumlarına düşerek, şeytanın kucağında buluruz kendimizi. Rabbim yardımcımız olsun.
Yaşamımızda gelecek, tüm Ramazan aylarının tüm gecelerini, KADİR gecesi olarak bilip, gereği gibi yaşayan kullarından olmamız dileklerimle.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
Dünyagündemi.net
|
|
|
|