| Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
| Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 347 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 343 Ziyaretçi Baidu, Bing, GoogleBot, Yandex
|
| Son Aktiviteler |
Cin Suresi 26-27-28. Ayet...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
, Saat: 10:49 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 13
|
Allah'ın Uyarı Ve İkazlar...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-20-2025, Saat: 04:00 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 33
|
Kur’an’da Geçen Evlatlık ...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-15-2025, Saat: 11:17 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 45
|
Her Konuda Yaptığımız Gib...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-14-2025, Saat: 02:43 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 33
|
Bakara Suresi 10. Ayetten...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-10-2025, Saat: 04:55 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 35
|
Allah’a Açılan Kapı Kur'a...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-09-2025, Saat: 04:40 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 36
|
Şirk Batağında Yaşadığımı...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-06-2025, Saat: 11:19 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 53
|
Nahl 44-64. Ayetler. Resu...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-03-2025, Saat: 04:34 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 50
|
Kur'an, Anlaşılması Zor B...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-02-2025, Saat: 12:30 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 42
|
Bakara Suresi 43. Ayetin ...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
12-01-2025, Saat: 05:36 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 46
|
|
|
| Kel Erkek Yatakta Daha Başarılı Mıdır? |
|
Yazar: Sağlı@k ve Yaşam - 05-28-2012, Saat: 01:04 PM - Forum: Bakım
- Yorum Yok
|
 |
“Kel erkekler yatakta daha başarılıdırâ€,“Sık cinsel ilişki saç kaybını artırırâ€,“Mastürbasyon yapmak saç döker†tarzı yorumları özellikle saç kaybeden genç erkeklerden sıkça duymaktayız. Peki seks ile saç kaybı arasında ilişki var mıdır?
Evrim Bayraktar
Akademi Saç Terapi Merkezi
Saç Sağlığı Uzm. (Trikolojist)
Saç kaybı yaşayan bazı erkekler kel kalmayı testosteron hormonunun yüksekliğiyle ilişkilendirir. Bu kişiler saç kaybetmenin getirdiği olumsuz durumu, daha çok erkeklik hormonuna sahip olması sebebiyle “daha fazla cinsel güce sahip olma†yönünde yorumlayarak, övünürler. Akademi Saç Terapi Merkezi Saç Sağlığı Uzmanı (Trikolojist ) Evrim Bayraktar, testosteron hormonu ve seviyesinin “genetik yani erkek tipi saç kaybıyla†ile bir ilişkisi olmakla beraber, saç kaybetmenin “cinsel gücü†artırıcı bir etkisi olmadığını söyledi. Bu konuyla ilgili merak edilen soruları başlık halinde açıkladı…
Mastürbasyon veya Sık Cinsel İlişki Saç Döker mi?
Diğer taraftan mastürbasyon veya sık cinsel ilişkiye girmenin de saç kaybını yaratabileceğini düşünen erkekler bulunmaktadır. Bu inanışta da doğruluk payı yoktur. Aksine sağlıklı bir cinsel yaşam stresi ve gerilimi azaltması, kalp atışını ve kan dolaşımını hızlandırması sebebiyle hem kadın hem erkeğin vücut ve saçı sağlığı için faydalıdır.
Erkekte Saçı Döken DHT nedir?
Erkeklerde saç kaybını oluşturan temel sebep “testosteron hormonu veya sayıca çokluğu†değildir. Genetik saç kaybı yaşayan kişilerin saç kaybetmesinin sebebi, saç kılıfında bulunan genetik alıcıların “testosteronun dönüştüğü (daha yıkıcı formdaki erkeklik hormonu olan ) dihidrotestosterona (DHT) “ duyarlılık†göstermesidir. DHT hormonu saçı olumsuz etkileyerek, saçın yaşam döngüsünün kısalmasına neden olur. Saç her döküldüğünde, dökülen saçın yerine mutlaka yeni bir saç çıkar. Ancak DHT’nin olumsuz etkisiyle ön saç çizgisi ve tepedeki saçlar bir sonraki çıkışında biraz daha zayıflar, daha kısa yaşar. Bu süreç tekrarlandıkça saç küçülerek tüy formunu alır, bir süre sonra bu bölgelerden saç çıkışı sonlanır. Bu nedenle saç kaybı yaşayan erkeklerin saç bölgesindeki genetik alıcıların sayısı ne kadar fazlaysa, bu alıcılar DHT hormonuna ne kadar duyarlıysa o oranda hızlı ve fazla saç kaybedilir.
Bu nedenle “erkek tipi saç dökülmesinde†etken erkeklik hormonu testosteronun miktarı değil DHT’nin seviyesi, aktivitesi ve saç folliküllerinin DHT’ye karşı geliştirdikleri kalıtsal duyarlılıktır.
Her erkek testosteron hormonuna sahipken, neden her erkeğin saç kaybetmediğini bu yatkınlığa sahip olmamasıyla açıklıyoruz.
Saç Kaybının 3 Nedeni
Kişinin anne-baba veya akrabalarında saç kaybı varsa bu kişinin ergenlik sonrası herhangi bir yaşta saç kaybı yaşama ihtimali vardır. Ancak bu durum “kesin saç kaybı yaşanacağı†anlamına gelmez. Saç kaybını yaratan 3 temel faktör: “Genetik-Hormonlar ve Yaşâ€dır.
Yani genç erkekler yüksek testosteron seviyesine sahip olsalar bile saç kaybına genetik olarak kodlu değillerse veya ciddi sayıda bir saç dökülmesi yaşamıyorlarsa saç kaybı için kaygı duymaları için bir sebep yoktur.
Bununla beraber her erkek, ilerleyen yaşlarda, yaşlanmaya bağlı olarak saçında belirli bir azalma yaşayabilir. Erkeklerde saç kaybı ergenlik sonrası 16 yaş gibi erken bir dönemde başlayabilir. Saç kaybında genetik yatkınlığının yanı sıra, sağlık durumu, yaşam ve beslenme şekli gibi kriterler de etkilidir. Bununla beraber bir erkek 30 yaşına geldiğinde saçının %50’sinden fazlasını koruyorsa, tamamen kel kalma riski çok azdır.
Ancak saç kaybına genetik yatkınlık olan bireylerde yüksek seviyede seyreden testosteron hormonu varsa bunun yanında bu hormonu artırdığı bilinen yüksek oranda stres veya hormonsal bir düzensizlik bulunuyorsa o zaman kişinin daha hızlı saç dökülmesi yaşayacağı bir gerçektir.
Genetik Saç Kaybı Önlenebilir mi?
Erkek tipi saç kaybı erkeklerin büyük çoğunluğunu yaşamlarının bir evresinde etkileyecektir. Genetik saç kaybını ortadan kaldırmak ve durdurmak var olan bilimsel yöntemlerle henüz mümkün değildir. Genetik saç kayıplarını geciktirmek ve kontrol etmek amaçlı kullanılan ve başarılı sonuçlar veren medikal ve kozmetik uygulamalar mevcuttur. Bu tür yöntemlerin saç kaybının fark edildiği en erken dönemde kullanılmaya başlanması ve ürünlerin düzenli kullanılması sayesinde başarılı sonuçlar elde edilmektedir.
|
|
|
| Yaptığımız yanlışları kullanan, İslam düşmanlarının verdiği örnekler düşündürücüdür. |
|
Yazar: halukgta - 05-28-2012, Saat: 12:37 PM - Forum: İslam
- Yorumlar (1)
|
 |
İnternette gezinirken, İslam a karşı misyonerlik yapan sitelerin birisinde, çok ilginç ve düşündürücü bir konuya rastladım. Bunu sizlerle paylaşmak istememin nedeni, kaynağından emin olmadığımız bilgilerin, içimize bir kangren gibi nasıl sokulduğu ve Hıristiyanların bu bilgileri bizlere karşı, nasıl kullandığının ibretlik bir örneğidir yazacaklarım.
Kur’an a, dinimize iftiralar atan bu sitede, Kur an dışındaki günümüzde elimizde bulunan, diğer kutsal kitapların, asla hükümlerinin değiştirilmediği ve geçerliliğini bugünde nasıl koruduğunu anlatmak için örnekler veriyor sitelerinde.
Peygamberimiz zamanında Kur an hükmü olduğu halde, Kur’an da ki hükümlere uymasa bile, Tevrat ın kullanıldığını örnek vererek anlatmaya çalışıyorlar. Hem de hangi bilgilerle biliyor musunuz dostlar? Bizlere günümüzde, çok güvenilir diye aktarılan hadisler örnek verilerek. “Sahih-i Buhârî den örnek veriliyor ve bakın neler naklediyorlar, kendi yanlışlarını doğrulamak adına, bizim bazı yanlış inançlarımızı kullanarak.
(Hadis kitaplarına bakacak olursak açıkça görülüyor ki, Hz. Muhammed’in döneminde Kutsal Kitap( Tevrat) sapasağlam mevcuttu. Hadislere göre, Hz. Muhammed’in huzurunda Tevrat okunuyordu. En sağlam kabul edilen hadis kitaplarından biri olan “Sahih-i Buhârî†de şöyle bir hadis var:
“Abdullah İbn-Ömer (ö. 693) radiya’llahu an huma’dan rivayete göre (Medine’de) birtakım Yahudiler gelip Resulullah salla’llahu aleyhi ve sellem’e gelerek içlerinden bir erkekle bir kadının zina ettiğini hikâye ettiler (ve ne hükmedersiniz? Dediler).
Resulullah sall’allahu aleyhi ve sellem onlara:
—Siz, Recim -taşlamak- (hükmü) hakkında Tevrat’ta ne bulursunuz? Diye sordu. Onlar:
—Biz, zina edenleri teşhir ederiz, bunlar bir değnekle de döğülürler. Abdullâh İbn-i Selâm (ö. 664) bunlara:
—Yalan söylüyorsunuz! Tevrat’ta Recim (ayeti) vardır, dedi. Bunun üzerine Tevrat’ı getirdiler. Ve kitabı açtılar. Yahudilerden birisi (Abdullah b. Süreyya, ö. 633) elini Recim ayeti üzerine koyarak ondan önceki ve sonraki ayetleri okumaya başladı. Abdullâh İbn-i Selâm ona:
—Elini kaldır! dedi. O da elini kaldırınca Recim âyeti görülüverdi. Yahudiler:
Ya Muhammed! Abdullah İbn-i Selâm doğru söylemiştir:
Tevrât’ta hakikaten Recim ayeti vardır, dediler. Bunun üzerine (Resulullah zinanın vukûu hakkında şahid istedi. Dört Yahudi zani ile zaniye aleyhinde vech-i mahsûs ûzere şehadet ettiler) Resulullah da bunların recm olunmalarına hükmetti de recm olundular (taşlanarak öldürüldüler).
Bu hadisten gayet açık bir şekilde anlaşıldığı gibi, Hz. Muhammed gerektiğinde Tevrât’ı getirtiyor ve ona uygun olarak hüküm veriyordu. Bu demektir ki, Muhammed döneminde Tevrât’ın değiştirildiği iddiası yoktu, olsa bile Hz. Muhammed buna inanmıyordu.
Eğer Muhammed Tevrât’ın değiştirildiğini kabul etseydi, Tevrât’ın ayetlerine göre bir hüküm verir miydi? Eğer “Recm†ayeti değiştirilmiş ya da Tevrât’ta yok idiyse, Peygamber nasıl “Recm†ayetine müracaat edebilir ve de hahamlar olmayan ayetin üstünü nasıl kapatabilirlerdi? İlginç olanı da bu: İsâ Mesih buna benzeyen bir durumla karşılaştığı zaman buna çok farklı bir çozüm getirdi:
“Din bilginleri ve Ferisiler, zinada yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsâ’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı dediler. Mûsâ, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin? Bunları, İsâ’yı sınamak ve suçlayabilmek için söylüyorlardı. İsâ eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın! dedi†(Yuhanna 8:3-7)
Kur’ân’da zina suçunun sadece dayak cezası olduğu halde, günümüzde şeriat hükümlerine göre yönetilen İslâm devletlerinde zina için Kur’ân’da bulunan dayak cezası değil, mütevatir (herkesin bildiği) sünnete dayanılarak, Tevrât’ın recm cezası (taşlanarak öldürülme) uygulanmaktadır. Burada peygamberin sünneti, Kur’ân’a değil, Tevrât’a dayandırılmaktadır, uygulanmaktadır.)
Değerli din kardeşlerim, Yahudi ler ve Hıristiyanlar özellikle kendi kitaplarının hüküm sürmesi ve Kur a nın devre dışı bırakılması için, nasıl ve nerelerden örnekler veriyorlar. Bizlerin farkında olmadan, yaptığımız yanlışlardan istifade ederek, onları delil göstererek, içimize zehirlerini nasıl ve hangi yollardan akıttıklarını hala anlayamadıysak, sanırım bundan sonrada anlamamız mümkün olmayacaktır. Şunu da belirtmek isterim ki, Buhariden nakledilen bu hadisin, gerçekten onun naklettiği bir hadis olup olmadığınıda bilemeyiz. Onun adına uydurulan, adı kullanılan kim bilir nasıl bilgiler var. Onuda Rabbim bilir.
Benim bütün çabam ve din kardeşlerimi Kur’an ın çevresinde toplanmaya davetim, bu gerçeklerin fark edilmesi adınadır. Geçmişte yaşamış din alimlerimize atılan bu iftiralarında, farkında olmamız çok önemlidir.
Bizlerde Kur an dan, gereği gibi nasiplenmediğimiz için, onların kuyusuna, bataklığına bakın nasıl da düşüyoruz. Dikkat ediniz tüm bunlar, bizlerin içimize soktukları rivayetler, çok önem verdiğimiz din alimleri kullanılarak yapılıyor. Hıristiyanların Bugünkü İncil den, fuhuş konusunda verdikleri örnekte, düşündürücü ve dikkat çekicidir. Hatırlayalım söylediklerini.
(Din bilginleri ve Ferisiler, zinada yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsâ’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı dediler.)
Bu sözler üzerinde düşünelim önce. Zinada yakalanmış kadın, acaba bu zinayı tek başınamı yapmışta, yanlız kadınmı Hz. Isa nın karşısına getirilmiş? Düşünebiliyor musunuz, birde bunu doğru bir örnek gibi veriyorlar ve bu bilginin kutsal kitaptan olduğu söyleniyor.
Aynı hatayı bazı Müslüman ülkelerde, günümüzde uygulamıyor mu? Siz fuhuş yapan bir kadının karşısındaki erkekle beraber, recm edildiğini duydunuz mu? Duymanız mümkün değil, çünkü erkeklerin nefisleriyle şekillendirilmiş bir inanç, asla Kur’an dan onay alamaz.
İşte hurafenin verdiği karar, ancak böyle olur. Kur’an asla kadın, erkek ayrımı yapmadan, huhuş yapanların nasıl cezalandırılacağını ve bir daha yapılmaması için, topluma teşhir edileceğini açıkca yazmıştır.
Sanırım bugün elimizde bulunan Tevrat ve İncil için, verdikleri örnekler bizlere çok şeyler anlatıyor. Yeterki elimizdeki rehberin, FURKAN ın kıymetini bilelim, ona danışmadan yaşantımıza, imanımıza yön vermeyelim.
Günümüzde güvenilir hadis toplayıcısı olarak bilinen, Sahih-i Buhârî den aktardığı bu hadisle peygamberimizin Kur a na göre değil, dikkat edin Tevrat’a göre hüküm verdiğini söyleyebiliyor, Kur’an da tam tersi bir hüküm olduğu halde. Bizlerde hiç düşünmeden, işte böyle kabul edebiliyoruz. Ayrıca verdikleri örneklerde, günümüzde örneğin İran, Kur an da açık hükmü bulunduğu halde, hala fuhuşun cezasının Kur’an da olmayan ve bugünkü Tevrat ta geçen recm, yani taşlanarak öldürme olduğunu kabul edebiliyor.
Hiç kendimize şu soruyu sorduk mu? Yahudiler çok dindar ve dinine bağlı olduklarını söyler ve öylede görünmeye çalışırlar. Madem Tevrat ta fuhuş yapanların cezası recm, yani taşlanarak öldürülmek, Peki, fuhuş yapan bir Yahudi’nin siz bugüne kadar, recm yapıldığını yani taşlanarak öldürüldüğünü hiç duydunuz ya da gördünüz mü? Elbette ne duyarsınız, nede görebilirsiniz. Yorum sizlerin.
Bakın Yahudiler ve Hıristiyanlar güzel dinimizi ne hale sokmuşlar, ama zerre kadar düşünen mi var. Hadislere kayıtsız şartsız hiç düşünmeden, Kur’an süzgecinden geçirmeden iman etmenin, dinimize getirdiği zararına bakın lütfen. Her şeyden kötüsü peygamberimize atılan iftiraya ne diyeceksiniz? Kur an ın apaçık hükmü dururken, onunla hükmetmeyip, Tevrat ta Kur’an ın tam tersi olan bir hükümle, hükmettiğini nasıl söyleyebilir ve bunu nasıl kabul edebiliriz düşünen var mı? Hiç sanmıyorum zerre kadar düşünebilseydik, bugün içinde bulunduğumuz karmaşadan, çok uzaklarda olurduk. Çok acıdır bu söylenenleri kabul eden, inanan o kadar çok Müslüman din kardeşimiz var ki. Hâlbuki peygamberimiz, ben söylemediğim halde bu peygamber sözüdür diyen, cehennemdeki yerini hazırlasın diyerek, bizleri uyarmamış mıydı?
Allah peygamberimize tebliğ edilen Kur’an ın Tevrat ı, İncili onayladığını, doğruladığından bahseder. Aliimran 3. ayetinde bakın nasıl bir açıklama yapıyor.
(O, sana Kitabı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti.)
Demek ki HAK olan, yani kullanımda olan Kur’an. Fakat geçmişte diğer kitaplarında indirildiğini tasdik ediyor. Allah ın kitapları arasında değiştirdiği, nesih ettiği hükümleri de apaçık belirtiyor Kur’an da. Bundan sonra, bu kitaptan sorumlu olacağımızda apaçık belirtilmiş. Bu durumda nasıl olurda Kur’an da hükmü açık olan bir bilgi, Tevrat ta ya da İncil de farklı ise, Kur’an a değil de, daha önceki hükümlere uyulmasını emreder peygamberimiz? Bunu düşünebiliyor muyuz? Kur’an dan hiç mi nasibimiz yok. Allah apaçık Kur’an hükümlerine uyacaksınız dediği halde, bunun tersini nasıl kabul ederiz?
Peygamberimiz devrinde, Tevrat ya da İncilin ne derece değiştiği, tahrifata uğradığı konusunu tam olarak bilemeyiz. Onu yalnız Allah bilir. Bu konuda fikir yürütmenin de doğru olduğunu düşünmüyorum. Bildiğimiz ve Kur’an ın bizlere bahsettiği, Yahudilerin ve Hıristiyanların Allah ın indirdiği kitabından uzaklaşarak, atalarının rivayetleri ile iman ettikleridir.
Bizler ancak bugün Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerinde bulunan, kutsal kitaplar hakkında yorum yapabiliriz, tabi Kur’an ile karşılaştırarak. Örneğin günümüze, bugüne kadar ulaşan yüzlerce İncil den, dört tanesini seçerek iman etmeleri düşündürücüdür. Acaba hangisi Rabbin indirdiği İncil diye kendimize sorduğumuzda, sanırım her şey daha iyi anlaşılacaktır. Düşünün lütfen, Kur’an için bunu söyleyebilir miyiz? Bir ikinci Kur’an örneği var mı? Tek kelimesi dahi değişmeden, dimdik önümüzde duruyor. Ama bizler onun kıymetini bilemiyoruz.
Kur’an verdiği bir örnekte, Yahudilerin peygamberimize gelerek, bir konuda peygamberimizin hakemliğine başvurulması örneğinden bahseder. Bakın Maide suresi 43. ayette ne söylüyor Rahman. Bu ayetle, yazımın başında, Buhari den verdikleri örneği, lütfen dikkatle karşılaştıralım.
(İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.)
Çok dikkat çekici ve düşündürücü bir ayet. Bu ayet üzerinde dikkatle düşünmeliyiz ve diğer ayetlerle karşılaştırmalıyız ki yanılmayalım. Demek ki peygamberimizi hakem olarak göstermek istedikleri konunun hükmü, ellerindeki Tevrat ta yazıyor, hem de Kur’an da aynı olduğu anlaşılıyor. Ama toplum Tevrat tan o kadar uzaklaşıp, hurafe itikatlara yönelmiş ki, bu kitaba bakma gereği dahi duymadıkları anlaşılıyor. Yaradan da bu konunun anlaşılması adına veriyor bu örneği.
Daha da dikkat çekici olanı, senin hakemliğinden açıklamandan sonra, sana da yüz çevirip gittikleri, inanmadıklarından bahsediyor Allah. Demek ki bahse konu, hem Tevrat ta hem de Kur’an da apaçık aynı olduğu belli oluyor. Ama o devrin toplumu Tevrat tanda o kadar uzak ki, Peygamberimizin verdiği cevap, atalarının itikadına uymadığı için, yüz çevirip gidiyorlar.
Bugünde bizler, aynı durumda değil miyiz? Yaradan da uyarıyor ve diyor ki o günkü topluma, sizin sorduğunuz sorunun cevabı, sizlere gönderdiğim Tevrat ta apaçık yazdığı halde, neden ona bakmıyorsunuz, müracaat etmiyorsunuz önce diyor. Demek ki Kur’an da hükmedilenle aynı şeyler var ki, Rabbim bunu söylüyor. Eğer değiştirilmiş, nesih edilmiş bir hüküm olsaydı, böylemi söylerdi?
Acaba bizler günümüzde, karşılaştığımız bir olay karşısında, konunun hükmünü nereden arıyoruz, bunu düşündük mü? Kur’an dan aramadığımız çok açık. Kur’an özet bilgidir diyerek, Kur’an da her şey yazmaz diyenlerin, nerelerde sorularının cevabını arayacakları çok açıktır.
Yine Yahudilerle ilgili, dikkat çekici bir ayette, Tevrat ile sorumlu oldukları halde, yöneldikleri hurafe inançları hatırlatarak, bakın ne söylüyor Yaradan onlara.
Cuma 5: Tevrat'la yükümlü tutulup da, onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
Buradan da anlaşılıyor ki, Kur’an indirilmeden önce, Yahudilerde tıpkı günümüzde olduğu gibi, Allah ın indirdiği Tevrat tan o kadar uzak iman eder olmuşlar ki, Rabbim onların yanlışlarını bizlere örnek olarak gösteriyor ve bakın ne diyor.
(Tevrat'la yükümlü tutulup da, onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir.)
Ne kadar güzel, her şeyi anlatıyor Yaradan. Allah o devirde yapılan yanlışı örnek gösterip, bugün bizleri uyarıyor, tabi anlayana anlamak isteyene. Bugün bizler neyle sorumlu tutuluyorduk? Elbette Kur’an ile. Çünkü sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, Kur’an dan sorumlusunuz, bu kitap bütün cihana, âleme gönderildi demiyor muydu Allah ?
Demek ki bugün bizlerin, cahiliye döneminden hiç farkımız kalmadığı anlaşılıyor. Kur’an devre dışı bırakılmış, rivayetler dine hükmeder olmuş.
Sizlere hatırlatacağım, aşağıda ki ayetler üzerinde de lütfen dikkatle düşünelim. Bakalım peygamberimiz onların verdiği örnekte olduğu gibi, hareket etmiş olabilir mi?
Bakara 120: Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
Aliimran 23: Şu kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağırılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor.
Yukarıdaki iki ayet, sanırım her şeyi çok net anlatıyor. İki ayette geçen şu cümleler, içimize soktukları ve kendilerine delil gösterdikleri rivayeti nasılda doğrulamıyor, lütfen üzerinde dikkatle düşünelim.
—Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan.
—Aralarında hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağırılıyorlar da
Allah elçisine, Yahudileri ve Hıristiyanları Kur’an a davet etmesini ve onunla hükmedilmesini apaçık söylediği halde, nasıl olurda rivayet hadiste örnek verdikleri gibi, Kur’an da hükmü çok farklı olan, o günkü Tevrat tın hükmüne uymasını ister Peygamberimiz? İşte bu ve buna benzer soruları artık, lütfen kendimize soralım ve inancımızı Kur’an ile sorgulayalım.
Peki, bizler hangi kitaplara inanıyoruz ve ardı sıra gidiyoruz, isterseniz hatırlayalım. Kur’an ın peşi sıramı, yoksa emin olmadığımız, Kur’an ın tek kelime dahi bahsetmediği rivayetlerin peşi sıra mı? Dün Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptığı yanlışları, bugün biz Müslümanlar yaptığı o kadar açık anlaşıldığı halde düşünen, aklını kullanan, Kur’an ı rehber alan o kadar az Müslüman kalmış ki, söyleyecek söz bulamıyorum.
Allah elçisine Kur’an ı tebliğ etme, anlatma ve toplumu ikna etme görevi verdiyse, Kur’an ın hüküm vermediği hiç bir konuda, hüküm vermeyeceğinin, bilincinde olmalıyız. Allah elçisine verdiği görev ve sorumluluğu çok açık ve net vermiş, açıklamıştır. Bizler bunun dışına çıkarak, peygamberimize kendimizce yetkiler ve sorumluluklar vermemiz, bizleri yanlışa yönlendirecektir. Peygamberimiz Allah ın verdiği hükümlere göre, topluma hükmettiği sizce çok açık değil midir?
Yahudiler ve Hıristiyanlar, geçmişte yaptıkları yanlışlarına, düştüğü bataklığa ne yazık ki bizleri de çekmek istiyorlar. Bunu yaparken de içimize soktukları, bizlerin inandığı hurafe bilgilerden yararlanıyorlar. Gelin onların bataklığına girmeyelim ve onların oyunlarını bozalım. İçimize soktukları yanlış itikatlarımızı, yine FURKAN ile yani KUR’AN ile temizleyelim.
Elimizde açık, aydınlık ve yüce bir Kur an varken, bizlerin yaptığı bu yanlışlıklara, ne zaman son vereceğiz, bunun hesabını bugünden yapalım. Eğer hesabını yapmadan emaneti teslim edersek, şunu sakın unutmayalım, hesabın verileceği O çetin gün, Rabbin üzülen kulları arasında olacağımız çok açıktır.
Dilerim Allah ın halis kulları arasında oluruz. Yine dilerim sanıya değil, Furkan ın ipine sarılan, onu anlayarak okuyup, düşünerek hareket eden, imtihan olduğumuz bilincinde olan, Rabbin kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
| Uludere olayı ve Amerika nın kirli oyunu. |
|
Yazar: halukgta - 05-23-2012, Saat: 11:43 AM - Forum: Kişisel Makaleler
- Yorumlar (2)
|
 |
Bizler ne yazık ki, bakmak ile görmek arasındaki farkı hala anlayamadığımız için, gözümüzün önünde yaşananları, kavrayamaz, irdeleyemez ve anlayamaz olduk. Yaşananları, söylenenleri film izler gibi izliyoruz. Bu sözleri neden mi söyledim, anlatayım.
Ülkemizde meydana gelen, toplumca üzüldüğümüz 34 vatandaşımızın öldüğü, Uludere olayları ile ilgili, Amerikan basınında geçenlerde bir gazetede, bu konu ile ilgili, bakın nasıl bir haber çıktı.
(Wall Street Journal gazetesi, Uludere'de meydana gelen ve 34 kişinin hayatını kaybetmesine neden olan hava operasyonunun, ABD'nin verdiği istihbarat üzerine gerçekleştirildiğini bildirdi.
Şırnak’ın Uludere ilçesinde yaşanan ve 34 sivilin öldüğü bombardımanla ilgili bugüne dek hiç bilinmeyen yeni bir ayrıntı daha ortaya çıktı. Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, sınırdan kaçak mazot taşıyan sivillerin uçaklarla vurulmasında, ABD kuvvetlerince verilen istihbaratın etkili olduğunu yazdı. Gazeteye konuşan ve adı açıklanmayan bir ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi, sınırı geçen sivilleri, bir Amerikan insansız hava aracının (Predator) tespit ettiğini, bunun üzerine Türk yetkililere konu hakkında bilgi verildiğini söyledi. Yetkili “Sonuçta bu Türklerin kararıydı. ABD’nin kararı değildi†dedi.)
Gazetenin verdiği bu haberden sonra, ülkemizde bir telaş başladı. Gazeteciler yakaladığı hükümet yetkililerine, bakanlara bu konuda soru sordukları halde hiçbir cevap alamadılar. Başbakanımız ilk birkaç gün, tek bir açıklama dahi yapmadı. Hâlbuki Sayın Başbakanımız, kendisini ve hükümetini ilgilendiren konularda, yapılan tenkitlere nasıl sert üslup takınarak, hemen cevap verdiğini hepimiz biliriz.
Toplumdan gizlenen bilgilerin, düşman elinde toplumumuza karşı, ne denli etkili kullanıldığına, güzel bir örnek bu gazete haberi. Dostu düşmanı bilmek, bu olsa gerek.
Peki, neden hükümet kanadından sert bir çıkışla, hemen bu haber yalanlanmadı? Daha da ilginci Başbakan yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ, gerekli açıklamayı Genelkurmay'ın yapacağını söyledi.
Bu cevap sizleri hiç düşündürmedi mi? Neden Genelkurmay yapıyor açıklamayı? Hani asker her konuda konuşmaz, kararları sivil otorite alır ve hükümet konuşurdu? Ne oldu eski düşünceler, sözler. Doğrusuda buydu. Ama bu konuda suskun kalanlar, bir gün halktan gizledikleri apaçık ortaya çıkacaktır.
Sayın Bozdağ ın söylediği gibi, Genelkurmay açıklama yaptı ve bakın ne söyledi.
(Genelkurmay Başkanlığı'ndan Yapılan Açıklama Şöyle;
1. Bazı basın yayın organlarında, bir yabancı gazeteye dayanarak verilen haberlerde, 28 Aralık 2011 tarihinde Uludere güneyinde sınır ötesinde meydana gelen olayda, ilk görüntünün ABD İnsansız Hava Aracından (Predatör) verildiği iddia edilmektedir.
2. Haber gerçeği yansıtmamaktadır. Olayda grubun ilk görüntü tespiti Türk Silahlı Kuvvetlerine ait İnsansız Hava Aracı tarafından yapılmıştır. Konu ile ilgili ayrıntılı bilgiler olayı inceleyen makamlara gönderilmiştir.
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.)
Amerikan gazetesi, Uludere olayının istihbaratını ABD verdiğini, vurma kararını ABD nin değil Türk makamlarının kararı olduğunu yazıyordu. Silahlı kuvvetlerimizin açıklamaları, tüm sorularımıza cevap veriyor mu? Olayda gurubun ilk görüntüsünün, bizim İnsansız hava araçlarından öğrenildiği söyleniyor. Ya detaylı bilgi alışverişi ne oldu? ABD ile hiç bu konuda bilgi aktarımı olmadı mı? Hangi bilgiler ve görüntüler temel alınarak, bombardıman başladı?
Daha da önemlisi, BU EMRİ KİM VERDİ? Siz emrin kimin tarafından verildiğini hiç duydunuz mu? Neden tam olarak açıklanamıyor? Benim sonradan haberim oldu demekle, bu olayın aydınlandığını mı zannediyorlar. ABD den bu konuyla ilgili istihbarat alışverişi olmadığını, söyleyebildi mi Genelkurmay? İlk gören bizdik demekle, Amerikan gazetesinin söyledikleri yalanlanmış mı oluyor?
Tüm bu açıklamalar yapılırken, Sayın Başbakanımız kesin ve net bir açıklama yapmadı ve suskunluğunu uzun süre korudu. Ya Amerikan yetkileri, nasıl bir açıklama yaptı dersiniz? Bakın Pentagon bu konuda nasıl bir açıklama yaptı. Sizce gazetenin haberini yalanlamış mıdır yetkililer? Gelin söylediklerine bakalım ve üzerinde düşünelim.
(Pentagon Sözcüsü, George Little, "Bu sadece bir gazete haberi. Çok güçlü bir ilişkiye zarar verme yeteneğine sahip değil" dedi.
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) sözcüsü George Little, Uludere olayıyla ilgili Wall Street Journal gazetesinde yer alan habere ilişkin, "Bu haberin nereden geldiğini bilmiyorum. İstihbarat konusunda yorum yapmayacağım. Sızdırmalar olur mu? Ne yazık ki olur. Terör örgütü PKK ile mücadele kritik önem taşıyor. Hem PKK ile mücadele çabalarında hem de diğer zorluklarda Türkiye ile çalışmaya devam edeceğiz" dedi.
Little, olağan basın brifinginde konuya ilişkin soru üzerine, ABD'nin, müttefiki olan Türkiye ile istihbarat paylaşımına ilişkin yorum yapmayacağını söyledi.
Little, haberin Türkiye ile ilişkileri nasıl etkileyeceğine dair bir soru üzerine, "Kalıcı, sağlam ve güçlü bir ittifakımız var. Türkiye, NATO'nun önemli bir parçası. Türkiye ile önemli ikili güvenlik ilişkilerimiz bulunmakta ve her iki ülke açısından önem taşıyan bir dizi konuda Türkiye ile yakından çalışmaya devam edeceğiz†diye konuştu.)
Lütfen açıklamayı birkaç kez okuyunuz. Acaba gazetenin açıklamalarını yalanlıyor mu? Elbette hayır, bu haberin basına sızdırılmasından, kısmi üzüntü duyduğunu söyleyip, Türkiye ile ilişkilerinde bir sorun yaşanmayacağını, çünkü kalıcı ve sağlam güçlü bir ittifaklarının olduğunu utanmadan söyleyebiliyorlar. Tıpkı WikiLeaks olaylarında olduğu gibi, medyaya sızdır, kargaşayı seyret. Birde NATO yu gösterip, Türkiye nin önemli bir parçasını teşkil ettiğini söyleyerek, suçlarını yumuşatmaya çalışıyorlar.
İşte Amerika böyle bir ülke. Yapılmak istenen, olayın tazeliğinin korunması, gündemden düşmemesi ve toplum içinde infial yaratmaya devam etmesi için, Amerikan gazetesinin açıklaması ve Pentagonun adeta bu açıklamayı onaylarcasına sözleri, düşündürücü ve manidardır.
Amerika işine gelmediğinde hemen farklı kişilere roller verir. Toplumun basın yoluyla gözleri karartılır. Gönülleri aldatılır. Ülkemizdeki Amerikan kanallarının sayısını bilen var mı? Bizleri çok sevdikleri için mi geldiler ülkemize?
Tüm olaylar ve karşılıklı açıklamalar yaşandıktan birkaç gün sonra, bir gazetecinin ısrarlı sorusu sonucu, bu konuda Sayın Başbakanımız açıklama yapmak zorunda kaldı ve bakın neler söyledi.
(Olayla ilgili talimat verme konusunda mevcut sistem nasıl çalışıyorsa öyle çalıştığını söyleyen Erdoğan, güvenlik güçlerine verilen iznin, güvenlik güçleri tarafından kendi mücadele ve tasarruf alanlarında kullanıldığını anlattı. Erdoğan, şöyle devam etti:
''Bu da en doğal, en tabii bir haldir. Nitekim orası da bir terör bölgesidir ve olay bir terör bölgesinde cereyan etmiştir. Bunu farklı yerlere çekmek isteyenler varsın çeksinler ve maalesef bu neticede arzu etmediğimiz, arzu edilmeyen bir şekilde cereyan etmiştir. Görüntülerle ilgili söylenenler 'Yok Amerika böyle dedi, yok Amerika şöyle bir açıklama yaptı'. Bunların hepsi uydurma haberlerdir. Bir defa Amerika'nın kendi prodetörleri ile ilgili görüntülerden hareketle değil, bizim gözcülerimizden hareketle burada böyle bir uygulama yapılmıştır.)
Sayın Başbakanımızın açıklamalarından siz, tatmin oldunuz mu? Bu olayda emrin hangi makamın verdiğini, detaylı bilgi alışverişinin kimlerle yapıldığını, ya da yalnız kendi verilerimize göre mi yapıldığını anlayabildiniz mi? Talimat verme konusunda ki, mevcut sistem nasıl çalışıyor?
Bana göre işin çok daha ilginç olanı, Amerika açıkça hatalı bir bilgi verdiğini itiraf etmesine rağmen, Sayın Başbakanımızın Amerika yı temize çıkartması ve bizim gözcülerimizden hareketle bu harekâtın yapıldığını söylemesi, nasıl bir politika izlediğimizin göstergesidir.
Sayın Başbakanımızın açıklamalarındaki, en düşündürücü olan kısmına gelince. Bakın Amerikan gazetesinin bu tür bir açıklama yapmasını Başbakanımız kime karşı yapıldığını söylüyor.
(Bu konuyla ilgili verilen bu haberlerin özellikle Wall Street Journal'da yayınlananların ise, şu anda ABD'de yaklaşan seçimlerle ilgili olduğunu da geçen gün açıkladım. Bunlar mevcut yönetime karşı bu gazetenin atmış olduğu bir uydurma haberdir. Hilafı hakikattir. Bunu da bilmenizi özellikle istiyorum.'')
Doğrusu bu sözlere inanamıyorum. Ne yazık ki Başbakanımız, bizzat kendisine hükümetine atılan taşı, çamuru ya da ne derseniz deyin anlayamamıştır, ya da anlamak istememiş. İnsanlar bazen olaylara duygusal bakınca, yanlışları böyle göremiyor. Hâlbuki pentagon yani devletin çok önemli bir bölümü, bu gazetenin haberini yalanlamamış, hatta yorum bile yapmamıştı. Bu haber Amerikan hükümetini hiç zora sokmadığı gibi, tam tersine Türk düşmanı lobilerin hoşuna bile gider. Seçimde bugünkü Amerikan hükümetinin işine bile yarar. Peki, bu gazetenin haberi, kimi ya da kimleri zor duruma soktu dersiniz? Elbette hükümetimizi. Kuruyan yarayı kaşıyarak, kanatmak ve acının devamının sağlanması, Amerika nın politikasıdır.
Sayın Başbakanımıza, ısrarla gazetecilerin sorduğu, harekâta kim karar verdi, yani emri kim verdi sorusuna cevap vermeyen, açıklık getirmeyen Başbakanımız, yine açıklama yaptığının ertesi günü, Pakistan da bir açıklama daha yaptı ve bakın neler söyledi.
(Uludere olayıyla ilgili konuşan Erdoğan, "Operasyonunu kararını kendisinin verdiği" iddialarını, olayı operasyondan hemen sonra öğrendiğini söyleyerek yalanladı.)
Bu açıklamayı yapan, bu üzücü olayın yaşandığı ülkenin Başbakanı, lütfen bunu unutmayınız. Nasıl olurda, benim sonradan haberim oldu diye açıklama yapar? Daha da üzücü açıklama ise devamında geliyor. Bakın Başbakanımız neler söylüyor.
("Hata da olabilir. Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık" diyen Erdoğan, "Tazminatı da açıkladık. Ama birileri istismar ediyor. Allah aşkına tazminatsa tazminat... Bizim resmi tazminatımız ötesinde yaptık.)
Doğrusu bu açıklamalardan ben, şahsım adıma üzüntü duyuyorum. Hata olabilir dedikten sonra, hatanın ne olduğunu, yanlışı yapanların, emri verenlerin ortaya çıkartılması gerekirken, savunulana bakar mısınız lütfen. Hata olduğunu açıkladık dedikten sonra, ama tazminatını da verdik diyor. Hem de bu vatan için canını veren, şehitlerimizden fazlasını verdiğini de söylemekten çekinmiyor. Doğrusu bu açıklamalara ne söyleyebilirim ki. Giden 32 can, ama bunun karşılığı tazminat yani para öylemi.
Sayın Başbakanımız, acaba kendilerine karşı tavır alanlara, neden bu kadar cömert, yumuşak davranmıyor da, hata ve yanlışlıkla canlarına mal olan vatandaşlarımıza karşı tazminattan bahsedebiliyor? Yorum sizlerin.
Amerika kuyuya bir taş attı, bizler de onun peşine düştük kaç gündür çırpınıp duruyoruz. Bakın Amerikan gazetesinin açıklaması, kimlere zarar verdi ve ülkemizde neler konuşuluyor? Lütfen bu olaylardan ders alalım. Uludere olaylarında yapılan bir hata varsa onu saklamak yerine, toplumla paylaşalım, olaydan dersler çıkartalım ki, bir daha yaşanmasın. Hükümet birilerine karşı şahin oluyor da, hata sonucu ölümlere tazminattan bahsediyorsa, bu olayın perde arkasında başka şeylerin olduğu açıktır.
Ben her yazımda, Sayın Başbakanımızı ve bizleri yönetenlere şunu hatırlatmaya çalıştım. Amerika nın dostluğuna asla güvenmeyiniz. Çünkü Amerika nın ruhunda, emperyalizm ve sömürü vardır. Onun için özgürlük, demokrasi bir araçtır amaç değil. Çünkü onlar sözde adaletten, demokrasiden yana dırlar. Demokrasiden bahsedip, Krallarla can dost olurlar. Özgürlükten bahsedip, toplumu köleleştirirler. Adaletten sözde bahsedip, karşısındaki toplumlara adaletsiz davranırlar. Çünkü onlar adaleti, özgürlüğü, demokrasiyi yalnız kendilerine layık görürler. Gerçi bu sözleri yazarken, Sayın Başbakanımızın, demokrasi bizler için amaç değil, bir araçtır dediği sözleri geldi aklıma.
Amerika gibi bir ülkeden, güvenilir bir dost olmayacağını eğer hala öğrenemediysek, yaptığımız ve yapacağımız işlerde, Amerikan ın desteğine güveniyorsak, lütfen şunu unutmayınız, bu dost güvenilir dost asla olamaz. Yaradan ın ikazlarını dikkate almadan hareket edip, yanlış gönül dostları edinenler, yapmayı planladıkları işte de başarılı olmaları, asla mümkün olmayacaktır.
Bu son olaydan dikkatle düşünüp dersler almalıyız. Amerika bizi, bizden olan din kardeşlerimizle vurmak, birbirimize düşürmek istiyor. Artık bunu anlayalım. Amerika özellikle Uludere olaylarını canlı tutmak isteyerek, ülkemizi kargaşa ya sürüklemeye çalışıyor. Onların oyununa, tek bir yumruk olarak karşı duralım. Ama bunu yaparken, birbirimizi ötekileştirmeden, düşman olmadan yapmalıyız ki, Amerika gibi emperyalist ülkelerin oyununa gelmeyelim.
Bizim, bizden başka dostumuz olmadığı bilinciyle hareket ederek, önce içimizde bir bütün olmanın yolunu bulalım. Yoksa Amerika nın ve İsrail in oyuncağı olmaktan asla kurtulamayız.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
| Yaz, Kış veya Mucize Diyet Yoktur! |
|
Yazar: Sağlı@k ve Yaşam - 05-20-2012, Saat: 11:19 PM - Forum: Sağlık
- Yorum Yok
|
 |
[video=youtube]
Normal
0
21
http://www.youtube.com/watch?v=zfbVt5srS...e=youtu.be[/video]
Dünyada yaklaşık 22 bin çeşit şok diyet olduğunu biliyor
musunuz? Yaz aylarının gelmesiyle birlikte kısa zamanda kilo vermek
isteyen kişiler medyada yer alan şok diyetleri ard arda denerler.
Dyt. Müge Aksu
Yaz, kış veya mucize diyet’ yoktur. Kişiyi kısa zamanda istenmeyen
kilolarından kurtaracak mucize ürün de yoktur. Zayıflamak için
uygulanacak 1. ve temel kural; düzenli, dengeli ve zamanında
beslenmektir.
Yaz ayları yaklaştıkça özellikle bayanlarda kilo verme telaşı başlar.
Aynaya bakınca kendini beğenmek psikolojisiyle harekete geçen kişi önce
öğün sayısını düşürür ki; bu yapılan en büyük hatadır… Çünkü vücudun
çalışması için gerekli olan besin aynı zamanda yakıt kaynağıdır.
Zayıflamak isteyen kişi önce kendini açlığa mahkûm eder. Zanneder ki aç
kalırsam ya da öğün atlarsam daha çabuk zayıflarım. Oysa öğün
atlandığında metabolizma yavaşlar. Uzun süre aç kalmış hücreler, açlık
sinyallerini vererek koruma kalkanlarını oluşturur ve yenilenler yağ
olarak depolamaya başlar. Vücudun çalışması yavaşladığı için kilo verme
hızı düşer. Bir süre sonra tamamen durur. Uzun aralıklarla beslenme kan
şekerinde dengesizlikler oluşturup iniş –çıkışlara sebep olur. Özellikle
tek öğün akşam yemeği ise, sıkıntı biraz daha artar. Akşam metabolizma
hızı ve aktivitesi azalacağı için sindirme oranı da azalır. Uzun vadede
kas kayıpları görülür. Bilinçli kilo vermek için güne mutlaka güzel bir
kahvaltı ile başlanmalıdır. Çok eskilerden bilinen ‘Kahvaltıyı kral
gibi, öğle yemeğini prens gibi ve akşam yemeğini fakir gibi yiyin’ sözü
modern çağda da geçerliliğini koruyor.
Bilinçli Kilo Vermenin Sırrı: Az, Sık, Kararınca Her Şeyden Yemek…
Yiyeceklerin vücutta depolanma süresi 4-5 saat kadardır. Kişi
ne kadar yemiş olursa olsun en fazla 5 saat sonra depoları boşalır ve
acıkır. Kilo vermenin sırrı az, sık ve her şeyden kararınca yemektir.
Vücut ihtiyacı olan enerjiyi kas hücrelerinden karşılamaya çalışır.
Diyetisyenler tarafından günde 4-6 öğün yenmesi önerilir. Son ara öğün
yatmadan 2 saat önce tüketilmelidir. Ara öğünler, tokluk hissini
uzatarak metabolizmayı hızlandırır. Böylece sonraki öğünde porsiyon
kontrolü sağlanır. Aç kalmak demek; yağ hücrelerinin artması ve kilo
vermenin yavaşlamasıdır. Uygun besini, gerekli miktar ve doğru zamanda
yemek esas alınmalıdır. Dengeli beslenmenin temel kuralı, gün içinde her
besin grubundan tüketmeye çalışmaktır. Et, süt, ekmek, sebze ve meyve
gruplarını porsiyon miktarlarına dikkat ederek yemelidir. Doğru kilo
kaybı için ihtiyaç altında beslenmemek şart olmalıdır.Azı karar, çoğu
zarar mantığı ile hiçbir besini sınırsız yemek doğru olmadığı gibi
tamamen günlük beslenmemizden çıkarmak da doğru olmayacaktır.
Sağlıklı Zayıflamanın Göstergesi Yağ Kaybıdır!
Kilo azalması, gerçek zayıflamanın göstergesi değildir. Gerçek
zayıflama vücuttaki yağ oranının azalması olarak kabul edilir. Kilo
sudan ya da kaslardan verilmiş olabilir; örneğin bel çevresi aynı
ölçülerde ise bu gerçek anlamda kilo vermenin göstergesi değildir. Hızlı
verilen kilolar genelde kas ve su kayıplarına neden olduğu için
kesinlikle önerilmez. Normal yaşantıya dönüldüğünde de verilen kilolar
fazlası ile geri gelir. Bu nedenle mutlaka yavaş yavaş ve kişiye özgü
bir programla kilo verilmelidir.
İsveç, Dukan, Kan Grubu, Karpuz Diyeti veya ‘5 günde 5 kg’ Mümkün mü?
Yaza girerken aynalarla barışmak için kilolar acele verilmek istenir.
Dünyada yaklaşık 22bin çeşit diyet var, İsveç, Dukan, Kan Grubu, Karpuz
Diyeti veya ‘5 günde 5 kg’ gibi şok diyetlerle kilo vermek mümkün
değildir. Şok Diyetler adı üstünde şok etki yapabilir. Çok düşük
kalorili diyetler; metabolizma hızınızın altında kalacak ve kilo vermeye
çalışırken vücut çalışma hızınızın azalmasına neden olacaktır. Yağı
kesilmiş bir diyet de uzun vadede kötü sonuçlar doğurur. Yağda eriyen
vitaminlerin ‘A-D-E-K’ emilimi azalır. Doku hasarları, gözde gece
körlüğü – körlüğe kadar giden kusurlar, kemiklerde yumuşama … gibi
hastalıklara sebep olabilir. Yüksek protein içeren diyetlerde; gut, kan
yağlarında artış, böbrek fonksiyonlarında bozulma, kabızlık gibi
sorunlarla karşılaşılabilir.
Kilo Verirken Ne Zaman Destek Ürün Alınmalıdır?
Diyet tedavisinde esas amaç yaşam tarzı değişikliği
yaratmaktır. Egzersiz, tedavinin diğer ayağıdır. Dünya Sağlık Örgütü
sağlıklı bir bireyin günde 10 bin adım atmasını ön görüyor. Zor kilo
veren kişiler de var. Yeşil çay, kırmızı biber, yaban mersini, brüksel
lahanası, çilek, kiraz, mısır püskülü, defne veya avakoda yaprağının
kilo vermeye yardımcı besinlerdir. Son yapılan klinik çalışmalarda
kaktüs ve yosunun da bu özelliği açıklandı. Klinik çalışmalarla
desteklenmiş ürünler doktor ve/veya diyetisyen kontrolünde tedaviye
destek olarak kullanılabilir. İçeriği bilinmeyen ürünleri kullanmak
vücut için zararlı olabilir. Sonuçlar maalesef ölüme yol açabilir.
Hiçbir beslenme desteğinin mucizevi etki yapmayacağı ve tek başına
zayıflatma etkisinin olmadığı bilinmelidir.
Kaktüs ve Yosunun kilo vermede rolü nedir ?
ABD ve Avrupa ülkelerinde yapılan klinik çalışmalarda yosun ve
kaktüs ikilisinin özellikle göbek, basen ve kalçadaki yağ dokusunun
erimesinde aktif rolü tespit edildi. Kaktüsün yağ tutucu özelliği ile
yosunun metabolizma hızını artırması kilo vermede yardımcı olabilir.
Kaktüs, lif özelliği ile yağın vücuttan atılmasını sağlayarak kilo
yönetimine yardımcı olur. Yapılan klinik çalışmalarda kaktüsün alerjiye
yol açmadığı, GDO içermediği ve zayıflamada etkin olduğu belirlendi.
Yenilebilir kahverengi deniz yosunu ise yağ yakma potansiyeliyle bilinen
doğal bir moleküldür. Metabolizma hızını arttırarak vücutta birikmiş
yağların yakılmasını sağladığı özellikle bel, kalça ve basenlerdeki
bölgesel fazla kilolardan kurtulmaya yardımcı olduğu klinik çalışmalarla
desteklenmiştir. Kişiler zayıflama programları süresince hatta koruma
dönemi boyunca kaktüs ve yosun kompleksini kullanabilir.
|
|
|
| Nisa suresi 125. ayeti nasıl anlamalıyız? |
|
Yazar: halukgta - 05-18-2012, Saat: 11:55 AM - Forum: İslam
- Yorumlar (3)
|
 |
Kur’an ayetlerinin bizlere neler anlattığını, doğru anlamak istiyorsak, Kur’an ın diğer ayetlerinden mutlaka faydalanmalıyız, istifade etmeliyiz. Çünkü Kur’an kendisini anlatan, açıklayan, eşi benzeri olmayan, bir rehberdir. Ayetleri gereği gibi anlamak için, yine Kur’an a danışmalıyız. Bunu bizlere hatırlatmak içinde Allah, biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız der bizlere.
Bugün sizleri, Nisa suresi 125. ayet üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.
Nisa 125: İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim eden ve İbrahim'in dinine dosdoğru olarak tâbi olan kimseden, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrahim'i dost(HALİL) edinmişti.
Yukarıdaki ayette Rabbim bizlere, iyilik yaparak kendisini Allah a teslim eden ve İbrahim dinine tabi olanların, kurtuluşa ereceğinden bahsediliyor. Ayetin en son kısmında ise, Allah İbrahim peygamberimize layık gördüğü, HALİL sıfatıyla bizlere ne anlatmak istiyor, burası çok önemli. Ayetin orijinal Arapçasında, dost diye çevrilmiş kelime HALİL olarak geçer.
Şimdide aşağıdaki ayete bakalım.
Ali imran 68: Doğrusu onların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur(Velisidir).
Yukarıdaki ayetin son cümlesinde de, Allah müminlerin dostudur diye çevrilmiş. Fakat orijinaline baktığımızda Veli olarak geçer. Yani bu durumda Nisa suresi 125. ayette geçen Allah İbrahim i dost edinmişti cümlesindeki HALİL kelimesi ile Ali imran 68. ayette geçen VELİ sözcüğü aynı anlamda çevrilmiş. Bu durumda aynı anlamı verdiğini söylememiz doğru olmaz. Burada geçen Halil sözcüğünün, bir farklı anlamı olmalı değil mi sizce de?
Allah müminlerin dostudur yani velisidir, bunda hiç şüphe yok. Bakın Allah Maide suresi 55. ayetinde ne diyordu.
(Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resulüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.)
Demek ki İbrahim peygamberimize uyanlar, ona yakın olanlar Allah dostu olarak kabul ediliyor. Bakın anlamı çok daha farklı, ama burada kullanılan orijinal kelime VELİ.
Nisa 125. ayette de aslında, Ali imran 68. ayette olduğu gibi, kendisini Allah a teslim eden, İbrahim dinine teslim olanlardan bahsediyor. Buradan da anlaşılıyor ki, İbrahim in dinine tabi olanların, hepsini Allah dostu yani onların velisi Allah olduğu anlatılıyor.
Peki, Nisa 125. ayetin en son cümlesinde geçen ve orijinalinde HALİL olarak belirtilen kelime ne anlama geliyor. Eğer buradaki kelimede, daha önce belirttiğimiz DOST anlamındaysa, diğer ayetlerde geçen VELİ kelimesini de neden dost anlamında kullanıyorlar, çeviriyorlar? Burada farklı bir anlamda olduğu çok açık.
Halil kelimesinin sözlük anlamına önce bakalım ki, bu kelimeyle ne anlatılmak istendiğini, Kur’an dan daha iyi kavrayabilelim.
Sadık, samimi, dost.
Yukarıda yazdığım anlamlara geldiğini görüyoruz. Demek ki Nisa 125. ayette kullanılan manasıyla, Ali İmran 68. ayette kullanılan dost, çok farklı anlamlara geldiği anlaşılıyor.
Nisa suresi 125. ayette, Allah İbrahim peygamberimize çok özel bir lütufta bulunarak, onu onurlandırmak adına, onun kendisine SADIK, imanında SAMİMİ bir kul olduğu, böylece gerçek bir Allah dostu olduğu anlatılıyor. Allah Onu sevgisiyle yüceltiyor. Zaten Allah iman edenlerin, ben dostuyum velisiyim demiyor muydu?
Bu konuyu Kur’an ayetlerinden anlamaya devam edelim. Bakın aşağıdaki ayetler, Nisa suresi 125. ayette geçen, İbrahim peygamberimize atfen söylenen, Halil kelimesinin anlamını nasıl açıklıyor ve bu kelimenin anlamının tam karşılığı, neler olduğu tek tek nasıl anlatılıyor. Böylece İbrahim peygamberimizin, çok özel vasıflarını tek bir kelimede nasıl toplanıyor, onu daha açık anlayacağız.
Nahl 120: İbrahim, gerçekten Hakk'a yönelen, Allah'a itaat eden bir önder idi; Allah'a ortak koşanlardan değildi.
Hud 75: Doğrusu İbrahim, yumuşak huylu, duygulu ve gönülden (Allah'a) yönelen biriydi.
Meryem 41: Kur'ân'da İbrahim'i an. Şüphesiz ki o, sıddık (özü, sözü doğru) bir peygamberdi.
Yukarıdaki ayetler, sanırım İbrahim peygamberimizin özelliklerini açıklıyor ve Allah’ta özellikle Halil sözcüğüyle, onun özelliğini, niteliklerini, vasıflarını anlatıyor bizlere. Allah a itaat eden yani sadık, yumuşak huylu, duygulu, gönülden yani samimi, özü sözü doğru bir insan olduğunu, bunun içinde Allah dostlarının başında geldiği anlatılıyor. Aşağıdaki ayette bu fikri bakın nasıl destekliyor.
Bakara 130: İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahrette de iyilerden biridir.
Allah elçisine, Halil sözcüğüyle lütufta bulunarak, bu Dünyada iyilerden, seçkin insanlardan yaptığı gibi, ahrette de iyilerden, seçkin insanlardan olacağını söylüyor. Kur’an ı bilerek, anlayarak, düşünerek okuyan, Allah ın ahi rette kimlerin yüzlerinin gülen, Rabbin halis, seçkin ve iyi kullarından olacağını anlayacaktır.
Örneğin Bakara suresi 257. ayette, Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır der. Bu anlamı Veli sözcüğünden, dost olarak çevirirler. Yine Ankebut 22. ayette, sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır diye geçer, ama yine Veli sözcüğü kullanılır. Enam suresi 14. ayette de, yine Veli sözcüğü kullanılarak, Allah'tan başka dost mu tutayım diye zikredilir. Yine Tevbe suresi 116. ayetinde VELİ sözcüğünü kullanarak, Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır diye ayetinde bizleri uyarır. Tüm bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Veli ve Halil kelimelerine verilen anlam ve mana birbirinden çok daha farklı olduğu anlaşılıyor.
Tüm bu ayetlerden sonra, Nisa suresi 125. ayette, Allah İbrahim i dost edinmişti şekliyle çevrilen ayetten ne anlamamız gerektiği, sanırım daha iyi anlaşılmıştır. İbrahim peygamberimiz, Allah ın sadık, samimi, içten, vicdanlı, özü sözü bir kuluydu. Onun yeri Rahman katında çok özel ve müstesnaydı.
Tüm bu bilgilerden sonra, İbrahim peygamberimizi Yaratanla, onun yüceliği ile bağdaşmayan beşeri anlamda dost, arkadaş yakıştırması yapmak büyük yanlış olur düşüncesindeyim. Hz. İbrahim Allah ın sevgili, sadık, seçkin bir kuluydu. Allah dostuydu, dikkat ediniz bu tabir Kur’an da, gerçek anlamda tüm iman edenler için geçer. Allah ben Müminlerin dostuyum diyorsa, İbrahim peygamberimizin de bu dostlar içinde, çok özel müstesna bir yeri olduğu açıktır.
Allah tek bir ilahtır, onun ne eşi vardır nede evlat edinmiştir. O yalnızlık çekmez, uyumaz, uyuklamaz, yalnız ondan yardım istenir, yalnız ona ibadet edilir. Rabbin bu vasıflarını göz önünde bulundurduğumuzda, elbette yarattığı kullarından bizim beşeri anlayışımızda dost, arkadaşta edinmez. Bu bilinçle Nisa suresi 125. ayeti anlamaya çalışırsak, sanırım ayeti daha doğru anlamış oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
|
|
|
|