Asrımızın en büyük hastalığı;
imansızlık ve iman hakikatlerine gereken önemin verilmemesidir. Halbuki iman, amelden önde gelir. Zira Allah?ın fazlının gözüktüğü kimseler için, amelsiz cennete girmek mümkün olabilir. Ama imansız cennete kimse giremeyecektir. İman cennetin ?olmazsa olmaz? anahtarıdır. Belki ameldeki bir kusur, Allah tarafından af edilebilir, ancak imandaki ufacık bir kusur af edilmeği gibi, yer ve gök arası kadar salih amelin mahvına da sebep olur. Öyleyse imanı çok iyi anlamak ve iman hakikatlerini delilleriyle bilmek zorundayız.
Kadere iman, bir çok insanın kavrayamadığı bir meseledir. Hemen hemen herkesin kafasında şu sorular vardır: Kader değişir mi? Allah benim kaderime günah işleyeceğimi yazmışsa benim suçum ne? Evlilik de kader midir? Madem kaderinde ölecek yazılmış, o halde onu öldüren niçin katil ve suçlu oluyor? Katil öldürmeseydi yaşayacak mıydı? Madem kaderimizde cennete veya cehenneme gideceğimiz yazılı, o halde bu imtihan niçin? Ben kaderi mi değiştirebilir miyim? bu ve bunlar gibi onlarca soru
Kader meselesinin anlaşılamamasının altında yatan en büyük sebep; Allah bilgisinin azlığıdır. Zira kader, Allah?ın ilmi ve ezeliyeti ile alakadardır. Bu mesele ile yaralanmış bir kimseye sorsak; ?Allah ezeli midir?? Cevap olarak ?evet?i alırız. Ve tekrar soracak olsak; ?ezeli olmak ne demektir?? bu soruya alacağımız cevap ise şudur: Ezeli olması; Allah?ın başlangıcının olmamasıdır. İşte bu cevaptaki eksiklik yani Allah?ın ezeli oluşunun ne manaya geldiğinin tam bilinmemesi bu konunun anlaşılamamasına sebep olmuştur. Buradaki kusur, Allah?ı hakkıyla tanımayan, hatta tanımaya bile çalışmayan kişiye aittir. O, bu kusurunun cezasını, cevap veremediği soruların sıkıntısıyla öder. Hatta bazen Allah?a karşı lakaytlığa ceza olarak iman ve İslam nimetini kaybeder.
Maksadımız: Kader meselesiyle yaralanan gönüllere ve akıllara bir ab-ı hayat sunarak Allah?ın rızasını kazanmaktır.. Bu eserde kader hakkında merak ettiğiniz bütün soruların cevaplarını bulacaksınız. Hiçbir açık ve delik kalmaksızın, iki kere iki dört eder katiyetinde kaderi ve bu mesele ile ilgili bütün soruları cevaplayacağız. Yardım ve inayet Allah?tandır.[size=1.35em]Peygamber Efendimiz(sav) Kader Hakkında Konuşmayı Yasaklamış mıdır?[/size]
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kader hakkında konuşmayın, zira kader Allah`ın sırrıdır. Allah'ın sırrını açıklamaya kalkmayın."
Ancak bu hadis-i şerif bizi kader meselesini konuşmaktan ve bu meseleyi anlamaya çalışmaktan men etmemektedir. Zira bu hadiste anlatılmak istenen farklı bir şeydir.
Şöyle ki: Kader ikiye ayrılır:
1- İnsanın kendi iradesiyle ilgili olan kısım.
2- İnsanın iradesinin karışmadığı, onun irade ve kuvveti dışında meydana gelen hadiseler....
Bir insanın erkek veya kadın olması, dünyaya geldiği zaman dilimi, doğduğu ve yaşadığı belde, yaşayacağı ömür müddeti, anne ve babasının kim olacağı, sakat veya sağlıklı, güzel veya çirkin, zengin veya fakir olması gibi hususlar bu ikinci kısma misal olarak verilebilir.
Bu ve benzeri meselelerdeki ilahi takdirin sırrını anlamaya çalışmak, "niçin Allah bunu böyle yapmış" diye düşünmek; insan için hem manasız bir kayıptır, hem de onu helake götürebilecek bir sebeptir. Zira bunun neticesinde, kadere yani ilahi takdire isyan gelebilir. Bu sırlar ahirette, adalet gününde bütün incelikleri ile görünecektir.
İşte peygamber efendimizin (sav) "Kader hakkında konuşmayın, zira kader Allah'ın sırrıdır. Allah'ın sırrını açıklamaya kalkmayın" hadisiyle bizi uğraşmaktan men ettiği kader; insan iradesinin karışmadığı bu kısım kaderdir. Yoksa kaderin birinci kısmı üzerinde düşünmek hem güzeldir hem de tefekkürî bir ibadettir. Akaid alimleri de kaderin bu kısmına büyük mesai sarfetmişler ve eserler yazmışlardır.
Kader, Kaza ve Cüz-i İrade Nedir?
Madem meselemiz kaderdir. O halde konumuza geçmeden evvel bazı kelimelerin anlamlarını bilmek zorundayız. Bu kelimelerden bir tanesi kaderdir.
Kader: "Cenab-ı Hakk'ın, kainatta olmuş ve olacak her şeyi, bütün vasıflarıyla, bütün halleriyle ezelde bilmesi ve daha onu yaratmadan önce, her şeyiyle, levh-i mahfuz denilen kader levhasında yazmış olmasıdır."
Kaza ise; "Allah'ın bu ezeli yazıyı ve takdiri, icad etmesi ve yaratmasıdır."
Demek ki, kader; Allah'ın ilminin bir neticesi, kaza ise; Allah'ın kudretinin bir tecellisidir. Yani Allah, ilmiyle yazmış, kudretiyle de yaratmıştır. Yazı: kaderdir, yaratmak: kazadır.
Mesela: Bir insanın ne zaman doğacağı ve ne zaman öleceği önceden takdir edilmiştir. İşte bu takdir; kaderdir. O insanın vakti geldiğinde doğması ve vakti geldiğinde ölmesi, yani doğum ve ölüm hadiselerinin yaratılması ise kazadır.
Cüz-i İrade ise: Allah tarafından insana verilen, dilediği gibi hareket edebilme yeteneği ve seçme serbestliğidir.
Biraz daha bu kavramı açarsak; Allah insana okuma, yazma, koşma, yemek yeme, içme, oturma gibi birçok kabiliyetler vermiştir. Bu kabiliyetlerin her birine "külli irade" denilir. Burada geçen "külli irade" tabirini, Allah'ın külli iradesiyle karıştırmamak gerekir.
Allah'ın "külli iradesi": Allah'ın dilediği her şeyi yapabilmesi ve emrinin önüne hiçbir şeyin geçememesidir.
İnsanın "külli iradesi" ise; Kendisine verilen yeteneklerdir. İşte insan, o yeteneklerden bir tanesi ile bir işe yöneldiğinde o "külli irade" artık cüz'ileşmiş olur. Buradaki "cüzi" ifadesi "ufaklık" manasında olmayıp, "belirlilik" manasındadır.
Mesela insanda yemek yeme kabiliyeti vardır. Bu "külli iradedir." İnsan bu kabiliyeti ile simit yemeğe başladığında artık bu kabiliyeti cüzileşmiş olur. Artık insan kendindeki külli iradeyi belli bir yönde kullanmış ve simit yemeğe başlamıştır. İşte buna cüz-i irade denilir. İnsan burada serbesttir. Simit yiyebileceği gibi bir haramı yemeği de tercih edebilir. Zaten onu mesul eden: ona bu tercih yetkisinin verilmesidir.
Kadere İman, İmanın Şartı mıdır?
Kadere iman imanın bir şartı mıdır? Yani bir kimse kadere iman etmese ve onu inkar etse, iman dairesinden çıkar mı? Böyle bir soruya verilecek tek cevap "evet"tir.
Kadere iman, imanın bir şartıdır ve kaderi inkar eden iman dairesinden çıkar. Zira kitabımız olan Kur'an'ı Kerim, bir çok ayetiyle kadere imanı ders vermekte ve ezelde her şeyin Allah tarafından bilindiğini haber vermektedir. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
"Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak Allah bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki bir tane, yaş ve kuru her şey levh-i mahfuzdadır" (En'am :59),
"De ki, bize, Allahın yazdığından başkası asla erişmez. O bizim mevlamızdır" (Tevbe :51)
"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, onu daha yaratmadan önce, bir kitapta yazmış olmasın.Şüphesiz ki bu Allaha çok kolaydır."(Hadid22)
"Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır"(Yasin 12)
"Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik neyi ziyade edeceğini bilir. Onun katında her şey ölçü iledir" (Ra'd:
"Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir. Bu, bir kitapta mevcuttur. Ve bu biliş Allah için çok kolaydır"(Hac 76)
Bu ayetler ve bunlar gibi bir çok ayetler, eşyanın daha yaratılmadan önce, Allah'ın ilminde var olduğunu bildirmektedir. Zaten bunun akside düşünülemez. Zira Allah'ın ilmi her şeyi, her zamanı ve her mekanı kuşatmıştır. Bunu kabul etmemek; Allah'a cehaleti isnad etmek demektir ki, Allah bütün kusur ve eksikliklerden münezzehtir.
Eğer insan için bir kader olmasa ve Allah, insanın yapacaklarını yaptıktan sonra bilseydi, Allah'ın ilmine bir nihayet ve sınır gelirdi. Ve ilim sıfatında artma, eksilme ve değişiklik söz konusu olurdu ki, bütün bunlar Allah hakkında düşünülemez.
Ezeliyet bahsinde de işleyeceğimiz gibi, Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır.. Yani bütün mevcudat, geçmiş, hal ve gelecek, evvel, ahir , zahir, batın, gizli ve açık her şey, her an onun şuhûd dairesindedir, ondan gizlenemez, ve ilminden saklanamaz. Dolayısıyla "insan için bir kader yoktur" demek, Allah'ın yarını bilmemesi manasına gelir. Zira yarını bilirse, kader; ilahi ilmin bir unvanı olduğundan elbette herkes için bir kader olacaktır. Ve vardır.
Kader meselesini iyi anlayabilmek için şu iki noktanın çok iyi bilinmesi gerekir. Bunlardan bir tanesi Allah'ın ezeli oluşu yani "Ezeliyet" bahsi ve diğeri de "ilmin maluma tabi olduğu" kaidesidir. Bu iki mesele izah edildiğinde ve anlaşıldığında kader hakkındaki bütün sorular cevaplarını bulacaktır. Şimdi bu iki meselenin izahına geçiyoruz:
Allah yapacaklarımızı yapmadan nasıl biliyor?
Kader meselesinin anlaşılamamasındaki en büyük sebep �zaman� ve �ezel� kavramlarının birbiriyle karıştırılması ve yanlış değerlendirilmesidir.
İnsan, zaman ve mekân içerisinde yaşadığı için her hadiseyi ve hakikati zaman ölçüsüne göre değerlendirmekte ve ezeli zamanın başlangıcı zannetmekle hata yapmaktadır. İşte kaderi anlayamamak, böyle yanlış bir kıyasın mahsulüdür.
Zaman, kâinatın yaratılmasıyla başlayan ve içerisinde hadiselerin cereyan ettiği soyut bir kavramdır. Geçmiş, hal ve gelecek olarak üçe taksim edilir. Bu taksim, mahlûkata göredir. Yani asır, sene, ay, gün, dün, bugün, yarın gibi bütün kavramlar ancak yaratılmışlar için söz konusudur.
Ezel ise, zamanın başlangıcının evveli demek değildir. Ezelde geçmiş, hal ve gelecek yoktur. Ezel bütün bu zamanların ayna anda görüldüğü ve bilindiği bir makamdır. Dilerseniz şimdi, Allah�ın ezeliyet sıfatını misaller ile anlamaya çalışalım:
Misal-1:
Düz bir çizgi düşünün, bu çizgi zaman çizgisi olsun. Bu çizginin ortası ise, şimdiki zaman, yani şu anda içinde bulunduğumuz an olsun. Bu çizginin solundaki nokta ise geçmiş zaman olsun. İşte bu noktada kâinat yaratıldı ve daha sonra ilk insan Hz. Âdem (a.s). Ve o zamandan bugüne kadar yaratılan her şey; hal ile geçmiş zamanın ifade edildiği bu iki nokta arasında var oldu.
Zaman çizgimizin sağındaki nokta ise, gelecek zamandır. Bu nokta, kıyametinde ötesinde cennet ve cehennem hayatını içine alan sonsuzluk hayatıdır. Şu anda içinde bulunduğumuz hal noktası ile gelecek zaman noktası arasında ise; torunlarımız, onların torunları ve kıyamete kadar yaratılacak her şey, hatta bunun da ötesinde öldükten sonra dirilme, hesaba çekilme, amellerin tartılması ve sırattan geçme gibi hadiseler var.
Ezel ise, bu zaman çizgimizin, geçmiş noktasının sol tarafı değildir. İşte kaderi anlayamamamızın sebebi, ezelin burası olduğunu zannetmemiz ve ezeli, zaman çizgisi üzerinde bir yere oturtmamızdır. Zira ezeli, burası zannettiğimizde, Allah�ın yarını bilmesi için yarının gelmesi gerekecektir. İşte bu zan ve ezeliyet kavramını yanlış anlamamız ise şu soruyu sormamıza sebep olacaktır: �Allah günahkâr olmamı yazmışsa benim suçum ne?�
Şimdi ezel kavramını, zaman çizgimizde resmettiğimizde bu sorunun ne kadar manasız bir soru olduğu anlaşılacaktır. İşte ezel bu çizginin üst kısmındaki noktadır. Geçmiş zamanın sol tarafı değil, bir zamansızlıktır, hal, geçmiş ve geleceği ayna anda tutan ve gören bir makamdır. Dolayısıyla Allah bugünü gördüğü ve bildiği gibi, yarını da, öbür günü de ve cennet ile cehennem hayatının yaşanacağı sonsuzluk hayatına kadar her şeyi de bugün ile birlikte görmektedir.
Allah için hal, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar yoktur. Bu kavramlar zaman ile kayıtlı olan bizler içindir. Şimdi bu meseleyi diğer bir örnek ile inceleyelim:
Misal-2:
Bir tablo bizim zaman çizgimiz olsun. Ortası hal yani şimdiki zaman, sol tarafı geçmiş zaman, sağ tarafı ise gelecek zaman. Şimdi şu zaman tablomuzun üzerine bir ayna tuttuk. Ayna, zemine yakın olduğu için sadece �hal� aynada aksetti. Geçmiş ve gelecekten içine hiçbir şey girmedi. Şimdi aynayı biraz kaldıralım. Ve şu pozisyonda aynamızda hal ile birlikte geçmiş ve geleceğinde bir bölümü aksetti. Aynayı biraz daha kaldırdığımızda, bir önceki pozisyonda aynada gözükmeyen geçmiş ve geleceğin bir bölümü daha onda aksetti. Demek aynayı kaldırdıkça, aynada gözüken zaman dilimi genişlemektedir. Şimdi aynayı en tepeye kaldıralım.
İşte bu noktada ayna, hal, geçmiş ve geleceğin tamamını içine aldı. İşte bu noktaya ezeliyet noktası denilir ki, üç zamanın tamamını aynı anda görmektir. İşte �Allah ezelidir� dediğimizde, Allah�ın bütün zaman ve mekânları aynı anda gördüğü, bildiği ve zaman kaydından münezzeh olduğu anlaşılır.
Misal-3:
Şimdi de Ezeliyet kavramını başka bir misalde görelim: Erzurum�dan İstanbul�a doğru 3 vasıtanın yola çıktığını farz ediyoruz. Bu vasıtalardan bir tanesi İstanbul�a girmek üzere İzmit�te, diğeri İzmit�tekine kıyasla biraz daha geride Eskişehir�de ve 3. vasıtamızda ikisinin gerisinde Ankara�da olsun.
Şimdi bu üç vasıtaya dikkat ettiğimizde şunları görürüz: İzmit�te olan vasıtamız, Eskişehir ve Ankara�da olan araçlara kıyasla önde yani istikbaldedir. Zira onların geçeceği yollardan çoktan geçmiştir.
Eskişehir�de olan vasıtamız ise, İzmit�te olana göre geçmiştedir. Zira öndeki araç Eskişehir�den çoktan geçmiştir. Ancak Ankara�da olana kıyasla istikbaldedir. Zira daha bu araç onun mevkiine ulaşmamıştır.
Ankara�da olan vasıtamız ise diğer iki araca kıyasla da geçmiştedir. Zira bu iki araç ta Ankara�yı çoktan geçmiştir.
Araçlar arasında geçmiş, gelecek gibi tabirler kullanılırken, yukarıda olan ve üç vasıtayı anda aydınlatan güneş için zaman ifade eden bu tabirler kullanılmaz. Yani güneş şuna göre geçmiştedir, buna göre gelecektedir, denilemez. Çünkü güneş bu üç vasıtayı anda aydınlatmakta, ışığı ile üçünü ayna anda kuşatmaktadır. İşte güneşin bu hali, yani yerdeki vasıtalar için geçerli olan zaman kaydıyla kayıtlı olmaması ve üç zamanı aynı anda kuşatması ezeliyete misaldir.
Aynen bunun gibi, bizler de kâinatın yaratılmasıyla başlayan zaman yolunun bir noktasındayız. Bizden önce geçen her şey bize göre mazide, yani geçmişte kalmıştır. Bugünden hatta bu andan sonraki zamanlar ve o zamanlarda yaratılacak mahlûklar ise bize kıyasla istikbaldedir. Evet, şu anda bizim dedelerimiz geçmişte kaldılar. Hâlbuki bir zaman, onların dedeleri de istikbalden torun bekliyorlardı. İşte dedelerimiz, kendi dedelerine göre istikbal olan zaman diliminde bu dünyaya uğrayıp, teneffüs ederek, maziye döküldükleri gibi, dedelerimize göre istikbalde olan bizlerde bir gün maziye döküleceğiz. Ve bize göre istikbalde olan torunlarımız hale yani şimdiki zamana çıkacaklar.
Görüldüğü gibi, geçmiş, gelecek ve hal gibi tabirler bizler için kullanılmaktadır. Hâlbuki her şeyi ve zamanı yaratan Allah için mazi, hal ve istikbal gibi kavramlar yoktur. O, misalimizdeki güneş gibi bütün bu zamanları ayna anda ilminin ışığı ile kuşatmıştır. O halde �Allah yazdı diye biz yapıyoruz� denilemez, zira Allah ezeliyeti ile bütün zamanları aynı anda kuşattığından bizim hür irademiz ile ne yapacağımızı bilmiş ve ne yapacaksak kader defterimize onu yazmıştır. Allah yazdı diye biz yapmamaktayız, bilakis biz yapacağımız için Allah yazmıştır.
Ezeliyet bahsini daha iyi kavrayabilmemiz için son bir misal daha vereceğiz. Zira ezeliyeti anlamak, kader meselesini anlamanın anahtarıdır. Kader bahsinde bocalamanın en birinci sebebi Allah�ın ezeliyet sıfatının anlaşılamaması ve Allah�ın zaman mefhumu ile kayıtlı olduğunun zannedilmesidir.
Misal-4:
Bir şiirin tamamını bildiğiniz takdirde, sizin ilminizin, şiirin bütün mısralarına olan münasebeti aynıdır. Yani önceki misalde, güneşin üç vasıtayı aynı anda seyretmesi gibi, sizin ilminiz de bütün mısralara aynı anda vakıftır. Fakat şiirin mısraları için, kendi aralarında öncelik ve sonralık söz konusu olmaktadır. Mesela, altıncı mısra, dördüncü mısradan sonra, onuncu mısradan ise öncedir. Siz şiirin ilk beş mısrasını yazıp, altıncıyı yazmaya başladığınızda, artık beşinci mısra mazide kalmış, yazılmıştır. Altıncı mısra ise hal de yani şimdiki zamandadır. Onuncu mısra ise henüz istikbaldedir. Yani daha vücuda gelmemiş ve yazılmamıştır. Hâlbuki vücuda gelmeyen bu onuncu mısra sizin ilminizde mevcuttur. O halde öncelik ve sonralık sizin ilminiz için söz konusu değildir.
Aynen bunun gibi; 19. asır ve o asırda yaşayanlar, 18. asra ve bu asırda yaşayanlara göre istikbalde, 20. asra göre ise mazidedir. Ancak zamandan münezzeh olan Allah için bütün bu asırlar, geçmiş, hal ve istikbal aynı anda ilim ve şuhud dairesindedir.
Demek �Allah�ın ezeli ilmi� dediğimiz kader; geçmiş zamanda yapılmış bir plan olmayıp, zaman dışı bir plandır. Bütün geçmiş ve gelecek zamanları aynı anda tutan zaman üstü bir ilimdir.
O halde �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� sözü son derece batıl bir sözdür. Zira Allah, bizim ne yapacağımızı bilmeden kader defterimizi yazmış ve bizi o yazıya göre hareket etmeğe mecbur etmiş değildir. Bilakis, cüzi irademizle neyi tercih edecek ve hangi fiili işleyeceksek, ezeliyeti ile bilmiş ve kader defterimize yazmıştır.
Aslında mazeret olarak öne sürülen �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� sözü temelde de yanlıştır. Çünkü kader defteri, Allah�ın ilminin bir tecellisidir. İlim ise zorlama sıfatı değildir. Bu yazı sadece bir beyandır. Mesela, ben şimdi şöyle bir yazı yazsam: �siz yaklaşık 15 dakika sonra televizyonunuzu kapatacaksınız� Şimdi siz, 15 dakika sonra televizyonunuzu kapatsanız, diyebilir misiniz ki, �eğer bu yazı olmasaydı ben televizyonumu kapatmazdım� elbette diyemezsiniz. Çünkü bu sadece bir yazıdır. Bir haberdir. Zorlama değildir.
Aynen bunun gibi, �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� sözü de son derece yanlıştır. Bizlerin fiillerini Allah�ın ilmi yaratmıyor ki, ilmin unvanı olan kader defterini suçlayabilelim.
Bizim fiillerimiz Allah�ın kudretiyle yaratılmaktadır. İlmin bu yaratmada hiçbir tesiri yoktur. O halde nasıl olurda biz, fiillerimizin icadında hiçbir tesiri olmayan kader defterimizi sorumlu tutabiliriz? Bu olsa olsa kişinin kendini aldatmasından başka bir şey değildir.
Zira bu sözü söyleyen kişiye deseniz ki: �Niçin okula gidiyorsun, kaderini değiştiremezsin ki, eğer kaderinde doktor olmak varsa, zaten olacaksın, bunun önüne geçemezsin, çalışmasan da doktor olursun. Yok eğer kaderinde doktor olmak yoksa beyhude yoruluyorsun� Ya da şöyle desek: �Niçin dükkanını açıyorsun ki, kaderinde bugün kazanmak varsa, o zaten sana gelir, dükkanını açmasan da olur, Yok eğer kaderinde bugün kazanmak yoksa, dükkanını açsan da kazanamazsın, kaderini değiştirecek değilsin ya� Eğer ona bunları söylesek, kaderini değiştiremeyeceğini, bu yüzden okula gitmemesini ve dükkânını açmamasını tavsiye etsek, hemen savunmasını yapar ve der ki; �Sen çalışacaksın ki, Allah versin� Ama iş farzları eda etmeğe ya da haramlardan kaçmaya geldi mi, hemen kadere sığınır, teslimiyetçi olur, suçu kadere yükler. Bu kişinin kendisini aldatması değildir de nedir?
Hâlbuki ezeliyet bahsinde gördük ki, Allah bizi hiçbir günaha zorlamıyor. Sadece, zamanları ve mekânları kuşatan ilmiyle, bizim ne yapacağımızı biliyor ve kader defterimize yazıyor. Acaba günahımızı kadere yüklememize sebep olan ve �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� dedirten şey: �Ne yapacağımızı Allah�ın ezeliyeti ile bilmesi mi?
Yani, eğer Allah bizim ne yapacağımızı bilmeseydi biz mesul olurduk da, bildiği için mesul olmayacak mıyız? Günahını kadere yükleyen insan ne istediğine bir baksın! Ve bundan utansın!
Buraya kadar verdiğimiz misaller ile Allah�ın ezeliyetini anlamaya çalıştık. Ancak şu unutulmamalıdır ki, verdiğimiz bütün misaller, sadece akılların anlamaktan aciz kaldığı bir hakikati yakınlaştırmak için küçük birer dürbündür. Yoksa akıllar, nasıl ki, Allah�ın kudretinin ve azametinin büyüklüğünü hakkıyla anlamaktan acizdir, aynen bunun gibi, Allah�ın ezeliyetini ve bütün zaman ve mekânlara ilminin aynı anda münasebetini de tam idrakten acizdir. Ancak şu sönük dürbünler bile, �Allah kaderimi böyle yazmış, benim suçum ne?� sözünün ne kadar batıl olduğunu anlatmakta ve meselenin tam anlamıyla anlaşılmasını sağlamaktadır.
Allah'ın ezeliyeti ile birlikte, �ilmin mâlûma tâbi olduğu� kaidesi de anlaşılınca, göreceksiniz, kader hakkında cevapsız zannedilen bütün sorular, birden cevaplarını nasıl bulacaklar.
imansızlık ve iman hakikatlerine gereken önemin verilmemesidir. Halbuki iman, amelden önde gelir. Zira Allah?ın fazlının gözüktüğü kimseler için, amelsiz cennete girmek mümkün olabilir. Ama imansız cennete kimse giremeyecektir. İman cennetin ?olmazsa olmaz? anahtarıdır. Belki ameldeki bir kusur, Allah tarafından af edilebilir, ancak imandaki ufacık bir kusur af edilmeği gibi, yer ve gök arası kadar salih amelin mahvına da sebep olur. Öyleyse imanı çok iyi anlamak ve iman hakikatlerini delilleriyle bilmek zorundayız.
Kadere iman, bir çok insanın kavrayamadığı bir meseledir. Hemen hemen herkesin kafasında şu sorular vardır: Kader değişir mi? Allah benim kaderime günah işleyeceğimi yazmışsa benim suçum ne? Evlilik de kader midir? Madem kaderinde ölecek yazılmış, o halde onu öldüren niçin katil ve suçlu oluyor? Katil öldürmeseydi yaşayacak mıydı? Madem kaderimizde cennete veya cehenneme gideceğimiz yazılı, o halde bu imtihan niçin? Ben kaderi mi değiştirebilir miyim? bu ve bunlar gibi onlarca soru
Kader meselesinin anlaşılamamasının altında yatan en büyük sebep; Allah bilgisinin azlığıdır. Zira kader, Allah?ın ilmi ve ezeliyeti ile alakadardır. Bu mesele ile yaralanmış bir kimseye sorsak; ?Allah ezeli midir?? Cevap olarak ?evet?i alırız. Ve tekrar soracak olsak; ?ezeli olmak ne demektir?? bu soruya alacağımız cevap ise şudur: Ezeli olması; Allah?ın başlangıcının olmamasıdır. İşte bu cevaptaki eksiklik yani Allah?ın ezeli oluşunun ne manaya geldiğinin tam bilinmemesi bu konunun anlaşılamamasına sebep olmuştur. Buradaki kusur, Allah?ı hakkıyla tanımayan, hatta tanımaya bile çalışmayan kişiye aittir. O, bu kusurunun cezasını, cevap veremediği soruların sıkıntısıyla öder. Hatta bazen Allah?a karşı lakaytlığa ceza olarak iman ve İslam nimetini kaybeder.
Maksadımız: Kader meselesiyle yaralanan gönüllere ve akıllara bir ab-ı hayat sunarak Allah?ın rızasını kazanmaktır.. Bu eserde kader hakkında merak ettiğiniz bütün soruların cevaplarını bulacaksınız. Hiçbir açık ve delik kalmaksızın, iki kere iki dört eder katiyetinde kaderi ve bu mesele ile ilgili bütün soruları cevaplayacağız. Yardım ve inayet Allah?tandır.[size=1.35em]Peygamber Efendimiz(sav) Kader Hakkında Konuşmayı Yasaklamış mıdır?[/size]
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kader hakkında konuşmayın, zira kader Allah`ın sırrıdır. Allah'ın sırrını açıklamaya kalkmayın."
Ancak bu hadis-i şerif bizi kader meselesini konuşmaktan ve bu meseleyi anlamaya çalışmaktan men etmemektedir. Zira bu hadiste anlatılmak istenen farklı bir şeydir.
Şöyle ki: Kader ikiye ayrılır:
1- İnsanın kendi iradesiyle ilgili olan kısım.
2- İnsanın iradesinin karışmadığı, onun irade ve kuvveti dışında meydana gelen hadiseler....
Bir insanın erkek veya kadın olması, dünyaya geldiği zaman dilimi, doğduğu ve yaşadığı belde, yaşayacağı ömür müddeti, anne ve babasının kim olacağı, sakat veya sağlıklı, güzel veya çirkin, zengin veya fakir olması gibi hususlar bu ikinci kısma misal olarak verilebilir.
Bu ve benzeri meselelerdeki ilahi takdirin sırrını anlamaya çalışmak, "niçin Allah bunu böyle yapmış" diye düşünmek; insan için hem manasız bir kayıptır, hem de onu helake götürebilecek bir sebeptir. Zira bunun neticesinde, kadere yani ilahi takdire isyan gelebilir. Bu sırlar ahirette, adalet gününde bütün incelikleri ile görünecektir.
İşte peygamber efendimizin (sav) "Kader hakkında konuşmayın, zira kader Allah'ın sırrıdır. Allah'ın sırrını açıklamaya kalkmayın" hadisiyle bizi uğraşmaktan men ettiği kader; insan iradesinin karışmadığı bu kısım kaderdir. Yoksa kaderin birinci kısmı üzerinde düşünmek hem güzeldir hem de tefekkürî bir ibadettir. Akaid alimleri de kaderin bu kısmına büyük mesai sarfetmişler ve eserler yazmışlardır.
Kader, Kaza ve Cüz-i İrade Nedir?
Madem meselemiz kaderdir. O halde konumuza geçmeden evvel bazı kelimelerin anlamlarını bilmek zorundayız. Bu kelimelerden bir tanesi kaderdir.
Kader: "Cenab-ı Hakk'ın, kainatta olmuş ve olacak her şeyi, bütün vasıflarıyla, bütün halleriyle ezelde bilmesi ve daha onu yaratmadan önce, her şeyiyle, levh-i mahfuz denilen kader levhasında yazmış olmasıdır."
Kaza ise; "Allah'ın bu ezeli yazıyı ve takdiri, icad etmesi ve yaratmasıdır."
Demek ki, kader; Allah'ın ilminin bir neticesi, kaza ise; Allah'ın kudretinin bir tecellisidir. Yani Allah, ilmiyle yazmış, kudretiyle de yaratmıştır. Yazı: kaderdir, yaratmak: kazadır.
Mesela: Bir insanın ne zaman doğacağı ve ne zaman öleceği önceden takdir edilmiştir. İşte bu takdir; kaderdir. O insanın vakti geldiğinde doğması ve vakti geldiğinde ölmesi, yani doğum ve ölüm hadiselerinin yaratılması ise kazadır.
Cüz-i İrade ise: Allah tarafından insana verilen, dilediği gibi hareket edebilme yeteneği ve seçme serbestliğidir.
Biraz daha bu kavramı açarsak; Allah insana okuma, yazma, koşma, yemek yeme, içme, oturma gibi birçok kabiliyetler vermiştir. Bu kabiliyetlerin her birine "külli irade" denilir. Burada geçen "külli irade" tabirini, Allah'ın külli iradesiyle karıştırmamak gerekir.
Allah'ın "külli iradesi": Allah'ın dilediği her şeyi yapabilmesi ve emrinin önüne hiçbir şeyin geçememesidir.
İnsanın "külli iradesi" ise; Kendisine verilen yeteneklerdir. İşte insan, o yeteneklerden bir tanesi ile bir işe yöneldiğinde o "külli irade" artık cüz'ileşmiş olur. Buradaki "cüzi" ifadesi "ufaklık" manasında olmayıp, "belirlilik" manasındadır.
Mesela insanda yemek yeme kabiliyeti vardır. Bu "külli iradedir." İnsan bu kabiliyeti ile simit yemeğe başladığında artık bu kabiliyeti cüzileşmiş olur. Artık insan kendindeki külli iradeyi belli bir yönde kullanmış ve simit yemeğe başlamıştır. İşte buna cüz-i irade denilir. İnsan burada serbesttir. Simit yiyebileceği gibi bir haramı yemeği de tercih edebilir. Zaten onu mesul eden: ona bu tercih yetkisinin verilmesidir.
Kadere İman, İmanın Şartı mıdır?
Kadere iman imanın bir şartı mıdır? Yani bir kimse kadere iman etmese ve onu inkar etse, iman dairesinden çıkar mı? Böyle bir soruya verilecek tek cevap "evet"tir.
Kadere iman, imanın bir şartıdır ve kaderi inkar eden iman dairesinden çıkar. Zira kitabımız olan Kur'an'ı Kerim, bir çok ayetiyle kadere imanı ders vermekte ve ezelde her şeyin Allah tarafından bilindiğini haber vermektedir. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
"Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak Allah bilir. Onun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki bir tane, yaş ve kuru her şey levh-i mahfuzdadır" (En'am :59),
"De ki, bize, Allahın yazdığından başkası asla erişmez. O bizim mevlamızdır" (Tevbe :51)
"Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, onu daha yaratmadan önce, bir kitapta yazmış olmasın.Şüphesiz ki bu Allaha çok kolaydır."(Hadid22)
"Biz her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazmışızdır"(Yasin 12)
"Allah her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik neyi ziyade edeceğini bilir. Onun katında her şey ölçü iledir" (Ra'd:
"Bilmez misin ki, Allah, yerde ve gökte ne varsa bilir. Bu, bir kitapta mevcuttur. Ve bu biliş Allah için çok kolaydır"(Hac 76)
Bu ayetler ve bunlar gibi bir çok ayetler, eşyanın daha yaratılmadan önce, Allah'ın ilminde var olduğunu bildirmektedir. Zaten bunun akside düşünülemez. Zira Allah'ın ilmi her şeyi, her zamanı ve her mekanı kuşatmıştır. Bunu kabul etmemek; Allah'a cehaleti isnad etmek demektir ki, Allah bütün kusur ve eksikliklerden münezzehtir.
Eğer insan için bir kader olmasa ve Allah, insanın yapacaklarını yaptıktan sonra bilseydi, Allah'ın ilmine bir nihayet ve sınır gelirdi. Ve ilim sıfatında artma, eksilme ve değişiklik söz konusu olurdu ki, bütün bunlar Allah hakkında düşünülemez.
Ezeliyet bahsinde de işleyeceğimiz gibi, Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır.. Yani bütün mevcudat, geçmiş, hal ve gelecek, evvel, ahir , zahir, batın, gizli ve açık her şey, her an onun şuhûd dairesindedir, ondan gizlenemez, ve ilminden saklanamaz. Dolayısıyla "insan için bir kader yoktur" demek, Allah'ın yarını bilmemesi manasına gelir. Zira yarını bilirse, kader; ilahi ilmin bir unvanı olduğundan elbette herkes için bir kader olacaktır. Ve vardır.
Kader meselesini iyi anlayabilmek için şu iki noktanın çok iyi bilinmesi gerekir. Bunlardan bir tanesi Allah'ın ezeli oluşu yani "Ezeliyet" bahsi ve diğeri de "ilmin maluma tabi olduğu" kaidesidir. Bu iki mesele izah edildiğinde ve anlaşıldığında kader hakkındaki bütün sorular cevaplarını bulacaktır. Şimdi bu iki meselenin izahına geçiyoruz:
Allah yapacaklarımızı yapmadan nasıl biliyor?
Kader meselesinin anlaşılamamasındaki en büyük sebep �zaman� ve �ezel� kavramlarının birbiriyle karıştırılması ve yanlış değerlendirilmesidir.
İnsan, zaman ve mekân içerisinde yaşadığı için her hadiseyi ve hakikati zaman ölçüsüne göre değerlendirmekte ve ezeli zamanın başlangıcı zannetmekle hata yapmaktadır. İşte kaderi anlayamamak, böyle yanlış bir kıyasın mahsulüdür.
Zaman, kâinatın yaratılmasıyla başlayan ve içerisinde hadiselerin cereyan ettiği soyut bir kavramdır. Geçmiş, hal ve gelecek olarak üçe taksim edilir. Bu taksim, mahlûkata göredir. Yani asır, sene, ay, gün, dün, bugün, yarın gibi bütün kavramlar ancak yaratılmışlar için söz konusudur.
Ezel ise, zamanın başlangıcının evveli demek değildir. Ezelde geçmiş, hal ve gelecek yoktur. Ezel bütün bu zamanların ayna anda görüldüğü ve bilindiği bir makamdır. Dilerseniz şimdi, Allah�ın ezeliyet sıfatını misaller ile anlamaya çalışalım:
Misal-1:
Düz bir çizgi düşünün, bu çizgi zaman çizgisi olsun. Bu çizginin ortası ise, şimdiki zaman, yani şu anda içinde bulunduğumuz an olsun. Bu çizginin solundaki nokta ise geçmiş zaman olsun. İşte bu noktada kâinat yaratıldı ve daha sonra ilk insan Hz. Âdem (a.s). Ve o zamandan bugüne kadar yaratılan her şey; hal ile geçmiş zamanın ifade edildiği bu iki nokta arasında var oldu.
Zaman çizgimizin sağındaki nokta ise, gelecek zamandır. Bu nokta, kıyametinde ötesinde cennet ve cehennem hayatını içine alan sonsuzluk hayatıdır. Şu anda içinde bulunduğumuz hal noktası ile gelecek zaman noktası arasında ise; torunlarımız, onların torunları ve kıyamete kadar yaratılacak her şey, hatta bunun da ötesinde öldükten sonra dirilme, hesaba çekilme, amellerin tartılması ve sırattan geçme gibi hadiseler var.
Ezel ise, bu zaman çizgimizin, geçmiş noktasının sol tarafı değildir. İşte kaderi anlayamamamızın sebebi, ezelin burası olduğunu zannetmemiz ve ezeli, zaman çizgisi üzerinde bir yere oturtmamızdır. Zira ezeli, burası zannettiğimizde, Allah�ın yarını bilmesi için yarının gelmesi gerekecektir. İşte bu zan ve ezeliyet kavramını yanlış anlamamız ise şu soruyu sormamıza sebep olacaktır: �Allah günahkâr olmamı yazmışsa benim suçum ne?�
Şimdi ezel kavramını, zaman çizgimizde resmettiğimizde bu sorunun ne kadar manasız bir soru olduğu anlaşılacaktır. İşte ezel bu çizginin üst kısmındaki noktadır. Geçmiş zamanın sol tarafı değil, bir zamansızlıktır, hal, geçmiş ve geleceği ayna anda tutan ve gören bir makamdır. Dolayısıyla Allah bugünü gördüğü ve bildiği gibi, yarını da, öbür günü de ve cennet ile cehennem hayatının yaşanacağı sonsuzluk hayatına kadar her şeyi de bugün ile birlikte görmektedir.
Allah için hal, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar yoktur. Bu kavramlar zaman ile kayıtlı olan bizler içindir. Şimdi bu meseleyi diğer bir örnek ile inceleyelim:
Misal-2:
Bir tablo bizim zaman çizgimiz olsun. Ortası hal yani şimdiki zaman, sol tarafı geçmiş zaman, sağ tarafı ise gelecek zaman. Şimdi şu zaman tablomuzun üzerine bir ayna tuttuk. Ayna, zemine yakın olduğu için sadece �hal� aynada aksetti. Geçmiş ve gelecekten içine hiçbir şey girmedi. Şimdi aynayı biraz kaldıralım. Ve şu pozisyonda aynamızda hal ile birlikte geçmiş ve geleceğinde bir bölümü aksetti. Aynayı biraz daha kaldırdığımızda, bir önceki pozisyonda aynada gözükmeyen geçmiş ve geleceğin bir bölümü daha onda aksetti. Demek aynayı kaldırdıkça, aynada gözüken zaman dilimi genişlemektedir. Şimdi aynayı en tepeye kaldıralım.
İşte bu noktada ayna, hal, geçmiş ve geleceğin tamamını içine aldı. İşte bu noktaya ezeliyet noktası denilir ki, üç zamanın tamamını aynı anda görmektir. İşte �Allah ezelidir� dediğimizde, Allah�ın bütün zaman ve mekânları aynı anda gördüğü, bildiği ve zaman kaydından münezzeh olduğu anlaşılır.
Misal-3:
Şimdi de Ezeliyet kavramını başka bir misalde görelim: Erzurum�dan İstanbul�a doğru 3 vasıtanın yola çıktığını farz ediyoruz. Bu vasıtalardan bir tanesi İstanbul�a girmek üzere İzmit�te, diğeri İzmit�tekine kıyasla biraz daha geride Eskişehir�de ve 3. vasıtamızda ikisinin gerisinde Ankara�da olsun.
Şimdi bu üç vasıtaya dikkat ettiğimizde şunları görürüz: İzmit�te olan vasıtamız, Eskişehir ve Ankara�da olan araçlara kıyasla önde yani istikbaldedir. Zira onların geçeceği yollardan çoktan geçmiştir.
Eskişehir�de olan vasıtamız ise, İzmit�te olana göre geçmiştedir. Zira öndeki araç Eskişehir�den çoktan geçmiştir. Ancak Ankara�da olana kıyasla istikbaldedir. Zira daha bu araç onun mevkiine ulaşmamıştır.
Ankara�da olan vasıtamız ise diğer iki araca kıyasla da geçmiştedir. Zira bu iki araç ta Ankara�yı çoktan geçmiştir.
Araçlar arasında geçmiş, gelecek gibi tabirler kullanılırken, yukarıda olan ve üç vasıtayı anda aydınlatan güneş için zaman ifade eden bu tabirler kullanılmaz. Yani güneş şuna göre geçmiştedir, buna göre gelecektedir, denilemez. Çünkü güneş bu üç vasıtayı anda aydınlatmakta, ışığı ile üçünü ayna anda kuşatmaktadır. İşte güneşin bu hali, yani yerdeki vasıtalar için geçerli olan zaman kaydıyla kayıtlı olmaması ve üç zamanı aynı anda kuşatması ezeliyete misaldir.
Aynen bunun gibi, bizler de kâinatın yaratılmasıyla başlayan zaman yolunun bir noktasındayız. Bizden önce geçen her şey bize göre mazide, yani geçmişte kalmıştır. Bugünden hatta bu andan sonraki zamanlar ve o zamanlarda yaratılacak mahlûklar ise bize kıyasla istikbaldedir. Evet, şu anda bizim dedelerimiz geçmişte kaldılar. Hâlbuki bir zaman, onların dedeleri de istikbalden torun bekliyorlardı. İşte dedelerimiz, kendi dedelerine göre istikbal olan zaman diliminde bu dünyaya uğrayıp, teneffüs ederek, maziye döküldükleri gibi, dedelerimize göre istikbalde olan bizlerde bir gün maziye döküleceğiz. Ve bize göre istikbalde olan torunlarımız hale yani şimdiki zamana çıkacaklar.
Görüldüğü gibi, geçmiş, gelecek ve hal gibi tabirler bizler için kullanılmaktadır. Hâlbuki her şeyi ve zamanı yaratan Allah için mazi, hal ve istikbal gibi kavramlar yoktur. O, misalimizdeki güneş gibi bütün bu zamanları ayna anda ilminin ışığı ile kuşatmıştır. O halde �Allah yazdı diye biz yapıyoruz� denilemez, zira Allah ezeliyeti ile bütün zamanları aynı anda kuşattığından bizim hür irademiz ile ne yapacağımızı bilmiş ve ne yapacaksak kader defterimize onu yazmıştır. Allah yazdı diye biz yapmamaktayız, bilakis biz yapacağımız için Allah yazmıştır.
Ezeliyet bahsini daha iyi kavrayabilmemiz için son bir misal daha vereceğiz. Zira ezeliyeti anlamak, kader meselesini anlamanın anahtarıdır. Kader bahsinde bocalamanın en birinci sebebi Allah�ın ezeliyet sıfatının anlaşılamaması ve Allah�ın zaman mefhumu ile kayıtlı olduğunun zannedilmesidir.
Misal-4:
Bir şiirin tamamını bildiğiniz takdirde, sizin ilminizin, şiirin bütün mısralarına olan münasebeti aynıdır. Yani önceki misalde, güneşin üç vasıtayı aynı anda seyretmesi gibi, sizin ilminiz de bütün mısralara aynı anda vakıftır. Fakat şiirin mısraları için, kendi aralarında öncelik ve sonralık söz konusu olmaktadır. Mesela, altıncı mısra, dördüncü mısradan sonra, onuncu mısradan ise öncedir. Siz şiirin ilk beş mısrasını yazıp, altıncıyı yazmaya başladığınızda, artık beşinci mısra mazide kalmış, yazılmıştır. Altıncı mısra ise hal de yani şimdiki zamandadır. Onuncu mısra ise henüz istikbaldedir. Yani daha vücuda gelmemiş ve yazılmamıştır. Hâlbuki vücuda gelmeyen bu onuncu mısra sizin ilminizde mevcuttur. O halde öncelik ve sonralık sizin ilminiz için söz konusu değildir.
Aynen bunun gibi; 19. asır ve o asırda yaşayanlar, 18. asra ve bu asırda yaşayanlara göre istikbalde, 20. asra göre ise mazidedir. Ancak zamandan münezzeh olan Allah için bütün bu asırlar, geçmiş, hal ve istikbal aynı anda ilim ve şuhud dairesindedir.
Demek �Allah�ın ezeli ilmi� dediğimiz kader; geçmiş zamanda yapılmış bir plan olmayıp, zaman dışı bir plandır. Bütün geçmiş ve gelecek zamanları aynı anda tutan zaman üstü bir ilimdir.
O halde �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� sözü son derece batıl bir sözdür. Zira Allah, bizim ne yapacağımızı bilmeden kader defterimizi yazmış ve bizi o yazıya göre hareket etmeğe mecbur etmiş değildir. Bilakis, cüzi irademizle neyi tercih edecek ve hangi fiili işleyeceksek, ezeliyeti ile bilmiş ve kader defterimize yazmıştır.
Aslında mazeret olarak öne sürülen �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� sözü temelde de yanlıştır. Çünkü kader defteri, Allah�ın ilminin bir tecellisidir. İlim ise zorlama sıfatı değildir. Bu yazı sadece bir beyandır. Mesela, ben şimdi şöyle bir yazı yazsam: �siz yaklaşık 15 dakika sonra televizyonunuzu kapatacaksınız� Şimdi siz, 15 dakika sonra televizyonunuzu kapatsanız, diyebilir misiniz ki, �eğer bu yazı olmasaydı ben televizyonumu kapatmazdım� elbette diyemezsiniz. Çünkü bu sadece bir yazıdır. Bir haberdir. Zorlama değildir.
Aynen bunun gibi, �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� sözü de son derece yanlıştır. Bizlerin fiillerini Allah�ın ilmi yaratmıyor ki, ilmin unvanı olan kader defterini suçlayabilelim.
Bizim fiillerimiz Allah�ın kudretiyle yaratılmaktadır. İlmin bu yaratmada hiçbir tesiri yoktur. O halde nasıl olurda biz, fiillerimizin icadında hiçbir tesiri olmayan kader defterimizi sorumlu tutabiliriz? Bu olsa olsa kişinin kendini aldatmasından başka bir şey değildir.
Zira bu sözü söyleyen kişiye deseniz ki: �Niçin okula gidiyorsun, kaderini değiştiremezsin ki, eğer kaderinde doktor olmak varsa, zaten olacaksın, bunun önüne geçemezsin, çalışmasan da doktor olursun. Yok eğer kaderinde doktor olmak yoksa beyhude yoruluyorsun� Ya da şöyle desek: �Niçin dükkanını açıyorsun ki, kaderinde bugün kazanmak varsa, o zaten sana gelir, dükkanını açmasan da olur, Yok eğer kaderinde bugün kazanmak yoksa, dükkanını açsan da kazanamazsın, kaderini değiştirecek değilsin ya� Eğer ona bunları söylesek, kaderini değiştiremeyeceğini, bu yüzden okula gitmemesini ve dükkânını açmamasını tavsiye etsek, hemen savunmasını yapar ve der ki; �Sen çalışacaksın ki, Allah versin� Ama iş farzları eda etmeğe ya da haramlardan kaçmaya geldi mi, hemen kadere sığınır, teslimiyetçi olur, suçu kadere yükler. Bu kişinin kendisini aldatması değildir de nedir?
Hâlbuki ezeliyet bahsinde gördük ki, Allah bizi hiçbir günaha zorlamıyor. Sadece, zamanları ve mekânları kuşatan ilmiyle, bizim ne yapacağımızı biliyor ve kader defterimize yazıyor. Acaba günahımızı kadere yüklememize sebep olan ve �Allah kaderimi yazmış, ben ne yapsam değiştiremem� dedirten şey: �Ne yapacağımızı Allah�ın ezeliyeti ile bilmesi mi?
Yani, eğer Allah bizim ne yapacağımızı bilmeseydi biz mesul olurduk da, bildiği için mesul olmayacak mıyız? Günahını kadere yükleyen insan ne istediğine bir baksın! Ve bundan utansın!
Buraya kadar verdiğimiz misaller ile Allah�ın ezeliyetini anlamaya çalıştık. Ancak şu unutulmamalıdır ki, verdiğimiz bütün misaller, sadece akılların anlamaktan aciz kaldığı bir hakikati yakınlaştırmak için küçük birer dürbündür. Yoksa akıllar, nasıl ki, Allah�ın kudretinin ve azametinin büyüklüğünü hakkıyla anlamaktan acizdir, aynen bunun gibi, Allah�ın ezeliyetini ve bütün zaman ve mekânlara ilminin aynı anda münasebetini de tam idrakten acizdir. Ancak şu sönük dürbünler bile, �Allah kaderimi böyle yazmış, benim suçum ne?� sözünün ne kadar batıl olduğunu anlatmakta ve meselenin tam anlamıyla anlaşılmasını sağlamaktadır.
Allah'ın ezeliyeti ile birlikte, �ilmin mâlûma tâbi olduğu� kaidesi de anlaşılınca, göreceksiniz, kader hakkında cevapsız zannedilen bütün sorular, birden cevaplarını nasıl bulacaklar.