KRONİK SİNÜZİT
Akut sinüzit tedavi edilmediğinde veya sık ataklar olduğunda, sinüslerin iç yüzeyini kaplayan deride değişiklikler meydana gelir ve sinüzit kronikleşir. Akut sinüzitteki belirti ve şikayetler daha hafif olarak yıllarca devam edebilir.
Kronik sinüzitte önemli olan konulardan birisi ostiomeatal bölge adı verilen yerlerin olaya karışmasıdır. Bu bölge çeşitli özelliklerinden dolayı çok kolay hastalığa yaklanır ve çok güç tedavi olur. Kronik sinüzitlerde bu nedenle bu bölgenin iyi bir şekilde araştırılması gerekir. Bunun için koronal bilgisayarlı tomografi ve endoskopi gerekebilir.
İlaçlarla tedavi mümkün olmaz ise cerrahi olarak sinüslerin boşaltılması ve daha sonra gelişecek akut sinüzitlerde tedavi geciktirilmemeli ve aksatılmamalıdır.
SİNÜZİTE BAÄžLI GELİŞEBİLECEK SORUNLAR
Sinüzite bağlı bir sorun geliştiğinde genelde aşğıdaki belirtilere rastlanır. Bu sorunlar sıklıkla akut sinüzit veya kronik sinüzitin akut atağı sırasında meydana gelir.
Belirtiler
1. yaygın ve inatçı ağrılar
2. kusma
3. konvülsiyon (havale)
4. ateş
5. göz kapaklarında veya alında şişlik
6. bulanık görme, çift görme veya inatçı göz arkası ağrısı
7. kafa içi basınç artışı bulguları (bulantı, kusma ...)
8. kişilik değişikliği
SIROZ
Siroz; normal karaciğer hücrelerinin yerine skar (nedbe) dokusunun oluştuğu duruma verilen isimdir, ve bu durum karaciğerin tüm fonksiyonlarında azalmaya neden olur. İlerlemiş hastalarda, hasar o kadar ciddidir ki, tek çözüm yolu karaciğer naklidir. Siroz ABD deki en sık ölüm nedenleri arasında sekizincidir ve her yıl 25 bin kişinin ölümüne neden olur. Ve yine binlerce kişinin karaciğerinin normal fonksiyonları yapma kabiliyetinde yavaş yavaş azalmaya neden olur.
Sirozun çok sayıda nedeni vardır. ABD ve Avrupada, en sık nedenler; aşırı alkol tüketimi ve kronik Hepatit-C virüs enfeksiyonudur.
Alkolik siroz, 10 veya daha fazla yıl süresince aşırı alkol tüketimi soucunda meydana gelir. Ancak sosyal içicilerde de (toplumsal olaylarda (toplantı, eğlence gibi) alkol tüketen kişiler) siroz meydana gelme olasılığı vardır. Alkolün karaciğer hücreleirne toksik etkisi vardır. Neden bazı insanların alkolün zararlı etkilerine daha dayanıklı olduğu bilinmemektedir, ancak kadınlar erkeklerden daha az alkol tüketseler de alkolik siroza yakalanaya daha yatkındırlar.
Kronik hepatit-C enfeksiyonu, karaciğer hücrelerinde inflamasyona neden olmakta ve sonuçta siroz gelişebilmektedir. Kronik hepatit-C hastası olan her 5 kişiden birinde 20 yıldan sonra siroz gelişmektedir. Kronik Hepatit-B, benzer şekilde karaciğer hasarı yapmaktadır ve dünyada sirozun en sık nedenidir. Hepatit-D sadece Hepatit-B hastalarında rastlanmaktadır.
Sirozun daha nadir nedenleri arasında karaciğer hücrelerini veya safra kanallarını tutan otoimmün hastalıklar, ilaçlara bağlı şiddetli yan etki gelişimi, çevresel zehirlere uzun süre maruz kalma, genelde tropikal bölgelerde bulunan bakteri ve parazitler, karaciğer konjesyonu (sıvı birikimi denilebilir) ile birlikte olan kalp yetmezliği atakları. Diğer bir neden de alkole bağlı olmayan steatohepatittir; bu durumda karaciğerde yağlanma ve bunu takiben nedbe dokusu oluşumu meydana gelir.
Nadir görülen bazı kalıtsal hastalıklar da siroza neden olabilir. Bu hastalıklar; hemakromatozis (karaciğer ve diğer organlarda aşırı demir birikimi), Wilson hastalığı (anormal miktarda bakır depolanması), alfa-1 antitiripsin eksikliği (karaciğerdeki özel bir enzim eksikliği).
Belirtiler
Erken dönemlerde genelde herhangi bir şikayete rastlanmaz. Ancak karaciğer hücreleri öldükçe, organ sıvı tutulumunu düzenleyen ve kan pıhtılaşmasını sağlayan proteinleri daha az üretmeye başlar ve bilirübin maddesini işleme kabiliyeti kaybolur. Bunların sonucunda meydana gelen belirti ve bulgular şunlardır:
- halsizlik
- iştah kaybı
- bulantı ve kusma
- güçsüzlük
- kilo kaybı
- bacakarda ve karında sıvı birikimi
- artmış kanama ve çürükler
- sarılık, deride ve gözlerde sararma
- kaşıntı
Hasar arttıkça, karaciğer kanı temizleyememeye başlar ve birçok ilacı daha az işleyebilir hale gelir, böylece ilaçarın etkinliğinde artış meydana gelir. Artan toksik (zehirli) maddeler özellikle beyinde birikir. Bunlara bağlı gelişen belirtiler:
- ilaçlara hassasiyetin artması
- kişilik ve davranış değişiklikleri, bunalr zihin bulanıklığı, boş bakışlar, unutkanlık, konsantre olamama veya uyku düzensizlikleri,
- şuur kaybı
- koma
Nedbe dokusu oluşumu, aynı zamanda kan akımını etkiler ve karaciğer toplar damarındaki basınç artar; bu duruma portal hipertansiyon adı verilir. Mide ve yemek borusundaki kan damarları genişler ve vücut bu bölgelerde yeni damarlar oluşturarak karaciğere uğramadan kanı geçirmeye çalışır. Bu damarlara varis adı verilir ve duvarları daha incedir. Bunlardan herhangi birisi hasara uğrarsa meydana gelen kanama saatler içerisinde ölümle sonuçlanabilir. Eğer kan kusmaya başladı iseniz, hemen acil servise müracaat edin.
Tanı
Doktorunuz normal bir anamnez ve fizik muayene yapacaktır. Doktorunuz karaciğerin işlevlerini değerlendirmek amacı ile çeşitli kan testleri isteyebilir. Karaciğerin bilgisayarlı tomografisi, ultrason veya radyoizotop ile karaciğer görüntülenebilir. Siroz tanısını kesinleştirmek için biyopsi yapılabilir.
Siroz sürekli ilerleyen bir hastalıktır, geri döndürülemez veya tedavi edilemez. Ancak meydana gelen hasar ve belirtiler tedavi ile durdurulabilir veya yavaşlatılabilir.
Sirozdan korunmak için yapılacak en iyi şey aşırı alkol tüketiminden uzak durmaktır. Eğer karaciğerle ilgili herhangi bir probleminiz varsa alkolden tamamen uzak durmanız gerekir. Ayrıca Hepatit B ve C den korunmak, uyuşturucu kullanmamak, güvensiz seksten ve çok eşlilikten kaçınmak korunmada alınacak önlemler arasında sayılabilir. Dövme vs yaptıracaksanız kullanılan aletlerin steril olduğundan emin olun. Sağlık personeli iseniz hastaların kan örneklerine maruz kalabileceğinizi unutmayın ve bu konuda dikkatli olun. Hepatit-B aşısı olun, 3 doz yapılan aşı %90 koruma sağlar.
Tedavi
Tedavi sirozun nedenine ve evresine bağlıdır. Meydana gelen karaciğer hasarı geri döndürülemeyeceğinden, tedavide amaç hastalığın ilerlemesini durdurmak ve meydana gelebilecek diğer komplikasyonları önlemektir.
Nedenden bağımsız olarak tüm siroz hastaları, alkolden uzak durmalı ve karacieğeri etkileyebilecek ilaçların kullanımı konusunda kontrollü olmalıdırlar (asetaminofen gibi). Allta yatan hastalığın da tedavisi yapılacağından tedavi protokolleri farklılık gösterebilir.
Tedavinin odak noktası genelde komplikasyonlardır. Sıvı birikmesini önlemek için az tuzlu diyet veya diüretik ilaç kullanımı önerilebilir. Toksik maddelerin vücuttan hızlıca atılması için laksatif (dışkıyı arttırıcı ve kolaylaştırıcı) ilaçlar kullanılabilir. Kaşıntı ve enfeksiyonlara yönelik tedavi verilebilir. Yine portal hipertansiyon için tedavi düzenlenebilir.
Kanayan varisler çeşitli şekillerde tedavi edilebilir. Bunlar arasında damarın bağlanası, balonla sıkıştırılması veya skleroterapi sayılabilir. Skleroterapide, damar içine kimyasal bir madde verilir ve damarın kuruması sağlanır. Transjugular intrahepatic portosystemic shunt (TIPS) yönteminde kan için yeni-yapay bir yol yapılır ve varislerdeki kan basıncı ortadan kaldırılır.
Eğer karaciğer hasarı ileri derecede ise tek tedavi yöntemi karaciğer naklidir. Nakil yapılan hastaların %80-90 ı yaşamaktadır, ve bağışıklık sistemini ibaskılayan siklosporin gibi ilaçlar sayesinde yeni karaciğer bağışıklık sisteminin saldırılarından korunmakta ve yaşam süreleri uzamaktadır.
Erken dönemde tanı konabilen hastalarda sonuç son derece başarılıdır. Bu hastaların çoğu uzun yıllar normal bir hayat sürmektedirler. Ancak alkol kullanımına son vermeyen alkolik sirozlularda ve ilerlemiş hastalarda sonuç iyi değildir. Bu hastalarda kanamalar veya beyin fonksiyonlarının kaybı sonucu ölüm meydana gelir. Sirozlu hastalarda enfeksiyon gelişme riski ve böbrek yetmezliği gelişme riski artmıştır
SIRT AGRILARI
Vücuda destek olan sırtı önemsememek hiç doğru değil. Sırt ağrıları milyonlarca insanın ortak sorunu. Özellikle gelişmiş ülkelerde sırt sorunları önemli bir probleme dönüştü. Bunun için sırt sağlığına özen göstermeliyiz.
Yapılan bir araştırmaya göre sırt ağrılarından yakınanların yüzde 35’i için sırt ağrıları kronik bir soruna dönüşüyor. İnsanların sırtları neden ağrır? Tıp uzmanları başlıca nedenleri şöyle sıralıyorlar: Kötü duruş, incinme, stres, hamilelik, yaşlılık ve aşırı kullanma.
Duruşa dikkat
Eğer düzgün durmayı ilke edinirseniz sırt ağrılarınızın azaldığını göreceksiniz. Bir süre sonra da hiçbir şikayetiniz kalmayacak. Otururken öne doğru eğilmemeye dikkat edin. Omuzlarınız öne doğru gelmesin. Sürekli olarak omuzlarınızı geri itin ve midenizi içinize çekin. Böylece vücudun ağırlığını eşit olarak çeşitli bölgelere dağıtmış olursunuz. Sakın bacak bacak üstüne atarak oturmayın. Bu alışkanlık kan dolaşımını zorlaştırır. Eğileceğiniz zaman sırtınızı öne eğmeyin. Dizlerinizi kırarak diz çökün. Böylece sırtınıza fazla yük binmesini önlersiniz. Alışverişten dönerken, yükü bir elinizde taşımayın. İki ayrı çanta ya da torbaya eşit miktarda malzeme koyun ve öyle taşıyın. Sırtınız ve omuzlarınız arasında denge kurulmasını sağlamakla, sırt ağrısı çekmekten kurtulursunuz.
Ağrılara neden olan hastalıklar
Schuermann hastalığı:
Boyun ve bele göre sırttaki omurlar daha az hareketlidir. Bu nedenle büyüme çağında kan dolaşım problemlerine ait omur düzeyindeki gelişim hastalıkları en çok sırtta görülür. Büyüme çağında kas, eklem uyumsuzluğu yaşayan çocukların sırtlarında ortaya çıkan kifoz adı verilen yuvarlılık, kamburlaşma sırt ağrısına neden olabiliyor. Hastalığın habercisi olabileceği gibi bu dönemde öne doğru eğilmelerden de kaynaklanabilir. Skolyoz, çocukluk ve genç erişkinlik dönemlerinde omurganın üç boyutta eğrilmesi sırt ağrısıyla kendini belli edebilir. Bu sırt ağrıları hareketle artan dinlenmeyle geçen özelliktedir.
Enflamatuar (İltihaplı) romatizmal hastalıklar:
Enflamatuar, gece ağrıları diye adlandırılan bu sırt ağrıları hastalığın en çok bilinen belirtisidir. Gecenin ikinci yarısında uykudan uyandırabilecek şiddette görülür. Ağrıların yanı sıra eklem şişmeleri, sabah sertliği şikayetleri ortaya çıkar. Romatizmal hastalıklarda erken tanıyla, hastalık nedeniyle ortaya çıkabilecek tahribat en aza indirilmeye çalışılır.
Osteoporoz adı verilen kemik erimesi hastalığı:
Özellikle geceleri sırtta şiddetli ağrılara neden olabiliyor. Yaşlı kadınlarda sırt ağrıları, osteoporoz nedeniyle ortaya çıkan osteoporotik yıkım adı verilen, omurların şekillerini kaybedip çökmesinden kaynaklanabilir.
Kanser:
Orta yaş üstünde (40 yaş üzerinde) omurgaya yayılmış kanser nedeniyle gece sırt ağrıları ortaya çıkabilir. Ağrıların bu yönde araştırılması gerekiyor. Hastalığın elenmesinde en kolay tanı yöntemi iki yönlü sırt grafisi çekmek.
Oransızlık problemleri:
Kilo ve boy endeksine göre göğüsleri büyük olan kadınlar sırt ağrısı çekebiliyorlar.
Kalp hastalıkları:
Kürek kemiğine vuran sırt ağrıları, kalp hastalıklarından şüphelenmesine neden olabiliyor. Safra yolları hastalıklarında sırt ağrısı ilk belirti olarak ortaya çıkabiliyor.
Zona:
Sinir uçlarında iltihaplanması sonucu ortaya çıkan hastalık hiçbir belirti vermeden sırt ağrısıyla kendini gösterebiliyor.
Psikosomatik neden:
Sırt ağrıları sadece yaşam koşulları ve strese bağlanmamalı. Her türlü hastalık irdelenmeli.
Ağrıları geçirmek için
Eğer sırtınız ağrıyorsa, yaptığınız iş ne olursa olsun o işi bırakın. Eğer sırtınızda sıcaklık da varsa, soğuk kompres uygulayın. Eğer sırtınız ağrırken aynı zamanda geriliyorsa, sıcak su torbasını sırtınızda gezdirin. Bu arada ağrı kesici bir ilaç da alabilirsiniz. Eğer iki üç gün içinde sırt ağrılarınız geçmezse bir doktora görünmelisiniz.
Uzun süre yatak istirahati yapmak, sırta destek veren kasları zayıflatabilir. Bu nedenle sadece yatarak ağrı geçirmeyi denemek yanlıştır. Bu arada yoga hareketlerinin sırt için son derece yararlı olduğunu belirtelim.
Sağlıklı bir sırt için
1 - Stres ve gerginlik, sırt kaslarının gerilmelerine neden olur. Bu nedenle haftada bir kez sırtınıza masaj yaptırın ya da yoga yapmayı öğrenin. Sırt kaslarının rahatlaması için bu önlemleri almak zorundasınız.
2 - Sırtın sağlıklı olabilmesi için doğru egzersizleri seçmek çok önemlidir. Yüzme ve yürüyüş sırt için ideal egzersizler olarak nitelendirilir, ama siz gene de bir doktora danışın.
3 - Oturduğunuz sandalye ya da koltuk, mutlaka çok rahat olmalı. Ve sırtınıza destek vermeli. Evde iş yerinde ve arabada bu hususa dikkat etmelisiniz. Yumuşak kanape ve koltukların arkalarına yastık koyarak destek almak gerekir.
4 - Yaşamımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçirdiğimize göre yatağımıza da dikkat etmemiz gerekiyor. Yatağınız kalçalarınızın ve omuzlarınızın rahat edebileceği bir şekilde olmalı.
Sırt Kaslarınız İçin Yapabileceğiniz Basit Egzersizler
1. Boynunuzu Esnetin
Dik olarak oturun ve başınızı kendi etrafında döndürmeden omuzlarınıza doğru hafifçe eğin. Telefonla konuşurken ahizeyi bir sağ omuzunuza bir de sol omuzunuza koyarak bu egzersizi yapabilirsiniz.
2. Omuzlarınız İçin
Dik oturuş pozisyonunuzu bozmadan gece yatış pozisyonlarınızdan kaynaklanan sırt ağrılarınızı gidermek için omuzlarınızı önce öne sonra arkaya doğru düzenli rotasyon ile hareket ettirin.
3. Göğüs Kasları İçin
Dik oturur pozisyonunuzu bozmadan kollarınızı gergin olarak önde göğsünüze paralel şekilde birleştirin. Kollarınızın gergin olmasına özen gösterin ve elleriniz birbirine birleşik iken, başınızın üstüne doğru kol iç kasları ve gögüs kaslarınızın gerilmesini sağlayın.
4. Sırt Kaslarına Devam
Dik oturur pozisyonunuzu koruyarak Önce sağ/sol kolunuzu yana doğru açın. Elinizi bileğinizden yukarı doğru avucunuz dışa bakacak şekilde gerin ( Bu sizin alt kol iç kaslarınızı açacaktır). Pozisyonu bozmadan kolunuzu sırtınıza doğru gerin ve el bileğinizi kendi etrafında çevirin. Kolunuzu başınıza paralel kaldırın ve aynı hareketi tekrarlayın. Kütürdeyen kas seslerinizi duyacaksınız. Aynı işlemi diğer kolunuza da uygulayın.
5. Sıra Bacaklarda
Sırtınızı dik tutmaya çalışarak bacağınızı göğsünüze doğru çekin. Arka bacak kaslarınızın gerginliğini hissedene bu hareketi yapın. Pozisyonu bozmadan ayak bileğinizi kendi etrafında döndürün ve gergin durumdayken yavaşça sandalyenin yanına 2. şekildeki gibi bırakın. Diğer bacağınıza da aynı işlemi tekrarlayın.
6. Yan Bacak Kaslarınız İçin
Dik oturur pozisyonda önce sağ/sol bacağınızı dik olarak gövdenize paralel olarak uzatın. Bacağınızı gergin hale getirip ayak bileğinizden ayağınızı kendi etrafında çevirin.
SITMA (MALARYA)
Tropikal ve subtropikal ülkelerin salgın hastalıklarından biridir (bugün Türkiye de hemen hemen tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle de karşılaşılan vakalar oldukça seyrektir. Ancak yabancı kaynaklara göre Çukurova bölgesinde halen sıtma görülmektedir). Sıtma, plazmodyum parazitinin etken olduğu bir hastalıktır. Sıtmaya neden olan dört tip plazmodyum vardır: P. vivax, P. ovale, P. malariae ve P. falciparum. Bu parazitlerin hepsinin de alyuvarlar içinde üreyen trofozoit ve şizontları bulunur. P. falciparum dışında, diğer üç parazitin ikincil, alyuvarlar dışı doku hücrelerinde geçen yaşam dönemleri vardır. Alyuvarlar dışı yaşam dönemi sonucu sıtma tekrarlayabilmektedir.
Plazmodyumlar sivrisineklerle sporozoit halinde hastadan sağlam insana geçer. Kan nakli ve hastalık yoluyla da bulaşabilirler. Plazmodiler plasentadan fetüse geçip tehlikeli olabilirler. Tropikal bölgeden dönen kişide görülebilecek ateşli bir hastalıkta, ateşle birlikte olan komada sıtmayı da düşünmek gerekmektedir.
Kuluçka devresi: 10-14 gün.
Belirtileri: Baş ağrısı, titreme, terleme ve kollarla bacaklarda ağrılar.
Hastalığın Seyri
P. malariae nin etken olduğu sıtmada, etken organizmalar, karaciğere gelişlerinden 8 gün sonra gelişmiş hücre şeklinde kan dolaşımına katılır ve evrim 72 saat sürer. Organizmalar hem karaciğerde hem de alyuvarlarda ürerler. P. vivax ve P. Ovale nin etken olduğu sıtmada, gelişmiş hücreler 8. günde karaciğerden çıkarak kana karışırlar ve her 48 saatte bir alyuvarlardan ayrılırlar. Ancak, etken organizmaların hepsi birden karaciğeri terk etmezler ve eşeysiz üreme sürüp gider. P. falcifarum un neden olduğu sıtma, "habis sıtma" adını alır ve en tehlikeli sıtmadır. Karaciğere yerleşen organizmaların tümü birden 6. günde gelişmiş hücre halinde kan dolaşımına geçerler. Organizmaların gelişimi her zaman olmadığı için aktif hücrelerin alyuvarlardan ayrıldıkları zaman ortaya çıkan ateşli dönemler düzensizdir. Organizmalar, hastalığın herhangi bir evresinde kitleler halinde beyin, omurilik, akciğerler ve böbreküstü bezlerinin kılcal damarlarını tıkayabilirler. Bu nedenle ani ölümler ortaya çıkabilir.
Ağır sıtma vakalarında en tehlikeli yan etki karasu hummasıdır. Nedeni kesinlikle belli değildir. Hastalık ani alyuvar yıkımı ile kendini belli eder.
Sıtma tedavisinde göz önüne alınacak üç husus vardır:
1- Antiparazitik ilaçlarla parazitin ortadan kaldırılması,
2- Destekleyici tedbirler ve
3- Komplikasyonların tanınması ve her bakımdan tedavisi.
Sıtmanın spesifik tedavisi vardır. Tedavide kullanılacak ilaçlar:
1- Sprozoidleri ilk üreme dönemi eksoeritrositer şizontları öldürerek pofilaktik etki yapmalı,
2- Eritrositler içindeki şizontları ve kana dökülen şizontları yok etmeli,
3- Gametleri yok etmeli ve
4- Dokulara toksik etki yapmamalıdır.
Bütün sıtma şekillerinin akut dönemlerinin tedavisinde ilk düşünülecek ilaç; klorokin (Aralen) (4-aminoquinoline) dir. Bu ilaç alyuvar dışı üreme dönemi bulunmayan
P. falciparum enfeksiyonlarını tedavi eder. Diğer sıtma şekillerinde tam bir tedavi sağlanabilmesi için plasmodilerin alyuvar-dışı doku şekillerine etkili olan primakin in de klorokin ile birlikte kullanılması gerekir. Doku şekillerine primakin den başka etkili tatminkar bir ilaç yoktur. P. vivax ve P. ovale hipnozoitlerine karşı primakin kullanılarak bunların relaps yapmaları önlenir.
Tedavinin Gözlenmesi:
Tedavi esnasında gözlemler üç gayeye yöneliktir:
1. Tedavinin etkinliğini tayin etme,
2. Mümkün olduğu kadar çabuk sıtma komplikasyonlarını tanıma ve
3. İlaç toksistesini tesbit etme.
Günlük olarak kan yayma preparatlarında aseksüel parazitleri ihtiva eden eritrositler gözükmeyinceye kadar incelenmelidir. İlk 24 saat içinde parazitemideki artma geneldir ve tedavi yetersizliğini ima etmemelidir. Aseksüel parazitemi daha sonra azalmalı ve 5 günde kaybolmalıdır. Gametositemia günlerce haftalarca sürebilir ve tedavi yetersizliğini veya tedavi gereksinimini ima etmez.
KORUNMA:
Sıtma mücadelesinde başarılı olabilmek için bulaş halkasını ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için rezervuar insanların tedavisi ve aracı ******lerin üremesini önleyici tedbirlerin alınması gerekir.
Sıtma tedavisinde kullanılan ilaçlardan klorokin ve diğerlerine ilaç direncinin gelişmesi ve yaygınlaşması, insektisidlerin aracı ******lere etkisinin azalması korunma tedbirlerinin önem kazanmasına neden olmuştur.
Korunma tedbirleri arasında en önemlisi sivrisinek ısırımına maruz kalmamaktır. Bunun için, geceleyin sivrisinek ağlarının kullanımı, sivrisinek ısırımını azaltmaya uygun giysiler giymek, sinek kovucu ve sinek spreylerinin kullanımı gereklidir. Bu tedbirler %100 koruyucu olmamaktadır. İlaveten kemoprofilaksi yapılır.
Direnç bildirilmemiş yerlerde klorokin eritrositik enfeksiyonu baskılama için kullanılır. Sıtma sahalarına gitmeden 2 hafta önce ve bu bölgeyi terk ettikten sonra 6 hafta daha klorokin alınmalıdır Bu sahalardan dönenlere P.vivax ve P. ovale enfeksiyon riskini önlemeğe 14 gün süre ile primakin relapsları önlemeye verilir.
Kloroquin dirençli P. falciparum sahalarında koruyucu olarak meflokin, proguanil+klorokin verilir. Doksisiklin meflokin dirençli P. falciparum sahalarında korumada kullanılabilir.
Günümüzde, aşı geliştirme çabaları "kokteyl" aşılara doğru yönelmiş durumdadır. Zira farklı sıtma antijenleri ve sıtma parazitinin hayat-döngüsünün farklı devrelerine ait birçok epitopları vardır. Böylece, sporozoit, merozoit ve gametosit antijenlerinin bir kombinasyonunu aşı içermelidir. Bunlara karşı oluşan antikorlar diğerlerine karşı koruma sağlamadığından bu üç antijenin aşıda bulunması gereklidir.
SIYATIK (SIYATALJI)
Siyatik (ischiadic) sinirin irritasyonu (uyarılması - harabiyeti) sonucu meydana gelen ağrılı duruma verilen isimdir. Siyatik sinir vücudun en uzun siniridir. Omuriliğin bel ksmından çıkar, bacaklara kadar uzanır. Siyatik ifadesi, bu sinir irrite edildiğinde, sinir boyunca meydana gelebilen ağrıları tanımlamak için kullanılır. Bu uyarılma genelde siyatik sinirin çıkış yerindeki disklerde meydana gelen kaymalar veya sinirin yolu boyunca oluşan eklem iltihapları nedeniyle oluşur.|Bulgular|Siyatik rahatsızlığında, belden başlayan ve arka kısımda aşağılara inerek bacaklara kadar (nadiren ayaklara da) vuran ağrılar meydana gelir. Ağrı genelde acı, yanma veya soğukluk hissine neden olur. Başlangıçtan sonra rahatsızlık derece derce ilerler, geceleri ağırlaşır, ve hareket etmekle tekrarlayablir. Siyatik rahatsızlığında; etkilenen bacakta karıncalanma, hissizlik ve kas güçsüzlüğü görülebilir.|Tanı|Tanı genelde fizik muayene ile konur. Doktorunuz aynı zamanda sizden röntgen, tomografi ve MR da isteyebilir.|Hastalığın Seyri|Siyatik genelde iyi bir istirhat ve belirli hareketlerin yapılmaması sonucu iyileşir. Çoğu hasta 6 hafta içerisinde kendilerini daha iyi hissederler.|Korunma|Birkez siyatik tanısı konduktan sonra, yapılacak belirli egzersizler, germe hareketleri ve diğer fizik tedavi programları sayesinde ağrıların tekrar ortaya çıkmasını engelleyebilirsiniz. Bunlardan bazıları aşağıda verilmiştir:|Duruş pozisyonunun düzeltilmesi:
Ayakta dik olarak durun, kulaklarınız ile omuzlarınız aynı çizgi üzerinde olsun (yani tam olarak ileriye bakın), duvara yaslandığınızda kürek kemiklerinizin ucu ve kalçanız aynı anda duvara değsin, baldırlarınız gergin olsun.|Karın kaslarınızı güçlendirin:
Karın kaslarınızın güçlenmesi belinize de destek olacaktır. Günde 10-20 kez mekik yaparak bunu sağlayabilirsiniz, ancak bu hareketi yaparken belinizi yere tam olarak değdirin veya belinizin altına destek koyun.|Yürüyerek ve yüzerek bel kaslarınızı güçlendirebilirsiniz.|Yük kaldırırken dikkatli olun. Bir şeyi kaldırırken mutlaka çökerek kaldırın, kesinlikle eğilerek kaldırmayın. Bu şekilde sadece belinize değil kollarınıza ve kalçalarınıza da yük dengeli olarak dağılır.|Uzun süre oturmayın ve uzun süre ayakta durmayın. Eğer uzun süre oturmak zorunda iseniz, düzenli aralıklarla ayağa kalkın ve enazından birkaç adım yürüyün. Devamlı ayakta durmanız gerekiyorsa arasıra tek ayak üzerinde durarak ayaklarınızı ve belinizi dinlendirin.|Uygun bir pozisyonda uyuyun. Bunun için yan yatın, yan yatamıyorsanız belinizin altına yastık koyarak yatın.|Bir sandalyeye oturup, yere doğru eğilin, ağrı hissettiğiniz anda 30 saniye kadar bekleyin. Bu şekilde geme egzersizi yapmış olursunuz. Daha sonra rahat edeceğiniz bir konuma geçin, bu germe hareketini 6 kez tekrarlayın.|Kesinlikle yüksek topuklu ayakkabı giymeyin; 3 - 4 cm den daha yüksek topuklu ayakkabılar vücut ağırlığınızın öne kaymasına neden olarak bel ve sırt kaslarınıza fazladan yük bindirir.|Tedavi|Siyatik genelde iyi bir istirahat ve belirli hareketlerden sakınarak tedavi edilebilir. Doktorunuz sıcak ve soğuk uygulaması önerebilir. Bunların yanı sıra ağrı kesici ilaçlar (asetaminofen, aspirin, naproksen, ibuprofen gibi) almanızı da tavsiye edebilir.|Ağrılarınız birkaç günden fazla sürerse veya günlük hayatınızda yapmanız gereken işler bu ağrılardan dolayı aksamaya başlamışsa doktorunuza başvurun. Bacaklarınızda, kasıklarınızda veya makat bölgenizde aniden meydana gelen bir hissizlik durumunda veya idrar ve dışkı tutamama durumunda DERHAL doktorunuza müraccat edin. Bu bulgular yuarıda anlatılan yöntemlerle tedavi edilemeyecek bir surumda olduğunuzun habercisi olabilir.|Hastaların az bir kısmında ameliyat gerekebilir.
SOLUNUM
Hava, içinde bulunan oksijeni vermek ve karbon dioksiti almak üzere sürekli olarak akciğerlere girip çıkmak zorundadır. Bu da soluk alma ve soluk vermeyle sağlanır. Hava alınmasına soluk alma, verilmesine soluk verme denir. Normal bir insan dakikada 15-20 kez soluk alır ve verir.
Her soluk alışta akciğerlere 500 santimetre küp hava girer ve her soluk verişte aynı miktar hava çıkar. Ne kadar zorlanırsa zorlansın hava tamamen dışarı verilemez ve alveollerde bir miktar hava kalır. Bu nedenle, akciğerler hiçbir zaman havasız kalmadığından gaz alışverişi kesiksiz sürer. Normal olarak solukla alınan 500 santimetre küp havaya soluk havası denir. Daha derin bir soluk alındığında akciğerlere 1500-2000 santimetre küp daha hava girer ki, buna tamamlayıcı hava adı verilir. Normal 500 santimetre küpten daha fazla hava çıkarılması için zorlanırsa, akciğerlerden ayrıca 1500-2000 santimetre küp daha hava çıkar ve bu hava da yedek hava olarak adlandırılır. Bütün bu hava miktarlarının toplamı 3500-4500 santimetre küp tutar ki, buna akciğerlerin hayatsal kapasitesi adı verilir. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, akciğerlerden hiç bir zaman atılamayan bir miktar hava vardır. Buna artık hava denir ve yaklaşık 1000-1500 santimetre küp kadardır.
Akciğerler kendi kendilerine hareket etme niteliğine sahip değildir. Bunların genişlemesi ve küçülmesi, yani hava alıp vermesi, birtakım aktif kasların hareketiyle olur. Solunumda rol oynayan kaslardan biri diyafram kasıdır. Akciğerlere hava girmesi için akciğerlerdeki hava basıncının dışarıdaki hava basıncından az olması gerekmektedir. Bu da ancak göğüs kafesinin ve dolayısıyla akciğerlerin hacminin genişlemesiyle sağlanır. Göğüs kafesinin genişlemesi ise, kaburgaların kaldırılması ve diyafram kasının kasılmasıyla mümkündür. Vücudu göğüs ve karın boşluğuna ayıran bir kas olan diyafram, soluk alınmadığı zamanlarda göğüs boşluğuna doğru kubbe biçiminde yükselir. Soluk alınırken diyafram kasının kasılmasıyla kubbe kısmının biraz aşağıya çekilmesi sonucu göğüs kafesi aşağıdan yukarıya doğru genişler. Göğüs kafesini genişlemesi sırasında bırakmayan akciğerler, kaburgaların, özel kaslar aracılığıyla kaldırılmaları sonucunda, göğüs kafesiyle birlikte genişlerler ve akciğerlerde bulunan havanın basıncı azalır. Böylece, basıncı yüksek kalan dış hava, solunum yollarıyla alveollere kadar girer. Diyafram ve kaburgalar eski haline dönerken akciğerlerin hacmi azalır, içindeki havanın basıncı çoğalır ve sonuçta hava dışarı çıkar.
Solunum sistemiyle kan ve dolaşım sistemi, işbirliği halinde çalışarak solunum görevini gerçekleştirirler. Solunum iki şekilde olur:
1. İç solunum: Hücreler içinde oluşan oksijen ye karbon dioksit alışverişine, yani biyolojik yanma olayına iç solunum denir. Biyolojik yanma olayı, organizmalardaki asıl solunumu oluştururlar. Hücrelerde tüm yaşamsal olayların sürmesi için gerekli enerjiyi sağlayan iç solunumdur. İç solunum da, hücreye gelen enerji yüklü bileşiklerin, özellikle karbonhidrat ve yağların biyolojik yanması ve yüklü oldukları enerjinin yaşam olayları için serbest bir hale sokulması demektir.
2. Dış solunum: Akciğerler yoluyla havadan oksijenin alınarak kana verilmesi ve kandaki karbon dioksitin yine akciğerler aracılığıyla dışarı atılması şeklinde geçen solunuma da dış solunum denir.
Solunum olayı: Alveollerin yalnız epitel dokudan yapılmış incecik duvarları vardır. Alveol duvarlarının dış yüzeyleri atar ve toplardamar kılcallarıyla bir ağ gibi sarılmıştır. Akciğer atardamarı aracılığıyla alveollerin dış yüzeylerine sürekli olarak karbon dioksit yüklü kan gelir. Buna karşın, alveollerin içine de hava borularıyla oksijen yönünden zengin hava girer ve ince duvarları aracılığıyla, içlerinde havayla kan arasında bir gaz alışverişi olur. Sayısı yaklaşık dört yüz milyon civarında olan alveollerin akciğerlerde oluşturdukları gaz alışveriş yüzeyi oldukça büyüktür. Derin bir soluk alma sırasında alveollerin yüzeyi, yani solunum yüzeyi toplamı yüz metrekareye yükselir. Bu yüzey, bir insanın vücut yüzeyinin yaklaşık elli katı demektir.
Alveollerin ince duvarlarının dış yüzeylerine gelmiş olan kandaki karbon dioksit miktarı, alveoller içindeki havaya oranla çok fazladır. Oksijen miktarı ise bunun tam tersidir. Aradaki bu gaz yoğunluğu farkı nedeniyle bir geçişme olayı olur. Kanın plazması ve alyuvarlarla getirilmiş olan karbon dioksit alveol duvarından alveollerin içine geçer. Bu sırada alveollerin içindeki oksijen de kana geçer ve kanın alyuvarlarındaki hemoglobin tarafından kimyasal olarak bağlanır. İçinde demir bulunan hemoglobin, oksihemoglobin haline dönüşür. Alveollerin yüzeyinde oksijence zenginleşen kan, toplardamar kılcalları ağıyla toplanarak akciğer toplardamarı yoluyla kalbin. Sol kulakçığına getirilir. Kalbin pompalaması sonucu, oksijence zengin olan kan, sol karıncığa, sol karıncıktan aort ve kolları aracılığıyla tüm vücut hücrelerine yayılır. Hücrelere yanaşan alyuvarlar, akciğerlerden beri taşıdıkları oksijeni hücrelere verirler ve hücrelerdeki biyolojik yanma kalıntısı olan karbon dioksiti ve diğer artık maddeleri alırlar.
Solunum hastalıkları çok çeşitlidir. Burun sümüksel. gömleği iltihaplandığı ve şiştiği zaman nezle hali olur. Burun boşluğunun alın kemiği, kalbur kemiği, üst damak kemikleri gibi çeşitli kemiklerle bağlantısı vardır. Bu kemiklerin içlerinde küçük boşluklar (sinüsler) bulunur. Bazen burun sümüksel gömleğinin iltihaplanması halinde iltihap sinüslere dolarak sinüzit hastalığını oluşturur. Bazı kimselerin burun mukozası çiçek tozlarına (polen) karşı son derece duyarlıdır. Böyle kimseler çiçeklerin tozlaşma zamanında ilkbahar nezlesi adı verilen bir tür alerjik nezleye yakalanırlar. Bazı hallerde burun sümüksel gömleğinde görülen iltihaplı hastalıklar solunum yollarıyla ilgili bölgelere taşınabilir. Buna göre, yutak iltihabı, farenjit; gırtlak iltihabı, larenjit; soluk borusu iltihabı, trakeit ve bronşitten söz edilir. Dirençsiz akciğerlerde, akciğer veremi, tüberküloz oluşabilir.
SOLUNUM YOLLARI
Solunum sistemi burun, yutak, gırtlak, soluk borusu (trakea) ve akciğerlerden oluşmuştur. Solunum, havadan oksijenin alınıp kandaki karbon dioksitin atılmasını sağlayan bir olaydır. Solunum yollarının ses oluşumunda, koku ve tat almada da katkısı vardır, ama en önemli görevi solunumu gerçekleştirmesidir. Çünkü solunum yaşam için çok gerekli olan bir olaydır.
Burun, kemik ve kıkırdaktan yapılmış, kas ve deriyle kaplı bir organdır. Burnun alt kısmı kıkırdaktan üst kısmı ise kemikten yapılmıştır. Burnun içinde, sapan kemiğiyle ayrılan iki burun boşluğu vardır. Solunum sırasında hava bu boşluklar. dan geçerek yutağa ulaşır. Burun boşluğunun Üst kısmında koklama organı bulunur. Solunum sırasında hava ilk kez bu koklama organına dokunarak geçer ve bu nedenle de havada zararlı gazların varlığı belirlenebilir. Burun boşluğunun dış yan duvarlarında salyangoz gibi, sarmal durumda kıvrılmış ve incecik Üçer adet içe doğru uzanan kemik çıkıntıları vardır ve bu çıkıntılar boynuzcuk kemikleri adını alır. Bu kemikler aracılığıyla burun boşluğu birçok yollara ayrılmıştır. Burun boşluğunun yüzeyi tüylü bir epitel kaplı müköz zarla örtülüdür. Bu zarın salgısıyla burun içi daima nemli kalır. Solunum sırasında hava buradan geçerken ısınır ve aynı zamanda nemlenir. Yutak, besinleri yemek borusuna götürmekle kalmaz, aynı zamanda dışarıdan alınan havayı soluk borusuna iletir ve akciğerlerden çıkan havayı burun ya da ağza verir. Yutma hareketinde soluk alıp verme durur. Aynı zamanda, lokma, yutulurken yumuşak damak tarafından genzin yutağa açılan bölümü kapanır. Her yutma sırasında soluk borusunun geçidi olan gırtlak yukarı doğru kalkar. Gırtlak üzerinde bulunan kapak, dilin. köküne dayanarak ileri itilir ve soluk borusuna giden gırtlak yolunu kapatır.
Gırtlak, soluk borusunun üst bölümünde bulunan bir ses organıdır ve birtakım kıkırdak parçalarından yapılmıştır. Bu parçalardan biri kalkan kıkırdağı adını alır ve diğerlerine göre biraz daha çıkıntılıdır. Bu çıkıntı erkeklerde daha belirgindir ve her yutkunma sırasında yukarı, sonra aşağı doğru hareket eder. Gırtlak dilin tabanında bulunan dil kemiğine özel kasla asılmış durumdadır. Gırtlağın iç yüzeyi çok katlı, titrek tüylü epitel dokuyla kaplanmıştır. Gırtlak boşluğunun içine doğru karşılıklı olan birer çift kıvrım vardır. Sesin oluşumunda rol oynayan yalnızca alt taraftaki kıvrımlardır. Bunlara alt ses telleri denir. Üst taraftaki kıvrımlara da üst ses telleri denir. Alt ses telleri bunlarla ilgili kaslar tarafından gerilir, akciğerlerden verilen havayla titreşime uğrarlar ve böylece ses oluşur. Gırtlağın yukarıda söylendiği gibi bir gırtlak kapağı vardır ve bu kapak yenilen besinlerin soluk borusuna kaçmasını önler.
Soluk borusu (trakea), 16-20 adet nal şeklindeki kıkırdaklardan oluşan, 9-15 santim uzunluğunda ve 1,5-2,7 santim çapında bir borudur. Soluk borusu nal şeklindeki kıkırdaklardan yapılmış olduğundan, ön ve yan kısımları sert, arka kısımları esnek deriden oluşmuştur. Soluk borusunun iç kısmı çok katlı epitelle örtülü olan sümüksel gömlekle kaplıdır. Epitel hücrelerin dış sırada bulunanları titrek tüylüdür. Sümüksel gömleğin sümük salan bezleri vardır. Epitel hücreleri arasında da sümük salgısı yapan bezler bulunmaktadır. Bezlerin ve hücrelerin bu salgıları soluk borusunu daima nemli tutar. Epitel hücrelerinin titrek tüyleri bu sıvıları harekete geçirerek gırtlağa doğru bir akıntı sağlarlar. Solunumla buralara gelen tozlar bu akıntı yardımıyla dışarı atılır. Gırtlağın dışında, ön kısmında ve altta tiroit iç salgı bezleri bulunur. 7. boğaz omurundan başlayıp 4. küçük göğüs omuruna kadar uzanan soluk borusu alt kısımda iki kola ayrılır ve bu kollardan biri sol diğeri de sağ akciğere girerek ağaç dalları gibi daha ince kollara ayrılırlar. Böylece dallar giderek incelir. Akciğerlerin içindeki farklı çaplarda oluşan bu borucuklar bir hava borusu sistemini oluştururlar. Soluk borusundan ayrılan iki kol da dahil olmak üzere, biraz kalınca olan hava borucukları bronş adını alır. Daha ince borucuklara da bronşçuk denir. Bronşçuklar, içinde birçok alveoller (kesecikler) bulunan akciğer peteklerinde sona ererler. Hava borularının iç yüzeyleri gırtlak ve soluk borusunda olduğu gibi sümüksel bir gömlekle kaplıdır. Bu gömleğin üstünde de titrek tüylü epitel hücreleri vardır. Bu tüylerin görevi de sümüksü akıntıyı harekete getirerek akciğerlere giren tozları dışarı atmaktır.
SOSYAL FOBI
Fobi; herhangi bir nesneye, kişiye, hayvana veya duruma/olaya karşı sürekli, aşırı ve gerçekdışı bir korku duyma halinin olmasıdır. Fobisi olan kişi ya korkusunu tetikleyen şeyden kaçınmaya çalışır ya da ona karşı büyük bir rahatsızlık ve anksiyete ile tahammül eder.
Sosyal fobi (sosyal anksiyete bozukluğu): sosyal fobisi olan bir kişi başkaları tarafından utandırılacağını, yargılanacağını, yadırganacağını veya küçük düşürüleceğini düşündüğü bir durum içerisinde kalmaktan korkmaktadır, özellikle de o ortamda tanımadığı kişiler varsa. Bazı durumlarda, bu korku sadece tek tip aktivitelerle sınırlıdır; konferans, konser, iş sunumu veya tiyatro oyunu gibi. Bununla birlikte diğer durumlarda korku daha geneldir, ve fobisi olan şahıs çok sayıda farklı sosyal aktivitelerden kaçınmaktadır. Hatta kişi topluluk içerisinde yemek yemekten korkabilir veya umumi bir tuvaleti kullanmaktan kaçınabilir. Diğer özel fobiler gibi sosyal fobiler de ailevi özellik gösterme eğilimindedir, yani bazı ailelerde daha sık gözlenir. Sosyal fobinin tam olarak nedeni bilinmemekle birlikte, bazı insanlarda hastalığın bazı nörotransmitter adı verilen kimyasal maddelerin miktarlarındaki dengesizlik nedeni ile meydana geldiğine dair deliller vardır. Bu kimyasal dengesizlik, özellikle amygdala adı verilen (korku cevaplarını kontrol eden beynin bir parçası) bölgede saptanmaktadır. Ürkek veya yalnızlık içinde bir çocukluk dönemi, veya yine çocuklukta mutsuz veya olumsuz deneyimler geçirmek, sosyal fobi hastalığı gelişme riskini arttıran risk faktörlerindendir.
Genel olarak aşağıdaki belirtiler saptanır:
Belirli bir durum tarafından başlatılan aşırı, nedeni saptanamayan, sürekli korku veya anksiyete hissetme.
Anksiyeteye bağlı gelişen fiziksel belirtiler: titremeler, çarpıntı, terleme, nefes alma zorluğu, zihin bulanıklığı, kusma ve diğer benzeri bulgular.
İlgili durumdan uzak kalmaya gayret etme hali. Sosyal fobisi olan kişiler, bu durumlarının makul olmadığının farkında olduklarından, diğer insanlardan bu durumu saklamaya çalışırlar, korkularının ortaya çıkmasına neden olacak durumlardan başka bahanelerle kaçınırlar.
Fobi çocuklarda ise şikayetler genelde bir kaç ayda ortadan kaybolur. Bu nedenle 18 yaşın altında genelde sosyal fobi tanısının konası zordur.
Doktorunuza başvurduğunuzda, sizden ayrıntılı olarak hayatınızı anlatmasınızı isteyebilir, ayrıca hayatınızda meydana gelmiş olan gerçek travmaları bilmek isterler. Doktorunuz ayrıca alkol, madde bağımlılığı, ilaç kullanımı gibi bilgileri öğrenmek isteyecektir. Bunların sonuzunda doktorunuz size tanı koyarken standart kriterlere göre karar verecektir.
Fobiler çocukalrda bir kaç ayda kaybolurken, yetişkinlerde ortaya çıkan fobilerin %80 i kalıcıdır ve etkin bir şekilde tedavi edilmeden düzelme beklenmez.
Bu durumun gelişmesini önlemek için bilinen bir yöntem yoktur. Ancak durumunuzun kötüleşmesini engelleyici yollar olabilir: anksiyete durumunda belirtilerin artmasına neden olabilecek uyarıcılardan uzak durun (çay, kahve, sigara, kola, çikolata gibi).
Psikoterapi, gerektiğinde ilaç kullanımı da ilave edilmek şartı ile, tedavinin temelini oluşturur denilebilir. Eğer belirli sosyal fobi merkezleriniz varsa (konerans verme gibi), doktorunuz size propranolol veya atenolol gibi bir beta-blökör reçete edebilir. Daha genel ve süreğen bir sosyal fobiye sahipseniz, doktorunuz SSRI grubu bir ilaç önerebilir. SSRI grubu ilaçlar beyindeki serotonin miktarını arttıran ilaçlardır. Bu ilaçlar serotonin miktarını arttırarak ossyal fobi belirtilerini engellemekle kalmaz, sizde sosyal fobiye eşlik edebilecek olan depresyonun tedavisinde de fayda sağlar. SSRI grubu ilaçlar fayda sağlamadı ise, hekiminiz benzodiazepin (anksiyete tedavisi), antikonvülzan tedavi veya MAO inhibitörü bir ilaç kullanmanızı isteyebilir. Bununla birlikte ilaçsız davranış tedavisi de sosyal fobisi olan bir çok kişide etkili olmaktadır, özellikle de bu tedavi grup terapisi şeklinde yürütülürse.
Korkularınız veya sıkıntılarınızın zihinsel huzurunuzu bozduğuna inanıyorsanız veya bunlar nedeni ile kişilerle olan ilişkilerinizde problemler ortaya çıkıyorsa veya ev ve iş hayatınızdaki faaliyetleriniz korkulardan kaynaklanan nedenlere sorunlar içermeye başladı ise vakit geçirmeden bir psikiyatri uzmanına müracaat edin.
Genelde sosyal fobili bir hastada başarılı sonuçlar alınır. Amerikan Ulusal Mental Sağlık Enstitüsüne göre sosyal fobisi olanların %80 i ilaçla tedaviden, davranışsal tedaviden ve ikisinin kombine kullanımından fayda görmektedir.
SPASTIK KOLON (IRRITABIL BARSAK SENDROMU)
Kullanılan diğer isimleri: Pilorospazm, spastik kolitis, sinirsel hazımsızlık, barsak nevrozu, fonksiyonel kolit, irritabıl kolon, huzursuz barsak sendromu, muköz kolit, laksatif kolit, fonksiyonel dispepsi.
İnce ve kalın barsakların anormal derecede artmış spontan (kendiliğinden) hareketlerinin görüldüğü bir hastalıktır ve genellikle duygusal stresle artış gösterir.
İrritabıl barsak sendromu, karın ağrısı ve değişmiş barsak hareketlerinin birlikteliği şeklinde gözlenir. Olayın nedeni kalın barsaklardaki kasların hareketlerinde (motilite) bir bozukluk meydana gelmesidir; bununa birlikte barsak yapısında herhangi bir değişiklik yoktur.
Hastalık genellikle bayanlarda görülür ve en sık olarak 20-30 yaşlar arasında meydana gelir. Spastik kolon gelişimini kolaylaştıran nedenler arasında az lifli besinler tüketmek, duygusal sıkıntılar ve laksatif (ishal yapıcı) ilaçalr kullanmak sayılabilir.
Toplumun yaklaşık olarak %10-20 sinde irritabıl barsak sendromu ile uyumlu bulgular bulunmaktadır; ancak bunların çok az bir kısmı tedavi için sağlık kuruluşlarına müracaat etmektedir.
Korunma
İrritabıl barsak sendromu gelişme riski yüksek olan kişiler için şikayetlerin önüne geçmek her zaman mümkün olamayabilir.
Belirtiler
- ishal
- ishal - kabızlık dönemleri (yaklaşık 6 aylık dönemler)
- barsak hareketlerinin başlaması ile geçen ve yemekeri takiben ortaya çıkan karın ağrısı
- aralıklı olarak karında hassasiyet
- karında şişkinlik, gaz ve sıvı hareketlerinin hissedilmesi
- bulantı
- kusma
- iştah kaybı
- duygusal stres
- depresyon
Tanı amacı ile yapılan testlerde genelde herhangi bir anormal durum saptanmaz. 40 yaşın üzerinde yukarıdaki şikayetlerle gelen hastalara kalın barsak kanseri olasılığını bertaraf etmek için endoskopi gerekebilir. Sürekli ishali olan genç hastalarda da endoskopi gerekebilir.
Ancak hastaların şikayetleri tipiktir.
Tedavi
Tedavinin amacı şikayetlerin ortadan kaldırılmasıdır. Diyette değişiklik yapmak, bazı hastalarda şikayetlerin giderilmesine yardımcı olur. Her hastaya iyi gelecek bir diyet yoktur.
Diyetteki lifli besinleri arttırmak ve sindirim sistemini uyarabilecek yiyecek ve içeceklerden (kafeinli içecekler) uzak durmak faydalı olabilir. Diğer uygulanabilecek tedavi yöntemleri:
- anksiyete giderici uygulamalar (düzenli egzersiz gibi)
- yemeklerden önce antikolinerjik ilaçlar almak
- şiddetli anksiyete ve depresyon durumlarında psikiyatrik tedavi
Sonuç
İrritabıl barsak hastalığı, yaşam boyu sürebilir; ancak şikayetler ugun bir tedavi ile azaltılabilir veya tamamen ortadan kalkabilir.
Meydana gelebilecek sorunlar
- beslenme bozuklukları
- huzursuzluk
- dehidratasyon (su kaybı)
- depresyon