:: Duygusuz.com - Dostluk ve Arkadaşlık Sitesi
Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adınız:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 16,696
» Son Üye: Klassohbet
» Toplam Konular: 98,545
» Toplam Yorumlar: 1,065,525

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 235 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 231 Ziyaretçi
Baidu, Bing, GoogleBot, Yandex

Son Aktiviteler
Allah’a Şirk Koşarak Yaşa...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-21-2025, Saat: 09:37 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 19
Rabbinden Sana Vahyedilen...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-20-2025, Saat: 04:17 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 16
Araf Suresi 157. Ayet. On...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-18-2025, Saat: 12:06 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 25
İnancını Bu Dünyada Sorgu...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-16-2025, Saat: 03:19 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 28
Bizler İnatla, Atalarımız...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-15-2025, Saat: 05:11 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 25
Atatürk'ün Çocukluk Anıla...
Forum: Hayatı ve Anıları
Son Yorum: Serdar102
11-15-2025, Saat: 02:39 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 29
Ali İmran 78 -79. Ayetler...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-14-2025, Saat: 03:50 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 26
Günün Şiiri
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 10:13 AM
» Yorumlar: 9
» Okunma: 2,337
Adı Bende Saklı Sevgili.
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 09:41 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 31
Enfal Suresi 12. Ayet. ”V...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-12-2025, Saat: 04:03 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 31

 
  Yazılı Anlatım
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:59 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (1)

Yazılı Anlatım
Düşünce Türleri

MAKALE

Bir konuda bilgi verirken veya bir gerçeği savunurken, türlü kanıtlardan faydalanan, bunları bilimsel biçimde inceleyen gazete ve dergi yazılarına makale denir. Makaleler her konuda yazılabilir.
Makale türü, edebiyatımıza Tanzimat döneminde gazete ile birlikte Batı’dan giren bir türdür. Düşünce yazıları içinde en ağırbaşlı ve en zor olan tür makaledir. Makalenin amacı bilgi vermektir ama bu bilgi ansiklopedik bilgilerden çok farklıdır. Ansiklopedik bilgide, tanıtma, açıklama, sıralama ve kendiliğinden kesinleşmiş olma özellikleri vardır. Oysa makalede kişilik sezinleten bir anlatım, bir yorum ve inandırma eğilimi, bir amaç vardır.
Bilim ve kültür alanında yazılan makaleler, sınırlı bir kültür kesimine ulaşmayı amaçladığından bu makalelerde daha bilimsel bir dil kullanılır.
Gazete ve dergilerdeki makalelerse, geniş halk kitlelerine ulaşmayı amaçladığından yazar, dilini daha açık,daha popüler ve daha anlaşılır bir düzeyde tutar,özel terimler kullanmaktan kaçınır.


FIKRA ( KÖŞE YAZISI)

Gazete ve dergilerde yayımlanan güncel, siyasal, toplumsal sorunları ele alan yazılardır. Gülmece nitelikli fıkralar da olmakla birlikte yazılı kompozisyon türü olarak fıkra, düşünsel ağırlıklı kısa yazılardır.
Fıkralarda siyasal ve toplumsal olaylar ele alınırken belgelere, kanıtlara, aşırı ayrıntılara yer verilmez. Makaleler gibi iddialı ve ispatlayıcı yönü ağırlıklı değildir. Fıkra yazarı, geniş kitlelere seslendiği için dili kolay anlaşılır bir dil olmalıdır. Her konuda fıkra yazılabilir.


DENEME
Edebi türlerin tümü gibi deneme için de bir tanım vermek çok güçtür. Deneme günümüzde hemen bütün yazı türlerine doğru yayılma göstermektedir. Bu türler içinde en çok eleştiriyle bir arada anıldığı görülmektedir.Ancak burada söz konusu olan daha çok izlenimsel eleştiridir.
Deneme için bir tanım yapmak gerekirse şunları söyleyebiliriz:
Deneme;bir yazarın,herhangi bir konu üzerinde,özel görüş ve düşüncelerini hiçbir iddiaya yer vermeden,kesin yargılara varmadan anlattığı yazı türüdür.
Batı edebiyatında essai (ese ) adı verilen deneme konuları genellikle edebiyat,sanat,bilim,felsefe…vb.dir. Özellikle Fransız edebiyatında Montaigne,İngiliz edebiyatında Bacon en tanınmış deneme yazarlarıdır.
Denemede bir konu sınırlılığı,belli bir biçim yoktur.Yazar,konu seçmede tam bir özgürlüğe sahiptir.Denemede yazar,kendi kendine konuşur gibi bir anlatım rahatlığı içindedir. Denemenin sonunda kesin bir yargıya, bir sonuca varmak gayesi güdülmez.

ELEŞTİRİ
Bir eseri değerlendirme amacıyla yazılan yazılara eleştiri denir.Eleştiride eserin yada sanatçının gerçek değerinin belirtilmesi amaçlanır.
Eleştirmeci,bir sanat eserinin gerçek değerini,özünü yapılışını,değerli-değersiz yanlarını ortaya koyar.Eleştirmecinin görevi güzellik yaratmak değil,yaratılmış güzelliği yargılamak,okurlara tanıtmaktır.
Eleştiriler;okura dönük eleştiri,topluma dönük eleştiri,sanatçıya dönük eleştiri,yapıta dönük eleştiri… olmak üzere türlere ayrılır.


İNCELEME
Bir eserin,bir sorunun,bir olayın özelliklerini,en ince ayrıntılarını araştırarak göz önüne seren yazı türlerine inceleme denir.Her obje bir inceleme konusu olabilir.Ama konumuz kompozisyon olduğu için biz yalnız bu anlamda inceleme yazıları üzerinde duracağız.
İnceleme,ister sözlü,ister yazılı olsun,bir tartışma niteliği taşır.
İnceleme yazıları yazarın teknik ve üslubuna göre diğer türlerin özelliklerini de gösterir; buna göre kimi yerde makale,kimi yerde deneme,kimi yerde sohbet havasına bürünür.
İnceleme yazılarında bir kolaylık olmak üzere şu soruları sırasıyla sorarak çalışmak,faydalı sonuçlar verecektir:
a. Ne? ( Bize eserin ve sorunun konusunu verir. )
b. Niçin? ( Eserin yazılma amacını, ana fikrini, temasını buldurur. )
c. Nasıl? ( Eserin yöntemini kavratır. )
d. Nerede? ( Yer,dekor. )
e. Kim? ( Kişileri verir. )
f. Ne zaman? ( işin süresini belirtir. )
İnceleme Planı :
A. Eserin Dış İncelemesi:
Eserin adı
Yazarı,çevireni
Basıldığı matbaa ve basılış tarihi
Kaçıncı baskı olduğu
Sayfa sayısı,fiyatı
Eserin boyutları
B. Eserin İç İncelemesi :
Yazarı hakkında bilgi
Türü hakkında bilgi
Özet
Eserdeki kişiler
Başroldekilerin kısaca tanıtımı
Ana fikir
Dil ve anlatım
Değerlendirme ( kritik )


RAPOR
Rapor,araştırma ve inceleme esasına dayanan bir yazı türüdür. Herhangi bir konuyla ilgili bilgi vermek,mesleki ve teknik bakımdan bazı noktaları açıklamak; görüş,düşünce ve önerileri bildirmek gibi amaçlarla yazılır.
Günümüzde rapor, geniş kapsamlı bir kelime olarak çok çeşitli alanlarda karşımıza çıkar. Doktor raporu, bilirkişi raporu, polis raporu, mühendis raporu, müfettiş raporu, deney raporu gibi çeşitli isimlerle anılan raporları ; meslek ve iş raporları, araştırma ve inceleme raporları gibi kısaca sınıflandırabiliriz.
Her rapor türünün kendine özgü yazılış kuralları vardır. Genel esas, konunun iyi kavranması ve konu üzerinde yeterli bilginin bulunmasıdır. Ancak, çok iyi anlaşılan,ilgi duyulan ve bilgi sahibi olunan konularda rapor yazılabilir.
Sağlam bir rapor yazabilmek için; raporun konusunu ilgilendiren kitapları,dergileri,gazeteleri okumak,yetkili kimselerle konuşmak,gözlem yolundan faydalanmak,özel deneylerde bulunmak,faydalanılan kaynakları göstermek gerekir.


RÖPORTAJ
Herhangi bir konu yada sorunun değişik boyutlarıyla ele alınıp işlendiği gazete ve dergi yazılarıdır. Röportajcı,yalnız gördükleriyle, izlenimleriyle yetinmez. Konuyla ilgili derinlemesine araştırma ve inceleme yapar,ilgililerin bilgisine başvurur. Röportajcının amacı, konuyu çarpıtmadan belgesel olarak okuyucuya sunmak,okuyucuyu konunun içinde yaşatmak,kamuoyunu aydınlatmaktır.
Röportaj, tek bir yazı olabileceği gibi,aynı konuda dizi yazı da olabilir.

ANLATI TÜRLERİ
Edebi türler yada sanatsal türler de denilen bu türlerin kesin kuralları,kesin tanımları yoktur. Her sanat eseri kendi kurallarını getirir, böylelikle de şimdiye kadar saydığımız türlerden ayrılır. Bir başka ifadeyle, her sanat eseri tektir,yaratıcısının özgün bir ürünüdür. Sanat eserine bu açıdan bakıldığında, genellemelere sığdırılamaz. Bu yüzden anlatı türlerini çok kalın çizgilerle ele aldık. Ayrıca bunların hepsini sıralamak yerine,yaygın olan birkaçına değinmekle yetineceğiz. Bunlar hikaye ve romandır.

HİKAYE VE ROMAN
Her iki türün geleneksel tanımında birleşilen nokta, olmuş yada olması mümkün bulunan olayları anlatan türler oluşlarıdır. Bunu, gerçek yada hayal edilmiş bir evrene ait gerçeklik duygusunu uyandıran olayların anlatımıdır,diye genişletebiliriz. Hikaye ve roman tanımlarında bu ortak noktadan sonra, iki türü birbirinden ayıran özellikler kısaca şöyle sıralanabilir :
a. Romanlar uzun, hikayeler kısa anlatı türleridir.
b. Romanlarda kişiler ( karakterler ) çok, hikayelerde azdır.
c. Romanlar geniş bir zaman kesitinde geçerken, hikayelerde bu kesit dardır.
d. Romanlardaki karakterler genellikle çok yönlü, hikayelerdeki karakterler tek yönlüdürler.
Ancak bu özellikler bile hikaye ve romanı kesin çizgilerle birbirinden ayırmaya yetmez. Bu sayılan özellikler her iki türde de bulunabilir.


Yazışma Türleri

MEKTUP
Başka bir yerde bulunan kişiye yada kuruma bir bilgi iletmek amacıyla yazılan yazılara mektup denir.
Mektubun diğer yazı türlerinden ayrı bir özelliği vardır. Herşeyden önce; bağımsızdır,ufukları alabildiğine geniştir,dar kalıplar ve kurallar içinde tanımlanamaz. Konuları oldukça bol ve sınırsızdır. Doğallığın ve içtenliğin en çekici belgesidir. Elbette ki herkese aynı içtenlikle mektup yazılmaz. Gönderdiğimiz kişi yada kurumla olan ilginin derecesine göre,mektubun hitap bölümünden,amaç,hatta sonuç bölümüne kadar değişen üslup özelliği vardır.
Mektup kişiliğimizin bir aynasıdır. Saygımız,sevgimiz,karakterimiz,inancımız,görüş ve düşüncelerimiz hatta kültürümüz mektubumuza yansır.
Basit bir yazı türü gibi görülmesine rağmen mektubun da kendine özgü bir düzeni,bir disiplini,bir planı vardır.
Mektup Yazarken Nelere Dikkat Edilmelidir?
· Mektup yazarken kullanacağımız kağıt ve zarf temiz olmalıdır. Bu basit ayrıntı karşımızdakine verdiğimiz değeri gösterir.
· Mektuptaki hitap,göndereceğimiz kişi yada kurum göz önünde bulundurularak seçilmelidir: Sevgili Kardeşim, Canım Kardeşim, Canım
· Babacığım, Aziz Dostum, Saygıdeğer Büyüğüm, Sayın Murat Bey, Sayın Genel Müdür…
· Mektupta daha sonra giriş ve amaç bölümüne geçilir. Bu bölümde mektubun niçin yazıldığı belirtilir.
· Sonuç bölümünde daha çok klişe sözlere yer verilerek, hoşa gidici bir dilekle mektup bitirilir ; sevgi ve saygılar sunar,esenlikler dilerim. gibi.
· Öfkeli anlarda kesinlikle mektup yazılmamalıdır.
· Mektupta kullanılan ağır ve kırıcı sözler, ileride pişmanlığa yol açabilir. Ancak, yazının kalıcı etkisi nedeniyle, yarattığı kırgınlık tümüyle unutulamaz.

· Mektup Türleri
Mektuplar, konularına ve yazanla yazılan arasındaki ilgiye göre üçe ayrılır :
1. Özel mektuplar
2. Resmi mektuplar
3. İş mektupları

Özel Mektuplar
Birbirine yakın, tanışık insanlar ve eş dost arasında yazılan mektuplardır.
Tebrikler
Bayramlarda, yılbaşlarında veya mutlu bir olay dolayısıyla karşı tarafa iyilik ve mutluluk dileklerinde bulunmak amacıyla yazılan kısa,öz ve içten mektuplardır. Bunlarda kağıt yerine daha çok basılı kartlar kullanılmaktadır.
Telgraf
Mektubun gecikebileceği ivedi durumlarda bildirilmesi gereken istek, olay ve haberleri, kısa ve öz olarak anlatan bir mektup türüdür. Telgrafta az ve öz ifade önemlidir.
- Alacak olanın adı,soyadı ve açık adresi yazılır.
- Telgraf çekmemize sebep olan konu,kısa ve öz olarak ifade belirtilir.
- Sağ alt köşeye gönderenin adı ve soyadı yazılır.
- Telgraf metninin altına bir çizgi çekilir. Bu çizginin altına gönderenin adresi yazılır. Bu bilgi,alıcının bulunmaması durumunda telgrafın iadesi için gereklidir. Ücrete tabi değildir.
Telgraf,bugün kullanım alanı yok denecek kadar az kalmış bir yazışma türüdür.

Resmi Mektuplar
Devlet dairelerinin kendi aralarında veya kişilerle devler daireleri arasında yazılan mektuplardır. Bu tür mektuplarda, konunun uzunluğuna göre tam veya yarım sayfa boyutunda çizgisiz,beyaz kağıtlar kullanılır. Anlatım ciddi ve ağırbaşlı olmalıdır. Konu dışında ayrıntılara ve özel isteklere yer verilmez. Konu en açık ve yalın biçimde ele alınır. Üst makam yetkilisi alt makamdakine yazdığı yazıyı rica ederim, alt makamdaki üst makamdakine bilgilerinize saygıyla sunarım veya arz ederim şeklinde bitirmelidir.
Resmi Yazışmalarda Dikkat Edilecek Noktalar :
· Kağıdın üst yanından iki santim aşağıda ve ortada olmak üzere yazının çıktığı dairenin adresi bulunur.
· Sağ üst köşeye tarih konur.
· Yazıya başlamadan,hangi tarih ve sayılı yazıya cevap olarak yazıldığı belirtilir.
· Yazının ilk paragrafında sorun veya konu ortaya konur.
· Gelişme paragraflarında,bizim konu hakkındaki görüşümüz belirtilir,bizden istenilen bilgiler verilir.
· Sonuç bölümünde,yazının gönderildiği makamın durumuna göre ( alt makam,üst makam ) yazı,rica yada sunu biçimlerinden biriyle bitirilir.
· Resmi yazıyı tamamlayan evraklar,metnin sol alt kısmına,sıra numarası verilerek belirtilir.
· Kağıdın sol en alt köşesine yazıyı daktilo edenle,konuyla ilgili bölüm şefinin ad ve soyadlarının ilk harfleri yazılır.

İş Mektupları
Ticaret ve endüstri kurumlarının birbirlerine ve kişilere, kişilerin bu kurumlara gönderdikleri mektuplara iş mektubu denir. İşyerleri bu mektuplarda, firma ismini taşıyan başlıklı ( antetli ) beyaz kağıtlar kullanırlar. Yazıda daktilo ( veya bilgisayar ) kullanmak yerleşmiş bir kuraldır. İş mektuplarında da konu kısa,öz olarak açık ve yalın bir anlatımla ele alınmalıdır. Resmi mektupların özellik ve yazılışlarını kavramış olmak bu tür mektup yazmada da büyük kolaylık sağlar.
İş Mektuplarının Yazılışında Uyulacak Kurallar :
· Ciddi bir anlatım kullanılmalı, kısa ve özlü bir anlatım yolu seçilmelidir.
· Her iş için ayrı bir mektup yazılmalıdır.
· Daktilo veya mavi mürekkepli dolma kalem kullanılmalıdır.
· Ele alınan konu hakkında amaca uygun açıklamalar yapılmalı, gerekli yerlerde teknik terimler kullanılmalıdır.
· İstekler yapmacıklığa kaçmadan ciddi bir hava içinde belirtilmeli, saygı bildiren kelimeler ölçülü şekilde kullanılmalıdır.
· Eğer yazılan iş mektubu, bir başka mektuba cevap niteliği taşıyorsa,bu, metnin başında ilgi bölümünde belirtilmelidir. Bunun için o mektubun tarihi ve numarasının yazılması yeterlidir.


DİLEKÇE
Bir dilekte yada şikayette bulunmak veya bilgi vermek amacıyla resmi makamlara sunulan tarihli,imzalı mektuptur.Kişiyi ve kamuyu ilgilendiren bir hakkın sağlanması, bir haksızlığın düzeltilmesi, kaldırılması için gerçek yahut tüzel kişilerce ilgili makamlara yazılan yazılara dilekçe denildiği gibi, istida, arzuhal de denir.
Dilekçe Yazımında Göz Önünde Bulundurulması Gereken Kurallar :
· Dilekçeler,konularına göre uzun veya kısa olabilir. Konular kısa v öz olarak belirtilir. Gereksiz ayrıntılara yer verilmez.
· Dilekçelerde ciddi, ağırbaşlı bir dil kullanılır. Anlatımın yalın ve duru olmasına özen gösterilir. Süslü,yapmacık,laubali bir ifadeden kesinlikle kaçınılmalıdır.
· Dilekçeler ; çizgisiz,beyaz dosya kağıdına daktiloyla veya dolmakalemle,okunaklı el yazısıyla yazılmalıdır.
· Dilekçe hangi kuruma veriliyorsa,bu makamın adı başa yazılır. Kurum adının sağ altına kurumun bulunduğu şehir adı yazılır.
· Konunun kısa bir özeti bu başlığın altına yazılır.
· Daha sonra konunun belirlendiği metin bölümüne geçilir. Bu bir şikayet dilekçesiyse,şikayet sağlam kanıtlara dayandırılmalıdır. Eğer iş isteme dilekçesiyse, öğrenim durumu,yaş,kısa bir özgeçmiş,kurumca aranan seçkin nitelikler açık seçik belirtilmelidir.
· Dilekçede bir durum belirtiliyorsa ,son cümle Durumu bilgilerinize saygılarımla sunarım, bir istek belirtiliyorsa Gereğini izinlerinize saygılarımla sunarım şeklinde olmalıdır.
· Dilekçe bitiminde sağ alt köşeye ad ve soyadı yazılmalı, imzalanmalıdır. Tarih, isim ve imzanın bir satır üstünde olabileceği gibi dilekçenin sağ üst köşesine de konulabilir.
· Sol alt köşeye açık adres yazılmalıdır.
Dilekçe, herkesin zaman zaman yazmak zorunda kalabileceği bir mektup türüdür. Dilekçenin ilk bakışta güven verici bir düzen içinde olması gerekir.

Bu konuyu yazdır

  Paragraf
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:58 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (1)

[SIZE=4]Paragraf[/SIZE]
Paragraf, bir düşünceyi tam olarak anlatabilmek için bir araya getirilen cümleler topluluğudur. Yani paragrafın bütün cümleleri aynı konuyu işler ve aynı düşünceyi açıklar ya da destekler. Tek bir düşünce etrafında oluştuğundan kendi içinde bir bütünlük gösterir; kendinden önceki ya da sonraki paragraflara bir bağlılık göstermez.



Bu konudaki sorular paragrafın değişik özellikleriyle ilgilidir. Genellikle paragrafın ana düşüncesi, yardımcı düşünceleri, konusu, başlığı sorulur ya da paragrafın oluşturulmasıyla ilgili özellikler üzerinde durulur. Bir veya iki tane soruda da paragrafın anlatımıyla ilgili bilgiler sorulabilir.



Paragraf sorularının çözümünde bazı noktalara dikkat etmeliyiz. Bunlardan en önemlisi paragrafa yorum karıştırmamaktır. Paragrafı okurken önyargılarımızı, kabullerimizi bir kenara bırakıp paragrafta sözü edilenler üzerinde durmalıyız. Bazen bize göre çok yanlış bir düşüncenin doğruluğu savunulabilir. Paragrafta ne savunulursa onun doğru olduğu kabullenilerek soruya yaklaşmak gerekir.

PARAGRAFIN KONUSU

Paragrafta hakkında söz söylenen düşünce, olay ya da durumlar konuyu verir. Konuyu bulmak için “Parçada neden söz ediliyor?” diye sorabiliriz. Yani üzerinde durulan neyse konu da odur. Bununla ilgili sorular değişik soru kökleriyle karşımıza çıkar.



“Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden söz edilmektedir?”



“Bu parçanın konusu aşağıdakilerden hangisidir?”



“Bu parçada aşağıdakilerden hangisinden yakınılmaktadır?”



gibi sorular konuyu sorar.



Parçada konuyu soran bir diğer soru şekli de paragrafın bir soruya cevap olarak verilmesidir. Elbette bunlarda yazara sorulan sorunun konusu neyse cevap da o konuda olacaktır.



Konumuzun paragraf olması, konu, başlık, anadüşünce vs. gibi soruların sadece paragraftan olacağı anlamına gelmez. Bazen bir şiir parçası verilerek de bu tür özellikler sorulabilir.

PARAGRAFIN BAŞLIÄžI

Paragrafın bir düşünce etrafında döndüğünü ve daima bir konudan söz ettiğini söylemiştik. Bir bakıma paragraf, bir makalenin, bir denemenin, bir fıkranın küçültülmüş şekli gibidir. Öyleyse nasıl bu tür yazıların bir başlığı varsa, paragrafın da bir başlığı olur. Ancak yazı başlıklarının dikkati çekme, ilgi uyandırma ya da şaşırtma gibi özellikleri vardır. Oysa paragrafın başlığı bu amaçla seçilmez. Konuyu en iyi şekilde yansıtan bir veya birkaç söz başlık olarak belirlenir.


PARAGRAFIN ANADÜŞÜNCESİ

Anadüşünce, parçada yazarın okuyucuya vermek istediği mesajdır. Buna yazarın paragrafı yazma amacı da diyebiliriz. Her paragrafın belli bir anadüşüncesi vardır. Bu düşünce bazen paragrafın herhangi bir yerinde bir cümle halinde verilir. Diğer cümleler bu düşünceyi açıklar ya da destekler. Bazen ise belli bir cümleyle verilmez, paragrafın bütününe sindirilir.



Paragrafın anadüşüncesini bulabilmek için kendimize “Yazar bu parçayı hangi amaçla yazdı?”, “Bize ne demek istedi?” gibi soruları sorabiliriz.



Anadüşünce, değişik soru biçimleriyle karşımıza çıkar.



“Bu paragrafın anadüşüncesi aşağıdakilerden hangisidir?”



“Bu paragrafta anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?”



“Bu parçada aşağıdakilerden hangisi vurgulanmıştır?”



gibi sorular anadüşüncenin sorulduğu soru tiplerinden bazılarıdır.



Anadüşünceyi veren cümleler kesin bir yargı bildirir, açık ve anlaşılır bir anlam taşır.



Anadüşünce, parçada sözü edilenleri en kapsamlı bir biçimde bildirir. Parçada olmayan konular anadüşünce içinde yer almayacağı gibi, parçanın bir kısmını bildiren cümleler de anadüşünceyi vermez. Parçanın tümünü kapsayacak biçimde olması gerekir onun.



“Bir dilin söz dağarcığıyla o dili konuşan toplumun yaşama biçimi arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Sözgelimi sözcük sayısı Türkçeye oranla çok fazla olan İngilizcede yeşil için birkaç sözcük bulunurken, Türkçede, doğayla içli dışlı olmanın bir sonucu olarak yosun yeşili, çağla yeşili, tirşe, ördekbaşı gibi birçok sözcük vardır. Bunun gibi, söz dağarcığını oluşturan öğelerin somutluğu, soyutluğu da yine toplumun yaşama biçimine bağlıdır.”



Yukarıdaki parçaya baktığımızda toplumun yaşayış biçimiyle söz dağarcığı arasında ilgi kurulduğunu görürüz. Yazar bize vermek istediği mesajı ilk cümlede vermiş. Daha sonra “sözgelimi” diyerek ileri sürdüğü bu düşünceyi örneklendirmiş. İlk cümlenin genel ve kesin bir yargı bildirmesi de anadüşünceyi vermesinin diğer bu yanıdır. Bu parçadan “Türkler doğayla iç içe yaşadığı için doğayla ilgili birçok sözcüğe sahiptir.” yargısını çıkarabiliriz. Ancak bu yargı anadüşünce olmaz; çünkü parçanın sadece bir kısmını karşılar. “Söz dağarcığının genişliği toplulukların gelişmişlik düzeyini gösterir.” gibi bir yargı ise gerçekte doğru olsa bile parçada sözü edilmediğinden parçanın anadüşüncesi olamaz.

PARAGRAFIN YARDIMCI DÜŞÜNCELERİ

Her paragrafın tek bir konu üzerinde durduğunu ve bir anadüşünce etrafında döndüğünü söylemiştik. Paragrafta bunun dışında, anadüşüncenin daha iyi açıklanmasını sağlayan, onu daha belirgin hale getiren, işlediği konunun sınırlarını çizen düşünceler de vardır. Bu düşüncelere de paragrafın yardımcı düşünceleri denir. Bir paragrafta anadüşünce bir tane iken yardımcı düşünce sayısı birden fazla olabilir.



Yardımcı düşünceyle ilgili sorular çoğu zaman olumsuz biçimdedir.



“Bu paragraftan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?”



“Bu paragrafta aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?”



“Bu parçadan aşağıdakilerden hangisine ulaşılamaz?”



gibi sorular hep yardımcı düşünceleri sormaktadır. Bir parça üzerinde yardımcı düşünceleri inceleyelim.



Gündelik dil bilincimiz ile algımız, ister istemez birtakım toplumsal kalıplarla koşullanmıştır. Oysa şiirin, öykünün, romanın sunduğu kurmaca dünya, bizim yeni bir algı durumuna girmemizi gerektirir. Gerçekte, okuma sırasında bir beklentiden ötekine, bir varsayımdan ötekine geçerek sürdürdüğümüz bilinç etkinliği, bu yeni algı konumunun aranışından başka bir şey değildir. Haşim’in şiirindeki karanfil, bizim gündelik deneylerimizden tanıdığımız karanfil olmaktan çok uzaktır.”



Şimdi bu parçadan hangi düşüncelerin çıkabileceğine bakalım.



1. Toplumsal kalıplar algımızı ve bilincimizi koşullandırır.

2. Şiir, öykü, roman gibi türler bize kurmaca bir dünyanın kapılarını açar.

3. Şiirin kurduğu dünya ile romanınki birbirinden oldukça farklıdır.

4. Okuma sırasında bilinç etkinliğimiz sürekli değişir.

5. Şiirin etkileme gücü, düzyazıdan daha çoktur.

6. Gündelik hayatta karşılaştığımız nesneler, şiirde karşımıza farklı nesneler olarak çıkabilir.

7. Haşim şiirinde karanfili en güzel biçimde betimlemiştir.



Parçayı incelediğimizde, şiirle romanın karşılaştırmasının yapılmadığını görürüz. Öyleyse c’deki cümle parçadan çıkmaz. Eserlerin etkileme gücünden söz edilmediğinden e, Haşim’in karanfili nasıl betimlediğinden söz edilmediğinden g parçadan çıkarılamaz. Diğerlerine ise parçada yer verilmiştir.

PARAGRAFIN YAPISI
Paragrafın; bir makalenin, denemenin ya da başka bir yazının küçültülmüş biçimi olduğunu önceki sayımızda söylemiştik. Nasıl bu tür yazıların giriş, gelişme ve sonuç bölümleri varsa, bir paragrafın da bu tür bölümleri vardır. İşte paragrafın yapısıyla ilgili sorular böyle bir bölümlemeyi ortaya çıkarmak için sorulur.



Paragrafın yapısı değişik soru biçimleriyle karşımıza çıkar.



* Bazı sorular paragraf oluşturmayla ilgilidir. Yani bir paragraf oluşturabilecek cümleler dağınık olarak verilir ve öğrencinin bunlardan bir paragraf oluşturması istenebilir. Bu tip sorularda cümlelerin anlamca ve yapıca birbirine bağlanabilmesi aranmalıdır.



* Bir paragraf kendi içinde bir bütünlük oluşturur. Bu yüzden kendinden önceki veya sonraki paragraflara yapıca bir bağlılık göstermez. Öyleyse paragrafın ilk cümlesi onu kendinden önceki cümlelere bağlayan herhangi bir anlam veya bağlayıcı öğe taşımamalıdır. Bir başlangıç ifade etmelidir. Aynı zamanda kendinden sonraki cümlelere de anlamca bağlılık göstermelidir.



* Paragraf tamamlamanın sorulduğu bir diğer soru tipinde de son cümle sorulur. Parçanın son cümlesi bir bitiş bildirir. Ya anlatılanlardan bir sonuç çıkarılır ya da bir olayın bitişini gösterir. Bu soruların çözümünde cümlelerin anlamca bağlılığı yanında yapısal olarak bağlanmalarına da dikkat edilmelidir.



* Son yıllarda sorulan paragraf oluşturmayla ilgili diğer bir soru tipi, paragrafın içine cümle yerleştirme şeklindedir. Bu tip sorularda cümlelerin hem anlam hem yapı bakımından uygun olduğu yer aranmalıdır.



* Gittikçe soru sayısı artan diğer bir paragraf tipi, düşüncenin akışının bozulmasıyla ilgili olanlardır. Bir paragrafın tek bir düşünceyi aktardığını, cümlelerin hep bu düşünce etrafında döndüğünü önceki bölümlerde anlatmıştık. İşte bir paragraf içinde, paragrafın düşünce bütünlüğüne uymayan cümle varsa, bu cümle anlatımın akışını bozmaktadır.



* Düşüncenin akışıyla ilgili bir diğer soru tipi de, parçanın iki paragrafa bölünebilmesiyle ilgilidir. Bu tip parçalarda, parçanın bir bölümünde bir düşünce, ikinci bölümünde başka bir düşünce işlenir.



* Bazı tip sorularda ise düşüncenin akışı cümlelerin yanlış yerde bulunmasından dolayı bozulmuştur. Bu tür sorularda numaralanmış cümlelerin uygun bir biçimde düzenlenmesi istenir.

PARAGRAFLARDA SORULAN KAVRAMLAR VE DUYGULAR

Bazı paragraf sorularında kişilerin nitelikleri üzerinde ya da yazının özellikleri üzerinde durulur. Bu tip sorularda seçeneklerde geçen kavramların duyu ve duyguların bilinmesi gerekir. Bunlardan bazıları şunlardır:



Özgünlük: Başkasına benzememe, kendine has olma demektir. Parçalarda genelde taklitçilikten kaçınma ve yenilikçi olmayla açıklanır.



Doğallık: Yapmacıksız, süs ve özentiden uzak, günlük hayatta olduğu gibi olma demektir.

Duruluk: Açık ve anlaşılır olma, kapalı ifadelerden kaçınma, söylenmek isteneni imgeler arkasına gizlemeden anlatma demektir.



Akıcılık: Okuyucuyu sıkmayan, sürükleyici bir anlatıma sahip olma demektir.



Özlülük: Az sözle çok şey ifade edebilme, sözü uzatmaktan kaçınma demektir.



Yoğunluk: Birçok anlamı bir arada verme, anlam içinde anlam bulunması demektir.



Kimi zaman da parçada ağır basan duyu ve duygular sorulabilir. Duyu ve duyguyu birbirine karıştırmamak gerekir. Duyu dışarıdaki nesneleri algılama yolumuzdur. Nesneler beş duyu organıyla algılanır. Duygu ise içimizden geçen hislerdir. Sevinç, keder, hoşgörülü olma, alçak gönüllülük…

ANLATIM BİÇİMLERİ

Paragrafta yazarın herhangi bir düşünceyi ya da durumu ortaya koyma biçimine anlatım denir. Yazar aktaracağı duruma uygun bir anlatım biçimi seçemezse, yazısının etki gücü azalır. Bir bilgiyi aktarmakla bir olayı hikaye etmek ya da bir manzarayı betimlemek farklı bir anlatım gerektirecektir.



Bu biçimleri şu şekilde açıklayabiliriz:

1. Açıklama

Öğretici özellik gösteren bir anlatım biçimidir. Yazarın amacı bilgiyi en kısa yoldan okuyucuya anlatmak olduğundan, yazar sanatlı söyleyişlere, imalı sözlere pek yer vermez. Açık, anlaşılır bir dil kullanır. Soyutluktan, kişisellikten kaçınır. Tanımlarla, örneklerle konunun en iyi biçimde anlaşılmasını sağlar. Ansiklopedilerde daha çok bu tür bir anlatım görülür.

2. Tartışma

Yazarın, bir düşüncenin, bir önerinin doğru olmadığını ortaya koymak amacıyla hazırladığı yazılarda başvurduğu bir yöntemdir. Yazar okuyucuyla sohbet ediyormuş gibi bir üslupla yazısını oluşturur. Devrik cümlelerle, soru ve cevaplarla yazısına akıcılık kazandırır. Sonuçta burada da bilgi ortaya konmuş olabilir; ancak bir görüşün başka bir görüşe karşı savunuculuğunun yapılması onu açıklamadan ayırır. Yazar, görüşlerini inandırıcı kılmak için kanıtlama yoluna başvurur. Kanı niteliği taşıyan yargılardan kaçınır, nesnel olmaya çalışır.

3. Betimleme

Yazarın, gördüklerini okuyucunun gözünde canlanacak biçimde anlatmasıyla oluşan bir anlatım biçimidir. Betimlemede asıl olan görselliktir. Bu nedenle gözle algılanan renk ve biçim ayrıntılarına büyük yer verilir.





Betimlemeler iki grupta incelenir.

a. Ruhsal betimleme : İnsanların iç dünyasıyla tanıtıldığı, tavır ve davranışlarının ele alındığı betimleme türüdür. Görsellikten çok, izlenim ve sezginin ağır bastığı bu betimlemeler sadece insanlara özgüdür.



“İçli, çok duygulu bir adamdı; konuşurken hem ağlar hem ağlatırdı…” sözleri bu tür betimlemedir.



b. Fiziksel betimleme : Gözle görülenin anlatıldığı betimlemelerdir. Kişinin dış görünüşüyle betimlenmesi ya da dış dünyanın anlatılması bu türdendir.



Betimlemelerde yazar nesnel olabileceği gibi gözlemlerine duygularını da katabilir.

4. Öyküleme

Belli bir zaman diliminde gelişen olayların anlatıldığı durumlarda başvurulan anlatım biçimidir. Olayın olmadığı yerde öyküleme olmaz. Anlatım yönüyle betimlemeye benzer; ancak betimlemelerde yazarın izlenimleri söz konusu olduğu halde, öykülemede olayın aktarımı, durumların değişmesi, zaman süreci söz konusudur.

DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YOLLARI

Her paragrafın belli bir düşünceyi aktarmak için yazıldığını söylemiştik. Yazar bu düşünceyi okuyucuya değişik şekillerde ortaya koyarak anlatır. Burada anlatım biçimiyle düşünceyi geliştirme yollarının farklı şeyler olduğunu da söylemeliyiz. Ancak anlatım biçimi dört tane olduğundan bir soru haline getirilemez. Bu nedenle geliştirme yollarıyla birlikte sorulur.



Şimdi sorularda karşımıza çıkan “düşünceyi geliştirme yolları”nı açıklayalım.

1. Tanımlama

Kavramların tanımlar halinde verilmesi şeklinde ortaya çıkar. Tanımın ne olduğunu cümle anlamında görmüştük. Parça içinde bir tanım cümlesi varsa, tanımlama var sayılır; bütün paragrafın tanım olması gerekmez.

2. Karşılaştırma

İki farklı düşünce, kavram ya da durumun mukayese edilmesiyle ortaya çıkan bir yöntemdir. Karşılaştırmada, karşılaştırılan olgular arasında bir derecelendirme söz konusudur. Bir kavram diğerinden üstün, aşağı ya da diğeriyle aynı seviyede olması yönünden başka bir kavramla karşılaştırılır. Üslup olarak “Bu böyledir; şu ise şöyledir. “ ifadesi hakimdir.

3. Örneklendirme

Anlatılan konuyla ilgili örneklerin verilmesiyle ortaya çıkar. Konuyu daha anlaşılır ve zihinde daha iyi kalıcı bir niteliğe kavuşturur. Verilen örneğin okur tarafından bilinen, çağrışım yaptırıcı bir nitelik taşıması gerekir.

Bazen bir fıkra, bir öykücük bile örnek olarak verilebilir.

4. Tanık Gösterme

Yazarın, düşüncesini inandırıcı kılmak için, o konuda sözüne güvenilir birinin sözünü parçasına alıntı yaparak almasıyla oluşur. Genellikle bu söz tırnak içinde verilir. Sözün olmadığı yerde tanık gösterme de olmaz.

5. Benzetme

Bir olguyu anlatırken başka olgularla benzerlik kurma şeklinde oluşur. İki olgu arasında sağlam bir benzerlik olmalıdır.

6. İlişki Kurma

İki kavram arasındaki ilgiden üçüncü bir hüküm çıkarma durumudur. Genellikle kavramlar arasında ilişki kurulduğu için bu adla verilir.

Bu konuyu yazdır

  Anlatım Bozuklukları – 2
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:56 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (1)

[SIZE=4]ANLAM BAKIMINDAN ANLATIM BOZUKLUKLARI[/SIZE]
1)Gereksiz Sözcük Kullanma:
Bir cümlede anlamları aynı olan veya anlamca biri diğerini içeren sözcüklerin birlikte kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.
*Kulağıma eğilerek alçak sesle bir şeyler fısıldadı.
*Bu yol yaya yürümekle bitecek gibi değil.
*Onlar da beş yıldır karşılıklı mektuplaşıyorlar.
*Geçmişteki hatıralardan bir şikayetim yok
*Ülkemizin sorunları bitmiyor ,tükenmiyor
*O günleri daha henüz dün gibi hatırlıyorum
*Bu gece ısı sıfırın altında eksi beş derece olacak.
*Gülmesinin nedeni bugün iyi bir haber almasındandır.
*Onunla ilk tanışmamızı unutamam.
*Dün gece uyurken gördüğü rüyayı anlattı.
*Sanki dalgasız bir deniz gibiydi yüzü.
*Sana söyleyeceğim bu gizli sırlarımı kimseye söyleme.
*Yaptıklarını kendi ağzıyla itiraf etti.
*Havada beyaz kar taneleri uçuşuyor.
*Bu iş yerinde aşağı yukarı üç dört yıldan beri çalışıyorum.
*Sınav yaklaştıkça öğrencilerin heyecanı gittikçe artıyor.
*Galiba başka çaresi de yok gibi görünüyor.
*Sınıfın boyu en kısa öğrencisini arkaya oturtmuşsun.
*Yaşlı adam söz almak için oturduğu yerden ayağa kalktı.
*Dosyadaki mevcut belgelerden anlaşılıyor ki bu iş uzun sürecek.
*Artık bundan sonra oraya gitmene gerek kalmadı.
*İki kardeşten en küçüğü okula gitmiyordu.
*Bu saatte oraya yalnız gidemem;seninle birlikte gitmek istiyorum.
*İşte seninle bu yüzden dolayı konuşmak istemiyorum.
*Niçin böyle yüksek sesle bağırıyorsun ki?
*Biz onlara iki günde bir, gün aşırı giderdik.
*Yorulmamıza rağmen basamaklardan yukarı hızlı hızlı çıkıyorduk.
*Türkçede Arapça ve Farsça dillerinden gelmiş sözcükler vardır.
*Böyle havalarda eve bir tane bile ekmek götürmeyi unutur.
*Kadın küçük çocuğa yaklaşarak senden büyük ağabeyin var mı diye sordu.
*Yarınki toplantıda ülkenin ekonomik ve iktisadi problemleri tartışılacak.

2)Sözcükleri birbiriyle karıştırma:
Anlamları veya yazılışları çok benzer olan sözcüklerin karıştırılması cümlenin anlam bütünlüğünü bozar.
*Geri kalmışlık Türkiye’ye özel bir durum değil.
*Bu binalar gerçekten çok yaklaşık yapılmış.
*Size birazdan düğün resimlerini göstereceğim.
*Bir öğrenci sınıfta kalmışsa onun sınıfı geçmesini güçlendiren nedenleri araştırmak gerekir.
*Bizden son öğretim durumunu gösteren bir belge istedi.
*Vatandaşlarımız arasında din ,dil,ırk ayrıntısı yapılamaz.
*Bazı öğrenciler derste çok çekimserdir.
*Uzun saçlı bir genç geldi,kendini bize tanıştırdı.
*Vezüv etken bir yanardağdır.
*Deterjandan elleri tahrip oldu.
*Bu bölgenin kendine özgün gelenekleri vardır.
*Camdan yankılanan ışık gözlerimi kamaştırdı.
*Yazarın on dördüncü kitabı da yayınlandı.
*Belediyeler sık sık güz etkenlikleri yapıyor.
*Çocukların birbirleriyle uygunluk içinde olmaları çok güzel.
*Bu iki olay arasında hiçbir ayrıcalık yok.
*Fiyatlar çok pahalı olduğu için satışlar çok durgun.
*Kar yolu kapadığı için geçit servis yolundan sağlanıyordu.


3)Sözcükleri Yanlış Anlamda Kullanma:
Sözcük, anlamına uygun yerde kullanılmadığı zaman ya da yanlış anlama gelecek şekilde kullanıldığında anlatım bozukluğu doğar.
*Bu onların bolluğa düştükleri zaman bile savurganlık etmelerine yol açar.
*Şimdi size yarın yayınlanacak programlardan bazılarını hatırlatıyoruz.
*Bence sizin bu sınavı kaybetme şansınız hiç yok.
*Alınan bunca borç Türkiye’nin Avrupa’ya bağımlı olmasını sağladı.
*Bugün dünyanın yüz kırk ülkesinde cüzamlılar günü kutlanıyor.
*Bu yıl babamın yüzünden sınıfı geçtim.
*Annesi iyi çorap dokurdu.
*Ektiğin fidanlar meyveye döndü.
*Her türlü girişimden çekinmeyen biriydi.
*Aldıkları para mutluluklarına yol açtı.
*Cumhuriyet 1923 tarihinde ilan edildi.
*Ben 21 Mart 1978 yılında doğmuşum.
*Uzun bir ders yılı daha tamamlanmak üzere tatil iyice yanaştı.
*Tırnakların bir hayli büyümüş.
*Dünden itibaren yağmur yağıyor
*Adamın başına silahı dayayarak cebindeki parayı çalmışlar.
*Bize yapılacak her türlü baskı bizi yolumuzdan alıkoyamayacaktır.
*Bu gençleri azımsamak ,onların başarılı olacaklarına inanmamak doğru değil.

4)Sözcüğün Yapısındaki Yanlışlık:

Bir sözcük dilbilgisi kurallarına aykırı türetilirse anlatım bozukluğu doğar.
*Mehmet Efendi on beş yıldır bakkalcılık yapıyor.
*Yiyecekleri kokturmuşsun.
*Bölgevi sorunlar artıyor.
*Her şeyi pahalılandırmışsınız.
*Bilinçleşmenin gerçekleşmesini eğitim sağlayacaktır.
*Dilimizi çirkinletmeyelim.
*Sizce bu kişi kaçtı mı kaçtırıldı mı?

5)Yerinde Kullanılmayan Sözcük veya Öğeler:
Bir sözcüğün cümlenin akışına veya anlamına uygun yerde kullanılmaması anlatım bozukluğuna yol açar.
*Hakan çok iyi futbolcu ama fazla topla oynuyor.
*Bu çocuk seneye yüksek inşaat mühendisi olacak.
*Eski Adana millet vekillerinden biri daha ölmüş.
*Günde kırk kere limonlu salatalık turşusu satan dükkana uğrardı.
*Cesetler çok denizde kaldığından çürümüş.
*Burada her Allah’ın günü kaza oluyor.
*Başbakan Çin’e bu yılın sekizinci büyük gezisini yapıyor.
*Değil bir lokma ekmek bir tabak yemek yine bulamaz.
*Bakanımız bir hafta içinde petrol üreten ülkeleri gezecek.
*Ağrısız kulak delinir.
*Atatürk’ün 119.doğum yılı törenle kutlanmıştı.
*Bu yemek fazla dışarıda kaldığı için bozulmuş.
*THY’ye ait 158 yolcunun bulunduğu uçak denize düşmüş.

6)Anlamca Çelişen Sözcüklerin Bir Arada Kullanılması:
Bir cümlede anlamca birbirine ters olan sözlerin birlikte kullanılması cümlenin anlam bütünlüğünü bozar.Genellikle kesinlik ihtimal çelişkisi görülür.
*Hiç şüphesiz bu olaya en çok üzülen başkan olsa gerek.
*Şüphesiz sanatçı bu alanda çok başarılı eserler vermiş olmalı.
*Kesinlikle söyleyebilirim ki tedavi hastayı ayağa kaldırabilir.
*Gönderdiğim paketi eminim bugüne kadar almış olmalısınız.
*Müdür Bey bu adam için:”Çok mütevazı , burnundan kıl aldırmayan biridir.”diyor.
*Artık kesinlikle böyle bir hataya düşmeyebilir.
*Okulu bitireli hemen hemen tam on yıl oldu.
*Elbette onunla birlikte gitmiş olabilirler.

7)Deyim ve Atasözü Yanlışları:
Deyimler ve atasözleri kalıplaşmış ve halk diline,kültürüne yerleşmiş kelime gruplarıdır.Bu yüzden deyimlerdeki kelimeler kesinlikle değiştirilemez.Kullanılan deyim, cümleye de uygun olmalıdır.
*Babasını görünce paçaları tutuştu.
*Çok acıktım midem zil çalıyor.
*O kadar kalabalık ki çuvaldız atsan yere düşmez.
*Ona ayak bağı oluyor , işini çabuk bitirmesini sağlıyordu.
*Ona yardım et elinden geleni ardına koyma.
*Alma garibin ahını çıkar aheste aheste.
*Ev sahibi ,Ayşe Hanıma bu ne şıklık böyle deyince Ayşe Hanım üzerine alındı.
*Konferansta konuşmacının anlattıkları herkesin dikkatini çekmişti.Tüm dinleyiciler kulak kabartmış ,konuşmacıyı dinliyordu.
*Bu görüntüler karşısında saçlarım diken diken oldu.
*Bu konuyu onunla bir görüş o yol yolak bilen biridir.

8)Gereksiz Yardımcı Eylemler Kullanma:

Türkçede doğrudan fiil olarak çekimlenebilecek bir kelimenin yardımcı eylem alarak çekimlenmesi yanlıştır.
*Boşuna umut etme oraya gelmeyeceğim.
*Benden kuşku etmemelisin.
*Senin düşüncelerin hiçbir zaman bana etki etmez.
*Bu işi onun yapabileceğinden şüphe etmiyorum.
Not:Bu konuyu bazı kaynaklar anlatım bozukluğu olarak kabul etmez.ÖSS’de de şimdiye kadar böyle bir soru çıkmamıştır.

9)Mantık Hataları:
İyi ve sağlam bir cümlenin temel mantık ilkelerine uygun olması gerekir aksi taktirde anlatım bozukluğu yapılmış olur.
*Seninle değil şehir içinde gezmek, dünya turuna bile çıkılmaz.
*Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere hatırlatmaya çalıştık.
*Beyin zarı iltihapları iyi tedavi edilmezse ölüme;hatta sara nöbetlerine dahi yol açabilir.
*Tezgahtar müşterinin aldığı oyuncağı kağıda sardı ve müşteriye verdi.
*Karar TBMM’nin 230′a karşı 190 oyla aldığı bir kararla kabul edildi.

10)Zamir Eksikliğinden Kaynaklanan Anlatım Bozuklukları:
Bazı cümlelerde iyelik zamiri kullanılmadığı taktirde bir anlam belirsizliği ortaya çıkar.Cümlenin başına hem senin hem de onun zamirini getirebiliyorsak orada bir anlam belirsizliği vardır.Bu tip cümlelerdeki anlam belirsizliğini gidermek için cümlenin uygun bir yerine iyelik zamirinin getirilmesi gerekir.Aksi taktirde anlam belirsizliğinden kaynaklanan bir anlatım bozukluğu doğar.
*Ehliyetini polis almış öyle mi?
*Bana ne söyleyeceğini biliyorum.
*Geleceğini ben biliyordum.
*Yarışmada birinci olduğuna sevindim.

Not:Bazen de bu belirsizlik noktalama işaretleriyle giderilir.
*Hırsız, çocuğu kovaladı.
*Genç, adama seslendi.
*O, soruları yapamadı.

11)Karşılaştırma Hataları:
Bazı cümlelerden iki farklı anlam çıkabilmektedir.Bu tip karşılaştırma bildiren cümlelerdeki anlatım bulanıklığı giderilmediği taktirde anlatım bozukluğu ortaya çıkar.
*Adam,politikayla karısından çok ilgileniyor.
*Bu kötü insanlara sizden çok kızıyorum.
*Sen onu benden çok aradın.

DİLBİLGİSİ BAKIMINDAN ANLATIM BOZUKLUKLARI
1)Yüklem Yanlışlığından Doğan Anlatım Bozuklukları:
Yüklemle ilgili yanlışlıklar, yüklemin çatı,kişi,zaman,yardımcı eylemler,ek eylemler gibi noktalarda cümleye uygunluk göstermemesi durumudur.
*Kahvaltıda peynir,ekmek ve çay içtik.
*İçkiyi az sigarayı hiç içmem.
*Kimin dürüst,kimin dürüst olmadığını biliyor.
*Suçlamaların yersiz ve doğru olmadığını söyle.
*Baloya güzel bir elbise ve pahalı mücevherler takarak gelmişti.
*Çocuklarıyla bazen çok bazen de hiç ilgilenmezdi.
*Sabahları erken kalkar ve sakin havada koşuyordu.
*Annem yemek pişiriyor biz de ona yardım ediyorduk.
*Boyu kısa , bedeni de pek biçimli değildi.
*Aldığı şeyler hem pahalı hem de kaliteli değilmiş.
*Bu geziye okulumuz öğrencilerinden ve disiplin cezası almayanlar katılabilecek.

2)Özne Yanlışlığından Doğan Anlatım Bozuklukları:
Cümlede öznenin bulunmamasından,öznenin gereksiz ekler almasından, ya da özne olmayacak bir sözün özne gibi kullanılmasından kaynaklanır.
*Dernek müdürünün yetkileri alındı ve kovuldu.
*O insanların sayısı azalıyor bulunmaz oluyor.
*Belediye tarafından yaptırılan dört katlı binanın inşaatı bitirildi ve hizmete girdi.
*Yaşlı adamın parası alınarak evine gönderildi.
*Viraja hızlı giren aracın lastiği patladı ve kaza yaptı.
*Herkes kazayı seyrediyor, yardım etmeyi düşünmüyordu.
*Hastanın durumu gittikçe kötüleşiyor,yerinden kalkamıyordu.
*Filmin güzelliği herkesi etkiledi;çünkü güzel çekilmişti.

3)Özne Yüklem Uyuşmazlığından Kaynaklanan Anlatım Bozukluğu:
Öznenin tekillik çoğulluk ve şahıs bakımından uyuşması gerekir;aksi taktirde anlatım bozukluğu ortaya çıkar.
a)Topluluk isimleri özne ise yüklem tekil olur;ancak topluluk isimleri çoğul eki alıyorsa yüklem de alabilir.
*Bizim takım sahaya çıktılar.
*Takımlar nihayet sahaya çıktılar.
*Ordular uzun süredir savaşıyor.

b)Bitki,hayvan,cansız varlık ve organ isimleri çoğul durumda özne ise yüklem tekil olur.
*Nedense köpekler sabaha kadar havladılar.
*Çiçekler sıcaktan kurumuşlar.
*Bu sıralar çok sağlam yapılmışlar.
*Seni görünce gözlerim dolar.

Not:İnsan dışı varlıklar kişileştirme yolu ile çoğul özne ise yüklem de çoğul olabilir.
*Martılar denize dalıp dalıp çıkıyorlar.
*Martılar bize selam getirdiler.
*Dağlar beyaz şallarını omuzlarına attılar.
c)Eylem isimleri ,çoğul özne ise yüklem tekil olur.
*Gülüşmeler çok uzun sürdüler.
*Tartışmalar sabaha kadar devam ettiler.
d)Çoğul sayılar özne ise yüklem tekil olur.
*İki kişi bankayı soymuşlar.
*Derse on öğrenci girmediler.
*Bana beş soru bıraktılar.
e)Saygı,sitem,küçümseme gibi durumlar için özne tekil de olsa yüklem çoğul yapılabilir.
*Ahmet Bey bizi hatırlamadılar.
*Ayşe Hanım odasında yoklar.
f)Öznede belgisiz zamir ya da belgisiz sıfat varsa yüklem tekil olur.
*Hiçbiri sizi görmüyorlar.
*Herkes bu konuda aynı fikirdeydiler.
*Birçok kişi aynı sorunu tartışıyorlar.
g)Bir cümlede birden fazla özne varsa ve bu öznelerin biri 1. kişi ise yüklem 1. çoğul olur.
*Ali, Ahmet ve ben dün size uğramıştık.
*Ben ve kardeşim size inanmıyoruz.
h)Birden fazla özneden biri 2.kişi ise yüklem 2.çoğul;öznelerin biri 3.kişi ise yüklem 3. çoğul olur.
*Sen ve kardeşin derse girmemişsiniz.
*Ahmetle o bu akşam gelecekler.
*Ben,sen,o burada nöbet tutacağız.
*O ve Murat bunu hemen yapacaklar
4)Tümleç Yanlışları:
Özellikle sıralı cümlelerde tümleç (dolaylı tümleç, nesne, zarf tümleci) kullanılması gereken yerde kullanılmamışsa anlatım bozulur.Bir tümlecin birden çok yüklem için ortak kullanımı mümkündür.Ancak bu ortak tümleç yüklemlerden birine dahi uymazsa cümlede anlatım bozukluğu doğar.Tümleç yanlışlarını şu başlıklar altında inceleyebiliriz:
a)Dolaylı Tümleç Eksikliği:
*Düşman kenti bombaladı ; ama giremedi.
*Çukurova’nın toprağı insanı diriltir, umut verir.
*Sizi önemseyen ve inanan insanlar var.
*Gençlerden çok şey bekliyoruz;fakat değer vermiyoruz.
*Kadının içeri girmesiyle çıkması bir oldu.
*Bu evden nefret ediyordu ;ancak darda kalınca geliyordu.

b)Zarf Tümleci Eksikliği:
*Yeni yetişen sanatçılara yardım eder,ilgilenirdi.
*Bir daha seni görmek ve karşılaşmak istemiyor.
*Arkadaşlarını aradı,sonra buluştu.
*Kötü bir beste yaptığımda beni eleştirir ve tartışırdı.
*Senin sorunlarını çözmeye çalışıyor; başa çıkmak için uğraşıyoruz.
c)Nesne Eksikliği:
*Size teşekkür etmek ve kutlamak istiyor.
*Yazıya özendiği,dikkatle yazdığı belliydi.
*Sana telefon açmış,merak ediyormuş.
*Evin onarımını haftaya bitirecek , sonra da satacak.
*Bu kuralların gerekli olduğunu biliyorum;ama uygulayamıyorum.
*Yardıma muhtaç olanlara yardım eder , doyururdu.
*Onun sıcacık sesi bize ulaşır,mutlu ederdi.
*Yazılarında, halkı soyanlara çatar,yerin dibine batırırdı.
*Suçlunun evini bastılar,yakalayıp polise teslim ettiler.

5)Tamlama Yanlışları:
a)Bir sıfatla bir adın ortak tamlanana bağlanması anlatımı bozar:
*Doğa ve toplumsal olayları inceledik.
*Dün epik ve aşk şiirleri okuduk.
*Askeri ve devlet okullarına giriş sınavı yapılacak.
*Gençlik, duygusal ve kişilik sorunları yaşıyor.
*Politik ve ahlak yozlaşması önemli bir sorundur.

b)Çoğul anlamı taşıyan bir sıfattan sonra gelen ad tekil olmalıdır:
*Birçok seneler geçti.
*Bizde iki türlü düşünürler vardır.
*Her türlü tedbirler alındı.
*Birçok festivaller düzenlendi bu yaz.
*Bin türlü çiçekleri derledim sana.

c)Tamlayan Eki Eksikliği:
*Her önüne gelen aklına esen sözcüğü dilimize mal etmesi yanlıştır.
*Bu duygular geçici ve insanı yanıltıcı olduğu bilinmelidir.
*Büyük emek harcanarak yazılan eserler bilimsel bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerekir.

d)Tamlayan Eksikliği:
*Öğrenciye bir şey vermeden gelişmesini umma.
*Arkadaşına yardım ederek mutlu olmasını sağladı.
*Tanıdıklarından alışveriş yaparak para kazanmalarına katkıda bulunurdu.
*Çocuklarıyla her konuyu konuşur , yanlışa düşmemelerine çalışırdı.

6)Eylem – Eylemsi Arasındaki Çatı Uyuşmazlığı:

Birleşik veya sıralı cümlelerde aynı özneyi alan yüklemlerin her ikisi de etken veya her ikisi de edilgen olmalıdır.
*Bütün sorunlar halledilip öyle gidecekti.
*Bütün sahipsiz hayvanlar toplanıp şehir dışına götürecek.
*Sorular çok dikkatli okuyarak çözülsün.
*Çok emek harcanıp az para kazanabilmiş.

Bu konuyu yazdır

  Anlatım Bozuklukları
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:53 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (1)

[SIZE=4]Anlatım Bozuklukları [/SIZE]
Her cümle belli bir düşünceyi, duyguyu aktarmak için kurulur. Bu cümlenin, ifade edeceği anlamı açık ve anlaşılır bir biçimde ortaya koyması gerekir. Ayrıca mümkün olduğunca gereksiz unsurlardan arındırılmış olmalıdır bu cümle. İşte bu özelliği göstermeyen cümleler, anlatım bakımından bozuktur.

Bu konu ile ilgili, ÖSS’de 5 ya da 6 soru çıkmaktadır. Sadece anlamla ilgili olmayıp dilbilgisi ile de ilgili özellikler gösterdiğinden, daha önceki konuların, özellikle cümle öğelerinin, çok iyi bilinmesi gerekir.

Bu alanda sorulan sorular değişik özellikler gösterir. Bazen bir cümle verilir ve “Bu cümledeki anlatım bozukluğu nasıl giderilir?” diye sorulur, bazen de “Aşağıdakilerden hangisinde anlatım bozukluğu vardır?” şeklinde sorulur.

Anlatım bozukluklarını anlama ve yapıya dayalı bozukluklar olmak üzere iki grupta toplayabiliriz:

1. Anlama dayalı bozukluklar:

Bu bozuklukları birkaç bölüme ayırarak inceleyebiliriz.

* Gereksiz sözcük kullanılması
* Cümlede belirsizlik bulunması
* Birbiriyle çelişen ifadelerin bulunması
* Sözcüğün anlamca cümleye uymaması
* Sözcüklerin yanlış eyleme bağlanması
* Mantık hatasının olması
* Deyimin yanlış anlamda kullanılması
* Sözcüğün yanlış yerde kullanılması
* Bazen de bu belirsizlik noktalama işaretleriyle giderilir.

Örneğin;

“Yaşlı adamın yüzüne dalgın dalgın baktı.”

cümlesinde “dalgın dalgın” bakanın “yaşlı” olduğunu belirtmek için, “yaşlı” dan sonra virgül gelmelidir. Aksi takdirde “yaşlı” sözü adam isminin sıfatı olacaktır.

* Cümlede gereksiz sözcük kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.

Bir cümlede gereksiz sözcük bulunduğunu anlamak için, sözcük cümleden çıkarılır. Bu durumda cümlenin anlam ve anlatımında bir bozulma oluyorsa o sözcük gerekli, olmuyorsa gereksizdir.

“Herkesi eleştirip tenkit etmek bize hiçbir yarar sağlamaz.”

cümlesinde “eleştirip” sözcüğünün verdiği anlamla “tenkit etmek” sözcüğünün verdiği anlam aynıdır. Öyleyse bu cümlede “eleştirip” sözü gereksizdir. Cümleden çıkarılmalıdır.

“İki kardeşten en küçüğü arkadaşımdı.”

“Bilgili insanlardan yararlanmayı, istifade etmeyi bilmeliyiz.”

cümlelerinde altı çizili sözcükler gereksizdir.

* Bir cümlenin anlamı içinde bulunan başka bir sözü cümlede kullanmak da gereksiz sözcük kullanımına girer.

Cümlede böyle bir sözcük varsa, o cümle de anlatım bakımından bozuktur.

“Böyle yüksek sesle bağırmana gerek yok, sağır değilim.”

cümlesinde “bağırmak” zaten yüksek sesle konuşmak anlamındadır. Öyleyse bu sözün anlamı içinde bulunan “yüksek sesle” sözüne gerek yoktur.

* Cümlede belirsizlik varsa, o cümle iyi bir cümle değildir.

Bu belirsizlik mutlaka giderilmelidir.

Örneğin;

“Geleceğini babamdan öğrendim.”

cümlesinde “geleceğini” sözü belirsizdir. Çünkü kimin geleceği belli değil. “Onun geleceği” de olabilir; “senin geleceğin” de olabilir. Bu belirsizlik giderilmeli ve sözcüğün kime ait olduğu belirginleştirilmelidir.

* Bazı eylemler olumlu durumlarda, bazıları olumsuz durumlarda kullanılır. Eylemin anlamca yanlış yerde kullanılması da anlatım bozukluğuna yol açar.

Örneğin;

“Bana yardım ederek, işi kısa sürede bitirmeme neden oldu..”

cümlesindeki “neden olmak” eylemi daima olumsuz anlamlar verecek biçimde kullanılır. Oysa işin kısa sürede bitirilmesi olumlu bir durumdur. Öyleyse “neden oldu” sözü bu cümlede yanlış kullanılmıştır. Bunun yerine cümle “…bitirmemi sağladı.” şeklinde bitirilebilir.

* Bazı cümlelerde mantık hatasının bulunması da o cümlenin anlatımını bozar.

Örneğin;

“Bırakın patates doğramayı yemek bile yapamaz o.”

cümlesinde “bırakın” sözcüğünün cümleye kattığı anlamdan dolayı sanki patates doğramak yemek yapmaktan daha önemliymiş gibi görülüyor. Bu yanlışın düzeltilmesi için cümle,

“Bırakın yemek yapmayı, patates bile doğrayamaz o.”

şeklinde söylenmelidir.

* Bazen sözcüklerin bağlandığı ortak eylemler de anlatımda bozukluğa yol açar.

Örneğin;

“Bu davranışıyla bize yarar mı sağladı zarar mı belli değil.”

cümlesinde “yarar” ve “zarar” sözcükleri “sağladı” eylemine bağlanmıştır. Ancak “yarar sağlamak” doğru olsa bile, “zarar sağlamak” doğru değildir. Cümle;

“Bu davranışıyla bize yarar mı sağladı, zarar mı verdi belli değil.”

şeklinde söylenmelidir.

* Bu, bazen öğelerin eyleme bağlanmasında da görülür.

Örneğin;

“Ayağına ayakkabı, omzuna şal, üzerine pardesü giyip dışarı çıktı.”

cümlesinde “ayakkabı, şal ve pardesü” sözcükleri “giymek” eylemine bağlanmıştır. Oysa şal giyilmez, atılır.

* Cümlede deyimin yanlış yerde kullanılması da cümlenin anlamını bozar.

“Öğretmenin anlattığı konu tüm öğrencilerin dikkatini çekmişti. Herkes kulak kabartmış, öğretmeni dinliyordu.”

cümlesinde “kulak kabartmış” yanlış kullanılmıştır. Çünkü “kulak kabartmak” fark ettirmeden dinlemek anlamındadır. Burada “kulak kesilmek” deyiminin kullanılması gerekirdi.

* Bazı sözcüklerin anlamları birbirine karıştırılabilir. Cümledeki sözcüklerin anlamına da dikkat edilmelidir.

Örneğin;

“Çocukların birbiriyle uygunluk içinde olmaları beni sevindirdi.”

cümlesindeki “uygunluk” sözü yanlış anlamda kullanılmıştır. Çünkü burada “uyum” sözü kullanılmalıdır.

* Bazen sözcük doğrudur ancak cümlede bulunduğu yer doğru değildir.

Örneğin;

“Yeni elbisemi giymiştim ki kapı açıldı.”

Cümlesinde “yeni” sözünün yeri anlatımda bozukluğa yol açmıştır. Çünkü burada söylenmek istenen, elbisenin yeniliği değil, giymenin yeni yapıldığıdır. Öyleyse cümle;

“Elbisemi yeni giymiştim ki kapı açıldı.” şeklinde olmalıdır.

* Aynı anlama gelen ek ve sözcüklerin bir arada kullanılması anlatım bozukluğuna yol açar.

Örneğin;

“Onun beni sevmemesinin nedeni, fikirlerini benimsememiş olmamdandır.”

cümlesinde “nedeni” sözcüğü bir olayın sebebini anlatıyor. Ayrıca “olmamdandır” sözündeki “-dan” eki de neden anlamı veren bir ektir. İkisinin bir arada bulunması cümlenin anlatımını bozmuştur. Cümle,

“Onun beni sevmemesinin nedeni, fikirlerini benimsememiş olmamdır.”

şeklinde düzeltilebilir.

Yapıya dayalı anlatım bozuklukları:

Bu tür bozukluklar daha çok, Türkçe’nin kurallarıyla ilgili olduğundan, soruları çözebilmek için dilbilgisi kurallarının iyi bilinmesi gerekir. Bu tür bozukluklar şu şekilde sıralanabilir:

* Öğe eksikliğinin bulunması
* Özneyle yüklem arasında olumluluk-olumsuzluk uyumsuzluğunun bulunması
* Özneyle yüklem arasında tekillik-çoğulluk açısından uyumsuzluğun bulunması
* Özneyle yüklem arasında şahıs yönünden uyumsuzluğun bulunması
* Tamlama uyumsuzluğunun bulunması
* Ek uyumsuzluğunun bulunması
* Etken-edilgen fiillerin bir arada bulunması
* İsim cümlelerinde ekfiilin ortak kullanılması

Şimdi bunları tek tek açıklayalım.

*Cümlede, kullanılması gereken bir öğenin bulunmaması, anlatım bozukluğuna yol açar. Bu, daha çok ortak kullanılan öğelerde görülür. Çünkü Türkçede her fiil, öğeleri aynı eklerle kendine bağlamaz.

Örneğin;

“Kardeşini yanına çağırdı, bir şeyler söyledi.”

cümlesindeki öğeleri inceleyelim: “Çağırdı” ve “söyledi” yüklemdir. Çağrılan ve söylenen kişi ise “kardeşi” dir. Yani “Kardeşini” öğesi her iki yüklemin ortak öğesidir. Bu ortak öğeyi yüklemlerle kullanalım. “Kardeşini çağırdı” doğrudur; ancak “kardeşini bir şeyler söyledi.” denmez, “kardeşine bir şeyler söyledi.” olmalı. “Kardeş” sözcüğünü iki kez kullanmamak için “ona” da diyebiliriz.

Başka bir örnek verelim:

“Arkadaşlarını pek sevmez, hatta çoğu zaman nefret ederdi.”

cümlesinde, sevmediği kişiler ile nefret ettiği kişiler aynıdır, yani “arkadaşları” ortak öğedir. Ancak “arkadaşlarını sevmez” dense de “arkadaşlarını nefret ederdi.” denmez; “arkadaşlarından nefret ederdi.” denmeli ya da onun yerine geçen “onlardan” sözü kullanılmalıdır.

Görüldüğü gibi bu tür bozukluklar daha çok sıralı cümlelerde görülüyor, ancak bileşik cümlelerde de bu tür öğe eksiklikleri görülebilir.

*Türkçe’de bazı özneler olumlu, bazıları olumsuz anlamlar verir. Buna göre yüklemlerin de olumlu, olumsuz çekimlenmesi gerekir.

Örneğin;

“Hiç kimse okula gelmedi, geziye gitti.”

cümlesinde gelmeyen ve gidenler aynı kişiler, ancak “hiç kimse” olumsuz bir öznedir ve yüklemi daima olumsuz çekimlenir. Oysa “gitti” olumlu bir çekimdir. Yani ikinci cümle özneyle uyum sağlamamıştır. Buna “hepsi” şeklinde bir özne getirilmelidir.

Gerçi bu, sadece özneyle ilgili bir durum değildir. Bu tür sözcükler başka öğe durumunda bulunduklarında da yüklem aynı özelliği gösterir.

Örneğin;

“Öğretmenimiz hiçbirimizi azarlamaz, çok severdi.”

cümlesinde, yine “hiçbirimizi” olumsuz olduğundan “hiçbirimizi severdi” şeklinde kullanılmaz; “hepimizi severdi” olmalıdır.

*Cümlede öznenin ifade ettiği şahıslarla yüklemin bildirdiği şahıs arasında bir uyum olmalıdır.

Özne birinci tekil, ikinci tekil (ben, sen); birinci tekil, üçüncü tekil (ben, o); birinci tekil, ikinci çoğul, (ben, siz); birinci tekil, üçüncü çoğul (ben, onlar) şahıslardan oluşuyorsa yüklem, daima birinci çoğul şahısa göre çekimlenir.

“Bu işi ancak ben ve sen halledebiliriz.”

“Dışarıda sadece ben ve o küçük çocuk kalmıştık.”

“Ben ve siz yarışmada eşit durumda değildik.”

“Ben ve birkaç yaşlı adam, kahvede uzun bir sohbete dalmıştık.”

cümleleri buna örnek gösterilebilir.

Eğer özne ikinci tekil ve üçüncü tekil (sen, o); ikinci tekil ve ikinci çoğul (sen, siz); ikinci tekil ve üçüncü çoğul (sen, onlar); şahıslardan oluşuyorsa, yüklem ikinci çoğul şahısa göre çekimlenir. Ancak ikinci tekil ve birinci çoğul (sen, biz) şahıslar özne olursa yüklem birinci çoğul şahısa göre çekimlenir.

“Sen ve annen burada ne yapıyordunuz?”

“Sen hatta hepiniz bu konuda suçlusunuz.”

“ Sen ve buradaki konukların, bize yarın gelebilirsiniz.”

“Galiba sonunda senle biz aynı sonuca ulaştık.”

cümleleri buna örnektir.

Öznenin insan ya da başka varlıklar olması da yüklemin tekil veya çoğulluğunu etkiler. Eğer özne bitkiler, hayvanlar, cansız varlıklar ya da soyut kavramlarsa, yüklem daima tekil olur. İnsanlar çoğul özne olduğunda ise yüklem tekil veya çoğul olabilir.

“Kuşlar dallara kondular.” değil “Kuşlar dallara kondu.”

“Sevgiler gizli kaldıkça güzelleşirler.” değil “güzelleşir.” olacak.

“Çocuklar geldi.” şeklinde de doğrudur, “Çocuklar geldiler.” de.

*Bazen özneyle yüklem arasındaki uyumsuzluk, öznenin anlamından kaynaklanır.

Örneğin;

“Nüfus sayımı bu yıl yapıldı, bir hayli artmış.”

cümlesinde “yapıldı” yükleminin öznesi “nüfus sayımı”dır, “artmış” yükleminin öznesi ise “nüfus” olacaktır. Ancak cümlede “nüfus” diye bir özne yoktur. Sanki nüfus sayımı, “artmış” yükleminin öznesi olmuştur. Bu ise anlamca uygun değildir.

*Sıfat ve isim tamlamalarının aynı tamlanana bağlanması anlatım bozukluğuna yol açar. Çünkü isim tamlamalarında tamlanan iyelik eki aldığı halde sıfat tamlamalarında tamlanan ek almaz. Dolayısıyla tamlananlar, niteliği farklı olduğundan, ortak kullanılamaz.

Örneğin;

“Kaza yerine birçok askeri ve polis aracı geldi.”

cümlesinde “araç” sözü hem “askeri” hem “polis” sözcüklerinin tamlananı durumundadır. Ancak “polis aracı” isim tamlamasıdır ve tamlanan iyelik eki almıştır. “Askeri” sözcüğü ise sıfat olabilecek bir sözcüktür ve “askeri araç” şeklinde sıfat tamlaması yapar; tamlanan da ek almaz. Dolayısıyla araç sözcüğü ortak tamlanan olarak kullanılamaz. Cümle;

“Kaza yerine birçok askeri araçla polis aracı geldi.”

şeklinde olmalıdır.

Burada ayrıca sıfat tamlamalarında görülen bir özelliği de ifade edelim. Türkçe’de sıfatlar çoğul anlam verirse isimler çoğul eki almaz. Bu özellik genellikle belgisiz sıfatlarda görülür.

Örneğin;

“Geceye birçok davetliler katıldı.”

cümlesinde “birçok” sıfatı çoğul bir anlam verdiği halde davetliler sözü de çoğul eki almıştır. Cümleden çoğul eki çıkarılmalıdır.

*Cümlede eklerin eksik kullanılması cümlenin anlatımını bozar.

Örneğin;

“Her ülke, dünya devletleri arasında önemli bir yer edinmek için, ekonomik açıdan gelişmesi gerekir.”

cümlesinde “gelişmesi” sözcüğündeki iyelik ekinin, sözcüğü nereye bağladığı belli değil; “kimin gelişmesi gerekir?” diye sorarsak “ülkenin” cevabı gelir. Öyleyse “ülke” sözcüğüne ilgi eki (-in) getirilmelidir.

Bazen de bu durumun tersi görülür.

“Sanatçının, topluma yararlı bir kişi olmak için, eserinde mutlaka toplum sorunlarına yer vermelidir.”

cümlesinde “yer veren kim?” sorusuna “sanatçı” cevap verir. Oysa cümlede “sanatçının” denmiş. Ya bu sözcükteki ilgi eki kaldırılmalı ya da yüklem “vermesi gerekir” şeklinde değiştirilmelidir.

*Bazı cümlelerde ise sözcükleri birbirine bağlayan ekler yanlış kullanılmıştır.

Örneğin;

“Senin en beğendiğim yanın, derslerine düzenli çalıştığındır.”

Cümlede öğeleri ortak olarak kullanan etken ve edilgen fiiller bir arada bulunmaz.

Örneğin;

“Bütün yemekleri hazırlayıp bir kenara koyulmalıdır.”

cümlesinde “hazırlamak” etken “koyulmalıdır” edilgen fiillerdir. Bunların aynı öğelerle kullanılması bozukluğa yol açmıştır. Cümle;

“Bütün yemekler hazırlanarak, bir kenara koyulmalıdır.”

şeklinde düzenlenirse bozukluk giderilir.

Sıralı isim cümlelerinde ekfiilin kullanılması da bazen bozukluğa yol açar.

Örneğin;

“O yaşlı şair geleneklere bağlı, ama yeniliklere kapalı değildi.”

cümlesinde iki yargı vardır: Şairin geleneklere bağlı olduğu, aynı zamanda yeniliklere de kapalı olmadığı, oysa cümlede “bağlı” sözü yüklem gibi kullanılmadığından “değildi” edatına bağlanıyor ve böylece şairin geleneklere bağlı olmadığı anlamı çıkıyor. Bunu engellemek için “bağlı” sözü “bağlıydı” şekline getirilmelidir.

Bu konuyu yazdır

  …Aruz Ölçüsü…
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:46 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (3)

…Aruz Ölçüsü…
ogrenci.jpg
Aruz, Arapça bir kelimedir ve “Çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelir. Bir edebiyat terimi olarak “hecelerin uzunluk ve kısalıkları temeline dayanan nazım ölçüsü” demektir.

1. Aruz ölçüsü ilk olarak Arap edebiyatında kullanılmıştır. Daha sonra İran Edebiyatı’na geçen bu ölçü, XI yüzyıldan itibaren Türk şairlerince de uygulanmaya başlanmıştır.

2. Rahat kullanılabilmesi için bol miktarda uzun heceye ihtiyacı olan bu ölçü, aslında Türkçe’nin kelime yapısına uygun değildir. Bu yüzden Aruzu ilk defa kullanan Karahanlılar Türkçe’nin kelimelerini bozarak kısa heceleri uzun okuma yoluna gitmişlerdir. Zamanla bu da yeterli olmamış; şairler, Arapça ve Farsça kelimeleri sık sık kullanmaya başlamışlardır. Bu durum, Türk dilinin kelime hazinesinin giderek yabancı kelimelerle dolmasına yol açmış, böylece şairlerin güzel kullanışlarından mahrum kalan Türkçe, anlam ve kavram bakımından yoksullaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Diğer yandan Türkçe, aldığı bu yabancı kelime ve kavramları Türkçeleştirdiği zaman güçlü bir dil olmuştur. Aruzla birlikte, halk arasında yaşamaya devam eden milli şiir ölçümüz hece, bu yoksullaşmayı bir ölçüde durdurmuş ve Türkçe kendi geleneği içinde varlığını sürdürmüştür.

3.1908’den sonra şairler arasında başlayan aruz hece tartışması, hecenin zaferi ile sonuçlanmış; ancak Divan Edebiyatı nazım ölçüsü olan aruzun da artık bir Türk şiir ölçüsü olduğu kabul edilmiştir.


4. Aruz ölçüsü daha çok Divan Edebiyatında kullanılır.

5. Aruzla yazılan ilk Türk eseri Yusuf Has Hacib’in yazdığı Kutadgu Bilig’dir.

6. Aruz XI. asırdan beri heceyle beraber kullandığımız ölçüdür. Bu ölçü zamanla Türkçe’ye en iyi şekilde uygulanmış. Mehmet Âkif, Yahya Kemâl, Faruk Nafiz gibi şairlerimizin elinde ustalıkla kullanılmıştır.

Not: Aruz ölçüsünün temeli, hecelerin uzun ve kısa olmaları özelliğine dayanır. Ölçünün doğru bulunması için önce mısradaki hecelerin değerinin tespit edilmesi gerekir. Aruz vezninde heceler iki şekilde değerlendirilir.Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar, Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri

Açık / kısa heceler ( . ) ( v ) | Kapalı / uzun heceler ( – )

1.Açık / kısa heceler :

1. Ünlülerle biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde ( . ) ve ( v ) işaretleriyle gösterilir.
3. Açık – kısa hecelerin ses değerleri “yarım” kabul edilir.


2. Kapalı / uzun heceler: Tam ses değeri taşıyan hecelerdir.

1. Ünsüzlerle ve dilimize Arapça ve Farsça’dan geçmiş uzun ünlüler (â, î, û )’le biten hecelerdir.
2. Bu heceler aruz incelemesinde (-) işaretiyle gösterilir.
3. Kapalı- uzun hecelerin ses değeri “tam”dır.

Bu konuyu yazdır

  …Hece Ölçüsü…
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:44 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (3)

…Hece Ölçüsü…
ogrenci.jpg
1. Şiirde mısralar arası hece sayısı eşitliğine dayanır.
2. Türkçe kelimelerde hemen hemen bütün heceler eş değerde söylenir. Hecelerde kalınlık, incelik, uzunluk, kısalık farkı gözetilmez. Bu bakımdan hece ölçüsü Türk dilinin yapısına da en uygun ölçüdür.
3. Milli ölçümüzdür.
4. Hece ölçüsüne parmak hesabı da denilir.
5. Hece ölçüsü, Türk edebiyatının başlangıcından bu yana kullanılmıştır. İslamiyetten sonra Divan edebiyatında aruz ölçüsü kullanılırken, Halk edebiyatında hece ölçüsü kullanılmaya devam etmiştir. .
6. Hece ölçüsünün “hece sayısı” ve “duraklar” olmak üzere iki temel özelliği vardır.

a. Hece Sayısı: Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirin bütün mısralarında eşit sayıda bulunur. Hece sayısı aynı zamanda o şiirin kalıbı demektir.

Bu va tan top ra ğın ka ra bağ rın da
Sı ra dağ lar gi bi du ran la rın dır
Bir ta rih bo yun ca o nun uğ run da
Ken di ni ta ri he ve ren le rin dir

Bu dörtlükteki bütün dizeler 11 heceden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu şiir Hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla yazılmıştır.
Bu da ğı a şam de dim
A şam do la şam de dim
Bir ha yır sız yâr i çin
Her ke se pa şam de dim
Bu dörtlük 7’li hece kalıbıyla yazılmıştır.

Baş ka sa nat bil me yiz, kar şı mız da du rur ken
Söy len me miş bir ma sal gi bi A na do lu’muz
Bu şiir Hece Ölçüsünün 14’lü kalıbıyla yazılmıştır.

b. Durak: Hece ölçüsüyle yazılan şiirlerde, ahengi artırmak amacıyla mısralar belli yerlerinden ayrılır. Bu ayrım yerlerine durak (durgunlanma) denir.
1. Durak, ahenk sağlayan bir çeşit ses kesimidir.
2. Sözün gidişi zorlanmadan şiir okuyucusuna bir nefes payı bırakılmıştır.
3. Duraklarda kelimelerden ortalarından bölünemez. İyi bir durakta kelime mutlaka bitmiştir.
Not: Bir şiirde, bütün dizelerin durakları aynı olabileceği gibi, belli dizelerde farklı duraklar da kullanılabilir. Bir şiirin her dizesinde farklı duraklar kullanılmışsa, o şiir duraksız kabul edilir.
4. Hece ölçüsünde ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı duraklar kullanılmıştır.
Kalıplar:
1. Hece ölçüsüyle yazılmış bir şiirde, bir mısradaki hece sayısı o şiirin kalıbıdır.

2. Hece ölçüsünde “ikili” den “yirmili” ye kadar kalıp vardır.
3. Türk şiirinde en çok kullanılan kalıplar yedili, sekizli, onbirli, ondörtlü kalıplardır.
Yedili kalıp:
Giderim-/yolum yaya 3+4=7’li hece ölçüsü
Cemâlin-/benzer aya
Eridim-/hayal oldum
Günleri-/saya saya

Sekizli kalıp:
Gel dilberim-/kan eyleme 4+4=8’li hece ölçüsü
Seni kandan-/ sakınırım
Doğan aydan / esen yelden
Seni gülden / sakınırım
Âşık Ömer

Hece ölçüsünün on birli kalıbı:
İptida Bağdad’a / sefer olanda 6+5=11’li hece ölçüsü
Atladı hendeği / geçti Genç Osman
Vuruldu sancaktar / kaptı sancağı
İletti, bedene / dikti Genç Osman
Kayıkçı Kul Mustafa

Başka sanat bilmeyiz / karşımızda dururken
Söylenmemiş bir masal / gibi Anadolu’muz 7+7=14’lü hece ölçüsü.
Arkadaş, biz bu yolda/ türküler tuttururken
Sana uğurlar olsun / ayrılıyor yolumuz
Faruk Nafiz Çamlıbel

Duraksız şiir: (Hece ölçüsünün on birli kalıbı):
Bir düşünsen, yarıyı geçti ömrüm 11
Gençlik böyledir işte, gelir gider; 11
Ve kırılır sonra kolun kanadın; 11
Koşarsın pencereden pencereye 11

Cahit Sıtkı Tarancı
Yukarıdaki dörtlüğü oluşturan bütün dizelerdeki hece sayısı 11’dir. Fakat bütün dizelerde duraklar aynı yerde değildir. Kelimeler ortadan bölünemeyeceğine göre bu dörtlüğü duraksız kâbul etmek zorundayız. Bu durumda yukarıdaki şiir hece ölçüsünün 11’li kalıbıyla ve duraksız olarak yazılmıştır diyebiliriz.

Bu konuyu yazdır

  …Uyak (Kafiye) Örgüsü
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:43 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (1)

…Uyak (Kafiye) Örgüsü…
ogrenci.jpg
[SIZE=2]İlk olarak dizelerin son seslerine bakılarak bir dörtlüğün kafiye düzeni çıkarılır. Kafiye düzenlerinin, mısraların son seslerindeki düzene göre çeşitleri vardır.[/SIZE]
[SIZE=2]1- Düz Kafiye: Birinci mısra ile ikinci mısraın; üçüncü mısra ile dördüncü mısraın birbiriyle kafiyeli olmasıdır aaaa, aabb, aaab. Mesnevi tarzı kafiye de denilir.[/SIZE]
[SIZE=2]a- İftardan önce gittim Atik-Vâlde semtine,
a- Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine
b- Sessizdiler. Fakat Ramazan maneviyyeti
b- Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti
[/SIZE]

[SIZE=2]a- Gökyüzünde tüten olsam
a- Yeryüzünde biten olsam
b- Al benekli keten olsam
b- Yar boynuna sarsa beni
[/SIZE]

[SIZE=2][/SIZE]
[SIZE=2]2- Çapraz Kafiye: Bir dörtlükte; birinci mısra ile üçüncü mısraın, ikinci mısra ile de dördüncü mısraın kafiyeli olmasıdır. abab şeklinde gösterilir.Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, [SIZE=2] Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, [SIZE=2] Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar[/SIZE], Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri[/SIZE]a- Hayran olarak bakarsınız da
b- Hûlyanızı fetheder bu hâli
a- Beş yüz sene sonra karşınızda
b- İstanbul Fethi’nin hayâli
a- Bir hayalet gibi dünya güzeli
b- Girdiğinden beri rüyâlarına,
a- Hepsi meshûr, o muamma güzeli
b- Gittiler görmeye Kaf dağlarına
3- Sarma (l) Kafiye: Bir dörtlükte; birinci mısra ile dördüncü mısraın ve ikinci mısra ile de üçüncü mısraın kafiyeli olmasıdır. abba şeklinde gösterilir. [/SIZE]
[SIZE=2]a- İhtiyar elini bağrına soktu,
b- Dedi ki, “İstanbul Muhasarası
b- Başlarken aldığım gaza yarası
a- İçinden çektiğim bu oktu!”
[/SIZE]

[SIZE=2]b- Bir sonbahar akşamı… sahillerdeyim a Gamlı bir heykel gibi kayalarla ben
b- Dağınık saçlarımdan pervasız esen
a- Rüzgârların elinde bir kırık neyim
[/SIZE]

Bu konuyu yazdır

  Uyak (Kafiye) Türleri…
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:42 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (1)

…Uyak (Kafiye) Türleri…
ogrenci.jpg
[SIZE=2]Uyak (Kafiye), mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine denir.[/SIZE]
[SIZE=2]1- Yarım Kafiye:
- Tek ses benzeşmesine dayanan kafiyeye yarım kafiye denir.
- Genellikle Halk Edebiyatında kullanılır.
[/SIZE]

[SIZE=2]Benim çektiğimi kim çeker
Gözlerinden kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağların seliyim şimdi
[/SIZE]

[SIZE=2](“-er“: Redif | “-k“: Yarım Kafiye)

2- Tam Kafiye:
- İki ses benzeşmesine dayanan kafiyeye tam kafiye denilir.
[/SIZE]

[SIZE=2]Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
[/SIZE]

[SIZE=2](“-ar“: Tam Kafiye)[/SIZE]
[SIZE=2]Zamanla nasıl değişiyor insan
Hangi resmime baksam ben değilim
Nerde o günler, o şevk, o heyecan
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum, yalan
[/SIZE]

[SIZE=2](“-an“: Tam Kafiye | “-ben değilim“: Redif | “-am“: Tam Kafiye)[/SIZE]
[SIZE=2]Not: Dilimize yabancı dillerden geçmiş “â, î, û” gibi uzun sesler iki ses değerine sahiptirler. Dizeler arasında sadece bu seslerden oluşan bir benzeşme varsa bu tam kafiyedir. Türkçenin Tarihi, Orhun Abideleri, Anlatım Bozuklukları, Cümlenin Öğeleri, Yazım ve Noktalama, Türkoloji Makaleleri, Edebiyat Nedir?, Alfabelerimiz, [SIZE=2] Atasözleri, Bulmacalar, Edebi Sanatlar[/SIZE], Sınav Soruları, Kpss, Oks, Öss, Bunları Biliyor musunuz?, Özlü Sözler, Güzel Sözler, Türkçe, Edebiyat, Masallar, Destanlar, Astroloji, Roman Özetleri[/SIZE]
[SIZE=2]3- Zengin Kafiye:
- İkiden fazla sesin benzeşmesiyle oluşan kafiyeye denir.
- Daha çok Divan şiirinde kullanılır.
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene
Biz sende olamazsak bile sen bizdesin gene
(“-ene“: Zengin Kafiye)Bin bahçeli beldemizi yâd ellere bıraktık
Gölgesinde barınacak tek ağacım yok artık
(“-tık“: Zengin Kafiye) [/SIZE]
[SIZE=2]4- Tunç Kafiye
- Kafiyedeki kelimelerden birinin, diğerini içinde aynen bulunması yani tekrar edilmesiyle oluşan kafiyeler tunç kafiye denir.
[/SIZE]

[SIZE=2]Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım
[/SIZE]

[SIZE=2](“-aşarım“: Tunç Kafiye)[/SIZE]
[SIZE=2]Bursa’da bir eski cami avlusu
Mermer şadırvanda şakırdayan su
[/SIZE]

[SIZE=2](“-su“: Tunç Kafiye)[/SIZE]
[SIZE=2]Bir eşek var idi zâif u nizâr
Yük elinden katı şikeste vü zâr
[/SIZE]

[SIZE=2](“-zâr“: Tunç Kafiye)[/SIZE]
[SIZE=2]5- Cinaslı Kafiye
- Yazılışları ve okunuşları aynı anlamı farklı olan kelimelerle yapılan kafiyeye cinaslı kafiye denir.
- Cinaslı kelimeler daha çok manilerde kafiye olarak kullanılır.
[/SIZE]

[SIZE=2]Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yârimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
[/SIZE]

[SIZE=2](“-asmaya“: Cinaslı Kafiye)[/SIZE]
[SIZE=2]Kararmış kara gözler
Dermanım kara gözler
Gemim deryada kaldı
Yelkenim kara gözler
[/SIZE]

[SIZE=2](“-kara gözler“: Cinaslı Kafiye[/SIZE]
[SIZE=2]Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç
[/SIZE]

[SIZE=2](“-geç“: Cinaslı Kafiye)
[/SIZE]

[SIZE=2]Redif:
- Şiirde kafiyeden sonra gelen yapı ve anlam bakımından benzerlik taşıyan eklere, kelimelere veya kelime gruplarına redif denir.
- Halk şiirimizde redife kafiyeden daha çok önem verilmiştir.
- Redif kelimesinin sözlük anlamı “arkadan gelen”dir.
[/SIZE]

[SIZE=2]Aşk bir şem-i ilahîdir benim pervânesi -si: Redif
Şevk bir zincirdir gönlüm ânın divânesi -vâne: Zengin kafiye
[/SIZE]

[SIZE=2]Efendimsin cihânda itibârım varsa sendendir – ım varsa sendendir: Redif
Meyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir -âr(aar olduğundan): Zengin Kafiye Şeyh Galib
[/SIZE]

[SIZE=2]Bizim elde bahar olur, yaz olur – olur : Redif
Göller dolu ördek olur, kaz olur – az: Tam Kafiye
Sevgi arasında yüz bin naz olur
Suçumu bağışla, ben sana kurban
[/SIZE]

İkinci Kaynak…

[SIZE=2]KAFİYE (UYAK): Mısra sonlarındaki yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı kelimelerin, eklerin benzerliğine kafiye denir.[/SIZE]

[SIZE=2]Yanıp tutuşmadan aylarca yummadım gözümü,
Nücuma sor ki, bu kirpikler uyku görmüş mü?
[/SIZE]

[SIZE=2]
1) YARIM KAFİYE: Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.
[/SIZE]

[SIZE=2]Örnek-1
Ben çektiğim kimler çeker
Gözlerim kanlı yaş döker
Bulanık bulanık akar
Dağlarım seliyim şimdi
[/SIZE]


[SIZE=2]Örnek-2
İstedim kendimi bu göle atam
Elimi uzatıp yavruyu tutam
[/SIZE]

[SIZE=2]
Örnek-3
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Şahin pençesinde yavru kuş gibi
Seher sabahında rüya düş gibi
Çağıta bağırta aldı dert beni
[/SIZE]

[SIZE=2]2) TAM KAFİYE: İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.[/SIZE]
[SIZE=2]Örnek-1
Yollarda kalan gözlerimin nurunu yordum,
Kimdir o, nasıldır diye rüzgarlara sordum,
Hulyamı tutan bir büyü var onda diyordum
[/SIZE]

[SIZE=2]Örnek-2
Sen miydin o afet ki dedim, bezm-i ezelde
Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde,
Bir sofrada içtik, ikimiz aynı emelde,
Karşımda uyanmış gibi bir baktı sarardı.
[/SIZE]

[SIZE=2]Örnek-3
On atlıya karar verdim yaşını
Yenice sevdaya salmış başını
El yanında yakar gider kaşını
Tenhalarda gülüşünü sevdiğim.
[/SIZE]

[SIZE=2]3) ZENGİN KAFİYE: Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.[/SIZE]
[SIZE=2]Örnek-1
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı.. Buz tutuyor her soluk
[/SIZE]

[SIZE=2]Örnek-2
Baygın bir ihtizaz ile bi-huş akar dere,
Sahillerinde çocuklar uzanmış çemenlere…
[/SIZE]

[SIZE=2]Örnek-3
Miskin Yunus biçareyim
Baştan ayağa yareyim
Dost ilinden avareyim
Gel gör beni aşk neyledi
[/SIZE]

[SIZE=2]4) CİNASLI KAFİYE: Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.[/SIZE]
[SIZE=2]Örnek-1
Niçin kondun a bülbül
Kapımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya
[/SIZE]

[SIZE=2]
Örnek-2
Bilmem ki yaz mı gelmiş
Niçin açmış gül erken
Aklımı kayıp ettim
Nazlı yarim gülerken
[/SIZE]

[SIZE=2]
Örnek-3
Kendin çöz kendin tara Bağ bana
Değmesin el başına Bahçe sana bağ bana
Ben yarime kavuştum Değme zincir kar etmez
Darısı el başına Zülfün teli bağ bana
[/SIZE]

[SIZE=2]REDİF: Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine “redif” denir.[/SIZE]
[SIZE=2]Örnek-1
Bizim elde bahar olur, yaz olur.
Göller dolu ördek olur, kaz olur.
Sevgi arasında yüz bin naz olur.
Suçumu bağışla, ben sana kurban.
[/SIZE]

[SIZE=2]
Örnek-2
Bu ıslıkla uzayan, dönen, kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
[/SIZE]

Bu konuyu yazdır

  Söz Sanatları (Edebi Sanatlar)
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:38 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (4)

Söz Sanatları (Edebi Sanatlar) – 1
1) TEŞBİH(BENZETME)
Sözü daha etkili duruma getirmek için aralarında ilgi bulunan iki unsurdan güçsüzü olanı güçlü olana benzetmektir.
Benzetmede dört unsur bulunur:
a)Benzenen b)Benzetilen c)Benzetme Yönü d)Benzetme Edatı

Bu öğelerin kullanılıp kullanılmaması açısından da üç çeşit benzetme vardır:
— Çocuk tilki gibi kurnaz biriydi.
—Minik yavrucak elma gibi kıpkırmızı yanaklarıyla gülücükler saçıyordu.
—Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden
Toprağa diz vuruşu dağ gibi zeybeğin

—Binalar kale gibi olduğundan içeri
B.tilen B.nen B.E
girilemiyordu.
—Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
B.tilen B.yen

—Karısına yıllarca cehennem hayatı yaşattı.
B.tilen B.yen

—Muavin,yolculara: Pamuk eller cebe!
B.tilen B.yen
diye bağrıyordu.

2) İSTİARE(EÄžRETİLEME)
Benzetmenin asıl unsuru olan benzeyen ve benzetilenden yalnızca biri kullanılarak yapılır.
a.)Açık İstiare:Benzeyenin bulunmayıp yalnızca benzetilenle yapılan istiaredir.
b.)Kapalı İstiare:Benzetilenin bulunmayıp yalnızca benzeyenle yapılan istiaredir.

—Bir hilal uğruna ya rab ne güneşler batıyor. (A.İ)
—Ay,altın ağaçlardan yere damlıyordu.(K.İ)
Açtım avucumu altına tuttum.
—Ülkemizde üniversiteden mezun olmuş pek çok fidan artık iş de bulamıyor.(A.İ)
—Bahar gelince bir ağızdan şarkılar söyler kuşlar.(K.İ)
—Bugün gökten inciler yağıyordu.(A.İ)
—Galatasaray,Fenerbahçe kalesine gol yağdırdı.(K.İ)
—Genç adamın sözleri,kızın yüreğini yakıyordu.(K.İ)
—Sanat,hür bir ortamda boy atar.(K.İ)
—Kurban olam,kurban olam,
Beşikte yatan kuzuya.(A.İ)


3) KİNAYE

Bir sözü hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanmaktır.
Uyarı:Kinayede daha çok mecaz anlam kastedilir.
—Mum dibine ışık vermez.
—Hamama giren terler.
—Taşıma su ile değirmen dönmez.
—Yuvarlanan taş yosun tutmaz.
—Ateş düştüğü yeri yakar.
—Yaptığı hatayı anlayınca yüzü kızardı.

4) MECAZ-I MÜRSEL(AD AKTARMASI)
Benzetme amaç güdülmeden bir sözün ilgili olduğu başka bir söz yerine kullanılmasıdır.
—İşe alınman için dün şirketle görüştüm.(İnsan)
—Yarın sınıfı 9/H sınıfı yapacak.(Öğrenci)
—Toplantıya Milliyet gazetesinin güçlü kalemleri de geldi.(Yazar)
—Nihatın golüyle tüm stat ayağa kalktı.(Seyirci)
—O evine çok bağlı bir insandır.(Ailesi)
—Bu olay üzerine bütün köy ayaklandı.(Halk)
—İstanbul’dan kalkan uçak az önce Adana’ya indi.(Havaalanı)

5)TEŞHİS(KİŞİLEŞTİRME)
İnsan dışındaki canlı cansız varlıklara insan özelliği kazandırmaktır.
Her teşhiste aynı zamanda kapalı istiare vardır.
—Güzel gitti diye pınar ağladı.
—Menekşeler külahını kaldırır.
—Bir sarmaşık uyanıyordu uykusunda
Geriniyordu bir eski duvarın sıvasında.
—Toros dağlarının üstüne,
Ay un eledi bütün gece.
—O çay ağır akar,yorgun mu bilmem,
Mehtabı hasta mı,solgun mu bilmem.
—Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın,
Eskici dükkanında asma saat,
Çelik bir şal atmış omuzlarına.
—Yalnızlığın okşadığı kalbime,yağmurlar küskün,
En güzel türküyü bir kurşun söyler.
—Bu akşam sonbahar ne kadar serin,
Geceyi hasretle zaman.

6)İNTAK(KONUŞTURMA)
İnsan dışındaki varlıkları konuşturmaktır.Her intak sanatında teşhis sanatı vardır;ancak her teşhiste intak sanatı yoktur.
—Deniz ve Mehtap sordular seni: Neredesin?
—Maymun şunu anlatmak istemişti fikrince:
Boşa gitmez kötüye bir ceza verilince.
—Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
İçimde kanayan yara gibisin.
—Ey benim sarı tamburam!
Sen ne için inilersin?
İçim oyuk,derdim büyük
Ben onunçün inilerim
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Adam elini uzattı,tam onu koparacağı sırada menekşe: Bana dokunma!diye bağırdı.

7)TECAHÜL-İ ARİF
Anlam inceliği oluşturmak için herkesçe bilinen bir gerçeği bilmiyormuş gibi aktarmalıdır.
—Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz.
—Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
—Gökyüzünün başka rengi de varmış,
Su insanı boğar,ateş yakarmış.
—Şu karşıma göğüs geren,
Taş bağırlı dağlar mısın?
—Saçların dalgalı,boya mı sürdün?
Gelmiyorsun artık,bana mı küstün?
—İçimde kar donar,buzlar tutuşur,
Yağan ateş midir,kar mıdır bilmem.

8)HÜSN-İ TA’LİL
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında başka,güzel bir nedene bağlamadır.
—Gül bahçesi sevgiliden haber geldiği için
Süslendi ve güzel kokular süründü.
—Yoksun diye bahçemde çiçekler açmıyor bak.
—Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
—Benim kaderime ve yalnızlığıma
Irmaklar bile ağladı.
—Rüzgar gökte bir gezinti,
Üşürüz her akşam vakti,
Ne sıcak vücutlar gitti,
Toprağı ısıtmak için.
—Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce
Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce.
—Bir an önce görülsün diye Akdeniz,
Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır.
—Toros dağlarının üstüne
Ay, un eledi bütün gece.
9) MÜBALAÄžA (ABARTMA)
Sözün etkisini güçlendirmek için bir şeyi olduğundan daha çok ya da olduğundan daha az göstermektir.
—Manda yuva yapmış söğüt dalına,
Yavrusunu sinek kapmış.
—Alem sele gitti gözüm yaşından.
—Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Gözüm yaşı değirmeni yürütür.
—Bir gün gökyüzüne otursam,
Evlerin tavanlarını birer birer açsam.
—Sıladan ayrıyım,gözümde yaşlar,
Sel olup taşacak bir gün derinden.
—Sana olan aşkım dağı taşı eritir,
Gözümdeki yaşlardan bir deniz olur.
—Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kaf dağı.
—Sekizimiz odun çeker,
Dokuzumuz ateş yakar
Kaz kaldırmış başın bakar
Kırk gün oldu ,kaynatırım kaynamaz.
—Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem,sığmazsın.
—Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.

Bu konuyu yazdır

  Türkçenin Tarihi Gelişimi
Yazar: MaSaL - 06-14-2011, Saat: 01:36 PM - Forum: Edebiyat - Yorumlar (1)

Türkçenin Tarihi Gelişimi
(Muharrem Ergin)
Eski Türkçe
Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun Âbidelerinin metinleridir. Fakat bu metinler şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir. Çünkü Orhun Âbidelerindeki dil yeni teşekkül etmiş bir yazı dili olarak değil, çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan, Türk yazı dilinin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere çıkarmak gerekir. Türk yazı dilinin sekizinci asırdan sonraki gelişmesi ile mukayese edilerek bir tahmin yürütülürse, Orhun abidelerindeki yazı dilinde hiç değilse bir kaç asırlık bir gelişme mevcut olduğuna kolaylıkla hükmolunabilir. Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Milâdın ilk asırlarına, hiç olmazsa Orhun âbidelerinden bir kaç asır önceye çıkarmak doğru olur. Fakat Orhun kitabelerinden daha eski bir metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak sekizinci asırdan itibaren takip edebilmekteyiz.
İşte nazarî olarak Milâdın ilk asırlarında başladığını kabul ettiğimiz ve ilk ele geçen metinleri sekizinci asra ait olan bu yazı dili 12 – 13. asra kadar devam etmiş olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk devresini teşkil etmektedir. Bu ilk yazı dili devresi ayni zamanda müşterek bir yazı dili devresidir. Yani bu yazı dili bütün Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmış, Orta Asya’da geniş bir sahayı kaplayan Türklük âlemi asırlar boyunca hep ayni dille okuyup yazmıştır. O devirden kalma eserlerde görülen ufak tefek farklar ise saha ve zaman farklarından ileri gelen normal ayrılıklar olup tek bir yazı dilinin hudutlarını aşacak mahiyette değildir.
Kâşgarlı’nın en çok beğendiği ve şivelerle karşılaştırırken “Türkçe” diye adlandırdığı, Hakaniye Türkçe’si, yahut başka eserlerde Kâşgar dili, Kâşgar Türkçe’si adı ile anılan dil hep bu ilk Türk yazı dilidir. Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile yazılmış olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca denilebilir. Fakat Türkoloji öğretiminde Türkçe’nin bu ilk devresi için bugün en uygun isim olarak “Eski Türkçe” tâbirini kullanmaktayız. Türkçe’nin ondan sonraki çeşitli gelişmelerinin kaynağı hep bu devreye çıkmakla, bugün geniş sahalarda ayrı kollara ayrılmış bulunan Türkçe’nin bütün şekillerinin menşei bu devrede bulunmakta, kısacası, Türkçe’nin bütün yapısı bu devre ile izah edilebilmektedir. Demek ki bu devre Türkçe’nin ana Türkçe devresi, ilk devresi, eski devresidir. Onun için bu devreyi “Eski Türkçe” diye adlandırmak çok yerindedir. Bu kitapta biz de bu ismi kullanacağız.
O hâlde Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçe’dir. Eski Türkçeden daha önceki devir ise Türkçe’nin karanlık devridir. O devir artık Eski Türkçe’nin Çuvaşça ve Yakutça ile, bunların da daha ileride Moğolca ile birleştikleri devirdir.
Türkçe tarih boyunca iki gramer yapısına sahip olmuştur. Eski Türkçe devresi Türkçe’nin eski gramer yapısını temsil eder. Ondan sonraki devreler Türkçe’nin yeni gramer yapısına sahip olan devrelerdir.

Kuzey-doğu Türkçe’si, Batı Türkçe’si
Eski Türkçeden sonraki devre gelince, bu devirde Türkçe karşımıza birden fazla yazı dili ile çıkmaktadır. Eski Türkçe’nin sonlarında Orta Asya’daki Türklük âleminin parçalanarak büyük kütleler hâlinde Hazar Denizinin güney ve kuzeyinden kuzeye ve batıya yayılması, yeni kültür merkezlerinin meydana gelmesi, İslâm kültürünün Türkler arasına gittikçe kuvvetli bir şekilde yerleşmesi, yeni mefhumlarla birlikte yeni bir yazının kabulü gibi çeşitli dış sebeplerle beraber Türkçe’nin içinde bir müddetten beri kendisini hissettiren tabiî gelişmeler neticesinde ortaya çıkan büyük değişiklikler yazı dili birliğini parçalayarak Eski Türkçe’nin ömrünü tamamlamış ve ayrılan Türklük kollarının yeni kültür merkezleri etrafında kendi şivelerine dayanan yazı dilleri meydana getirmeleri birden fazla yeni yazı dilinin doğmasına ve gelişmeğe başlamasına sebep olmuştur. Böylece 12-13. asırdan sonra biri Kuzey-doğu Türkçe’si, diğeri Batı Türkçe’si olmak üzere iki Türk yazı dili meydana geldiğini görmekteyiz.

Kuzey Türkçe’si, Doğu Türkçe’si
Bunlardan Kuzey-doğu Türkçe’si önce 13 ve 14. asırlarda, bir müddet, Eski Türkçe’nin tabiî ve yeni bir devamı olarak eski ve yeni arasında köprü vazifesi gören bir geçiş devresi hâlinde devam etmiş, sonra 15. asırdan itibaren Kuzey Türkçe’si ve Doğu Türkçe’si olarak iki yeni yazı diline ayrılmıştır. Son zamanlara kadar devam eden bu yazı dillerinden Kuzey Türkçe’si, Kıpçak Türkçe’sidir. Doğu Türkçe’si ise Çağatayca gibi yanlış bir isimle anılan ve Timur devrinde başlayarak 15. ve 16. asırlarda kuvvetli bir edebiyat meydana getirmek suretiyle en parlak çağını yaşadıktan sonra son zamanda yerini modern Özbekçe’ye bırakan yazı dilidir.

Batı Türkçesi
Batı Türkçesi’ne gelince, bu yazı dili 12. asrın ikinci yarısı ile 13. asrın ilk yarısında teşekküle başladığı anlaşılan, 13. asrın ikinci yarısından itibaren de metinlerini günümüze kadar aralıksız bir şekilde takip ettiğimiz yazı dilidir. Selçuklulardan başlayarak bugüne kadar gelen ve devam etmekte olan bu yazı dili, Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dili durumundadır. Batı Türkçesinin esasını Oğuz şivesi teşkil eder. Onun için bu yazı diline Oğuz Türkçe’si de denilebilir. Oğuz şivesi Hazar Denizinden Balkanlara kadar uzanan sahaya yayılmış bulunan Türkçe’dir. Bu saha ise batı Türklerinin yaşadığı sahadır. Onun için Oğuz yazı diline, Oğuz Türkçe’sine umumî olarak Batı Türkçe’si adını vermekteyiz. Türkolojide Batı Türkçe’si için bazen Cenup Türkçe’si veya Cenup Şivesi adı da kullanılmaktadır. Fakat bu Şimal Türkçe’sine göre verilen bir addır ve şüphesiz Batı Türkçe’si kadar uygun değildir.
Batı Türkçesinin içinde saha bakımından zamanla iki daire meydana gelmiştir. Bunlardan biri Azeri ve Doğu Anadolu sahasını içine alan doğu Oğuzcası, diğeri Osmanlı sahasını içine alan batı Oğuzcasıdır. Doğu ve batı Oğuzcaları arasında ilk asırlarda çok küçük saha farkları dışında bir ayrılık mevcut olmamış, bu saha farkları yavaş yavaş genişleyerek ancak 17. asırdan sonra doğu ve batı Oğuzca dairelerini meydana getirmiştir.
Bununla beraber arada yine iki yazı dili olacak kadar fark mevcut değildir ve her ikisi de ayni şiveye, yani Oğuz şivesine dayandıkları için Azeri ve Osmanlı Türkçeleri ancak tek bir yazı dilinin kardeş iki dairesi sayılabilirler. Esasen doğu ve batı Oğuzcası arasındaki farklar daha çok şivede yani konuşma dilinde kalmış, devamlı olarak Osmanlı kültür ve edebiyatının tesiri altında kalan Azeri sahasında yazı dili, Osmanlı Türkçe’sinden konuşma dilindeki ile mukayese edilemeyecek kadar az bir ayrılık göstermiştir.
Azeri ve Osmanlı Türkçeleri arasında, daha çok şivede kalan bu ayrılığın sebeplerini doğu Oğuzcasına Oğuz dışı Türk şivelerinin, bilhassa zaman zaman kuzeyden gelen Kıpçak unsurlarının yaptığı tesir ile İlhanlılardan kalan bazı Moğol izlerinde aramak lâzımdır. Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını batı Oğuzcasından bazı şekiller bakımından biraz farklı yapmış, ikincisi ise Azeri Türkçe’sinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıştır.
Bilhassa konuşma dili bakımından birbirinden farklı olan Azeri ve Osmanlı Türkçe’si arasındaki başlıca ayrılıklar, kelime başındaki b-m, kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i, kelime başındaki t-d ile akkuzatif ve bazı fiil çekim şekilleri etrafında toplanır. Bu ayrılıklar daha çok konuşma dilinde kaldığı, yazı diline aksedenlerin ise ancak son devir Azeri Türkçe’sinde görülebildiği, Azeri sahasında yetişen başlıca edebî şahsiyetlerin bulunduğu 17. asırdan önce de doğu ve batı Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık bulunmadığı için bu iki Oğuz Türkçe’si yazı dili olarak Batı Türkçe’si adı altında bir bütün teşkil ederler.

Batı Türkçesinin Gelişmesi
Batı Türkçesinin yedi asırlık uzun hayatında bazı merhaleler vardır. Bu merhaleler onun iç ve dış gelişme seyri içinde görülen çeşitli safhalardır. Gerçekten Batı Türkçe’si uzun gelişme seyri içinde bugüne kadar iç ve dış yapısı bakımından muhtelif gelişmeler ve değişiklikler göstermiştir. İç yapı bakımından gösterdiği değişiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve şekil değişiklikleri olup, doğrudan doğruya Türkçe’nin tabiî gelişmesi ile ilgilidir. Dış yapı bakımından Batı Türkçe’sinde görülen çeşitli safhalar ise, Türkçe’nin bünyesi ile ilgili olmayıp, onun, içine karışan yabancı unsurlara göre aldığı değişik görünüşlerden ibarettir.
Demek ki Batı Türkçe’sinde Türkçe’den başka bir de yabancı unsurlar vardır. Bu unsurlar çeşitli Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerdir. Türklerin İslam kültürü çerçevesine girmeleri dolayısıyla Türkçe’ye sokulan Arapça ve Farsça unsurlar, Türkçe’yi Eski Türkçeden sonra, yeni yazı dilleri devresinde istilâya başlamış, bu istilâ bilhassa Batı Türkçe’sinde korkunç bir gelişme göstererek bir kaç asır içinde Türkçe’yi âdeta tanınmaz bir hâle getirmiştir.

Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçe’si içindeki durumu yedi asır boyunca hep ayni olmamış ve çeşitli safhalar göstermiştir. Bu sebeple Batı Türkçe’si içinde hem Türkçe bakımından, hem de yabancı unsurlar bakımından birbirinden farklı bir kaç devre var demektir.

İşte 13. asırdan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili ola gelmiş bulunan Batı Türkçe’si iç ve dış gelişme ve değişiklikler bakımından şu üç devreye ayrılır:
1. Eski Anadolu Türkçe’si
2. Osmanlıca
3. Türkiye Türkçe’si

Eski Anadolu Türkçesi
Eski Anadolu Türkçe’si 13, 14 ve 15. asırlardaki Türkçe’dir. Batı Türkçesinin ilk devrini teşkil eden bu Eski Anadolu Türkçe’si bilhassa Türkçe bakımından kendisinden sonraki iki devreden çok farklıdır. Bu devreye Batı Türkçesinin bir oluş, bir kuruluş devresi olarak bakmak yerinde olur. Batı Türkçesini Eski Türkçe’ye bağlayan birçok bağlar bu devrede henüz kendisini iyice hissettirmektedir. Bu devreden sonraki Türkçe’de gördüğümüz birçok yeni şekiller bu devrede henüz Eski Türkçedeki eski şekillerinin izlerini taşımaktadırlar.

Eski Anadolu Türkçe’si bir taraftan böylece Eski Türkçe’nin izlerini taşırken diğer taraftan köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil ayrılıkları göstermek suretiyle Osmanlıca ve Türkiye Türkçe’sinden biraz farklı bir durum arzeder. Öyle ki Batı Türkçe’si içinde Türkçe bakımından mevcut başlıca değişiklikler bu devre ile bundan sonraki iki devre arasındaki değişikliklerdir. Yani Batı Türkçesini yalnız Türkçe bakımından devrelere ayırırsak Eski Anadolu Türkçe’si ve Osmanlıca – Türkiye Türkçe’si diye ikiye ayırmamız icap eder. Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında Türkçe bakımından, Eski Anadolu Türkçe’sinden Osmanlıcanın ilk devirlerine taşan bir kaç şekil dışında, bariz bir ayrılık yoktur.

Eski Anadolu Türkçe’si yabancı unsurlar bakımından denilebilir ki Batı Türkçesinin en temiz devridir. Bu devirde Türkçe’ye Arapça ve Farsça unsurlar girmeğe başlamıştır. Fakat bu unsurlar kesifliğini yavaş yavaş arttırmış ve ancak devrenin sonlarında geniş bir istilâ başlangıcı hâlini alarak Osmanlıcanın doğuşunu hazırlamıştır. Eski Anadolu metinlerinde görülen Arapça ve Farsça kelimeler henüz çok fazla olmadığı gibi devrenin sonlarına doğru artan terkipler de henüz açık ve basit bir durumdadır. Yabancı unsurlar bakımından bu devirde manzum ve mensur metinler arasında da oldukça fark vardır.
Gittikçe artan yabancı kelime ve terkipler daha çok nazım dilinde görülür. Nesir dili ise çok temiz ve duru bir Türkçe olarak devrenin sonunda bile Arapça ve Farsça kelimeler ve bilhassa terkiplerden mümkün olduğu kadar uzak kalmıştır. 15. asrın ortalarına doğru ikinci Murat devrinde geniş bir kültür hamlesinin ifadesi olarak meydana getirilen telif ve tercüme pek çok Türkçe eserin dili bunu açıkça göstermektedir. Nazım dilinde ise, şiirin Fars taklitçiliği üzerine kurulması ve vezin, şekil zaruretleri yüzünden duruluk çok muhafaza edilememiş ve Türkçe’deki gelişmeler bakımından devre daha bitmeden, 15. asırda, basit de olsa terkipler ve yabancı kelimeler adam akıllı çoğalmış ve Türkçe’yi sarmıştır. Bu yüzden asrın ikinci yarısı Osmanlıcanın temelini atan, onun başlangıcını teşkil eden bir devir olmuş, Eski Anadolu Türkçe’si Türkçe hususiyetleri bakımından devrini ancak Osmanlıcanın başlarında tamamlamıştır.
Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı ise Türkçe’nin başlangıçtan bugüne kadar hep ayni kalan normal cümle yapısı dışına çıkmamıştır. Gerek nesirde, gerek şiirde Türk cümlesi bu devirde normal, sade, anlaşılan, unsurları yerli yerinde ve doğru cümle olarak kalmış, tercüme sadakati yüzünden nadir olarak kırıldığı yerler dışında, umumiyetle sağlam yapısını muhafaza ederek Osmanlıca devrine girmiştir.

Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. asrın sonlarından 20. asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz hep ayni kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen birbirine geçmiş çeşitli iç merhâleleri olmuştur. Fakat iç ve dış bakımından esas vasıfları itibariyle Osmanlıca ismi altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir.
Türkçe bakımından, Osmanlıca’da aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik olmamış, Eski Anadolu Türkçe’sinden sonra günümüze kadar Türkçe’nin başlıca şekilleri hemen hemen hep ayni kalmıştır. Yani gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında belirli bir ayrılık yoktur. Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski Anadolu Türkçe’si arasında belirli ayrılıklar vardır.
Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında çok küçük şekil farklarına rastlansa bile bunlar zaman ayrılıklarına dayanan basit değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar. Eski Anadolu Türkçe’si, Batı Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si ise Batı Türkçesinin yeni gramer şekillerini ihtiva eden devrelerdir. Yani, gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçe’si arasında bir devre farkı yoktur.
Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçe’si ile Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur. Osmanlıca’nın başlangıcını teşkil eden ve 15. asrın ikinci yarısı ile 16. asrın ilk yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri, yerlerini henüz tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi.
Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıca’nın içinde daha sonraları da kendisini muhafaza etmiş, bunlardan klişeleşmiş olarak Türkiye Türkçe’sine geçenler bile olmuştur. Bazı yeni şekiller ise oluşunu ancak Osmanlıca içinde tamamlamış veya kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır. İşte geçiş devrindeki normal gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni şekillerin ortaya çıkışı dışında, Osmanlıca’ya Türkçe bakımından başından sonuna kadar bir durgunluk hâkim olmuş, 16. asırdan günümüze kadar Türkçe gramer şekilleri bakımından belirli hiçbir gelişme kaydetmemiştir.
Osmanlıca’yı batı Türkçe’si içinde bilhassa Türkiye Türkçe’sinden ayrı bir devre hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır. İç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçe’sinden farklı bulunan Osmanlıca, dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçe’sinden de, Türkiye Türkçe’sinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir. Bu devre Türkçe’nin yabancı unsurlar tarafından tam mânâsiyle istilâ edildiği, Türkçe’yi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.
Osmanlıca devrinde Türkçe’yi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıştır. Fakat bu sahada o kadar ileri gidilmiştir ki bütün isim cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören bütün kelime gurupları Arapça ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur. Bu müthiş istilâdan fiil kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçe’nin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil ile dolmuştur.
Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi gören kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil çekimi ile cümle yapısı kalmıştır. Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamış, birçok defa esas bünyesi yıkılarak bozuk bir kelime yığınından ibaret olmuştur. Hülâsa, Türk yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsça’dan meydana gelen üçüzlü, karışık ve son derece sun’î bir dil manzarası göstermiştir.
Osmanlıcanın devreleri
Yabancı unsurların durumu bakımından Osmanlıca içinde üç devre vardır. Osmanlıca’nın 15. asrın sonu ile 16. asrın büyük bir kısmını içine alan ilk devresi Eski Anadolu Türkçe’sinde yazı diline sokulmağa başlayan Arapça ve Farsça unsurların Türkçe’yi istilâ işinin çok sür’atlendiği devredir. Bu devre, Osmanlıların İstanbul’a yerleşmesinden sonra kurulan saray hayatı ile başlamış, bu saray etrafında gelişen edebiyat ve kültür hayatının Arap ve Fars kültür ve edebiyatının nüfuzu altına girmesi Türk yazı diline bambaşka bir istikamet vermiştir.
Bu devrede Türkçe Eski Anadolu devresindeki duruluğunu kaybetmiş, yabancı unsurların kesafeti iyiden iyiye artmıştır. Fakat daha sonraki asırlara göre henüz nisbî bir sadelik göze çarpar gibidir. Yabancı kelime ve terkiplerin sayısı ve çeşitleri çok artmakla beraber terkip zincirleri henüz son haddine varmış değildir. Fakat iyice karışık dil yolunda çok sür’atli bir gidiş, çok kesif bir hazırlık vardır. Öyle ki devrenin sonu, yani 16. asrın sonları artık koyu Osmanlıca’nın tam bir başlangıcı hâline gelmiştir. Böylelikle ilk devir sona ermiş ve Osmanlıca’nın yeni bir devri gelip çatmıştır.
Bu devre Osmanlıca’nın ikinci devresi olup 16. asrın sonundan 19. asrın ortalarına kadar süren devredir ki başlıca 16. asrın sonu ile 17. ve 18. asırları içine alır. Bu devrede karışık dil, koyuluğunun son haddine varmış, yapısı güç halle Türkçe’ye benzeyen yazı dilinde Arapça ve Farsça unsurlar arasında Türkçe unsurlar âdeta görünmez olmuştur. Osmanlıca böylece Türkçelikten çıkmış bir hâle geldikten sonra nihayet üçüzlü sun’î dilin en yüksek noktasından aşağıya doğru dönmeğe başlamış ve üçüncü devresine girmiştir.
Osmanlıca’nın ayni zamanda son devresi olan bu üçüncü devre, 19. asrın ortalarından başlayıp 20. asrın başlarına kadar gelen, yani Tanzimattan 1908 meşrutiyetine kadar olan devri içine alır. Bu devrenin son örnekleri 1908’den sonra da Cumhuriyete kadar, sür’atle ortaya çıkan yeni yazı dilinin yanında, gittikçe zayıflayarak bir nıüddet daha devam etmiştir. Bu üçüncü devre karışık dilin koyuluğunu yavaş yavaş kaybettiği devredir. Osmanlıca bu devirde zaman zaman çok sun’î bir koyuluk göstermekle beraber umumî olarak bir çözülme yoluna girmiş durumdadır. Bu çözülme nihayet 20. asrın başlarında tamamlanarak Osmanlıca’nın hayatı sona ermiş ve Türkiye Türkçe’sine geçilmiştir.
Osmanlıca’nın bu son devrini eskisinden ayıran mühim bir fark da batıdan gelen yeni mefhumlar dolayısıyla yeni yeni Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerin yazı diline sokulması ve uydurulmasıdır. Bu hususta bazen çok sun’î hareketler olmuş, lügat kitaplarına bakarak yazı yazanlar bile çıkmıştır. Fakat umumiyetle terkipsiz Türkçe’ye gidiş temayülleri artmıştır. Eski devirde de koyu Osmanlıca’nın yanında görülen oldukça sade dil örnekleri bu son devrede umumî yazı dilinin yanı sıra sayılarını çok arttırmışlardır.
Bu devrenin sonları ise Türkçe’nin aydınlığa çıkışının açık müjdeleri ile doludur. Öyle ki bu devir eserlerinin bir eli Osmanlıca’da, bir eli Türkiye Türkçe’sindedir. Değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı, daha doğrusu meyvelerini verdiği için, artık dili bazen Osmanlıca, bazen Türkiye Türkçe’si, veya önce Osmanlıca, sonra Türkiye Türkçe’si olan şahıslar görülür. Hülâsa Osmanlıca’nın sonlarında yazı dili yabancı unsurlar ve terkiplerden sür’atle temizlenmiş, böylece 20. asrın başlarında terkipli karışık dil tarihe karışarak yerini Türkiye Türkçe’sine bırakmıştır.

Nazım dili, Nesir dili
Osmanlıca’nın, kendi içinde yukarıda gördüğümüz şekilde üç devreye ayrılan uzun tarihi boyunca, nazım ve nesir sahasındaki görünüşü birbirinden farklı olmuştur. Bu fark, bir yabancı unsurlar, bir de cümle yapısı bakımından nazım ve nesir dili arasında görülen ayrılıktır. Şiirin, bilhassa divan şiirinin muhteva ve şekil bakımından muayyen Ölçülere bağlı bulunması nazım diline de tesir etmiş ve Osmanlıca’da umumiyetle tek bir çeşit nazım dili oluşmuştur.
Buna karşılık Osmanlıca içinde ilmi ve didaktik eserlerde ayrı edebi eserlerde ayrı bir nesir dili kullanılmıştır. ilmî nesir dili bir dereceye kadar sade ve basit bir dil, edebî nesir dili ise çok aşırı ve sun’î bir şekilde yabancı unsurlarla dolu, secili ve kelime gurubu silsilelerinden örülmüş bir dildi. Bu iki çeşit nesir dili Osmanlıca’da daima yan yana yürümüştür. Burada şu noktayı belirtelim ki adî nesirde edebî nesre göre bir sadelik ve basitlik vardı, yoksa umumî olarak o da yabancı unsurlarla dolu karışık bir dil, bir Osmanlıca idi. İşte umumiyetle bir çeşit olan nazım dili ile iki çeşit olan nesir dili yabancı unsurlar ve cümle yapısı bakımından Osmanlıca içinde farklı bir durumda bulunmuşlardır.
[FONT=Maiandra GD][FONT=Maiandra GD][SIZE=2]Yabancı unsurlar bakımından Osmanlıca’nın ilk devresinde nazım ve nesir dili aşağı yukarı birbirine yakındır. yabancı unsurlar her ikisinde de çoğalmıştır. Daha çok nazım dilinde görülen terkipler, eski basitliğini muhafaza etmekle beraber bu devirde henüz fazla zincirleme hâlinde değildir

Bu konuyu yazdır

  Tarih: 11-23-2025, 10:07 AM