| Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
| Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 304 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 300 Ziyaretçi Baidu, Bing, GoogleBot, Yandex
|
| Son Aktiviteler |
Allah’a Şirk Koşarak Yaşa...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-21-2025, Saat: 09:37 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 21
|
Rabbinden Sana Vahyedilen...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-20-2025, Saat: 04:17 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 16
|
Araf Suresi 157. Ayet. On...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-18-2025, Saat: 12:06 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 25
|
İnancını Bu Dünyada Sorgu...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-16-2025, Saat: 03:19 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 28
|
Bizler İnatla, Atalarımız...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-15-2025, Saat: 05:11 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 25
|
Atatürk'ün Çocukluk Anıla...
Forum: Hayatı ve Anıları
Son Yorum: Serdar102
11-15-2025, Saat: 02:39 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 29
|
Ali İmran 78 -79. Ayetler...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-14-2025, Saat: 03:50 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 26
|
Günün Şiiri
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 10:13 AM
» Yorumlar: 9
» Okunma: 2,337
|
Adı Bende Saklı Sevgili.
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 09:41 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 32
|
Enfal Suresi 12. Ayet. ”V...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-12-2025, Saat: 04:03 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 31
|
|
|
| Çok sık tekrarlanan beslenme hataları |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 03:18 PM - Forum: Sağlık
- Yorum Yok
|
 |
Rüyalarınızdaki vücuda sahip olmanızı engelleyen ve çok sık tekrarlanan beslenme hatalarına bir göz atın.
>Spordan Önce Yemek Yememek
Vücudunuz gereken yakıta sahip olmadığı zaman, kaslarda birikmiş olan şekeri enerjiye çevirecektir. Bunun sonucunda tekrar kas yapısını geliştirmek ve ağırlık çalışmak iyice zorlaşacaktır.
Doğrusu Nedir?
Spordan yarım saat önce, protein ve karbonhidrat karışımı yiyecekler yiyin (kepek ekmeği ve az yağlı peynir olabilir). Vaktiniz yoksa en azından muz tüketin.
>Spordan Sonra Yemek Yememek
Spor yaptıktan sonra, metabolizmanızın hızını artırmak ve kaslarınızı güçlendirmek için vücudunuz proteine ihtiyaç duyar. Kullandığınız enerjiyi yeniden kazanmak için de karbonhidratlara ihtiyacınız olacaktır.
Doğrusu Nedir?
Spordan sonra yumurta beyazı ve tavuğun göğüs kısmı gibi az yağlı proteinleri tercih etmeye çalışın. Bunun yanında da bir adet meyve ve lifli kraker yiyin.
>Sağlıklı Yiyeceklerin Dozunu Kaçırmak
Dışarıda yemeğe çıkarak, sağlıklı yemekler yiyeceğinizi düşünüyorsunuz belki ama unutmayın ki bütün gıdalar kalori içerir. Eğer ne kadar tükettiğinize dikkat etmezseniz sağlıklı gıdalar bile kilo almanıza neden olabilir.
Doğrusu Nedir?
Porsiyonlarınızı kontrol edin! Yiyeceğiniz et, en çok avucunuzun içi kadar büyük olmalı. Mısır gevreğiniz ise bir bardaktan daha fazla olmamalıdır.
>Enerji Yiyecekleri Yemek
Gıda tamamlayıcısı olarak tüketilen şeker içermeyen, az proteinli ve bol lifli enerji yiyecekleri, iyi hazırlanmış bir öğünün yerini tutamaz. Besin değerleri yeterince yüksek değildir. Bu nedenle olabildiğince taze sebze ve meyve tüketin.
Doğrusu Nedir?
Her zaman sağlıklı ve taze gıdalar tüketmeye özen gösterin. Vaktiniz olmadığında veya ara öğün almak istediğinizde ise takviyelere başvurun.
|
|
|
| 'Metabolizmam Yavaş' Koca Bir Efsane... |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 03:15 PM - Forum: Sağlık
- Yorum Yok
|
 |
'Metabolizmam Yavaş' Koca Bir Efsane...

Aşırı kiloluların büyük bölümü 'Su içsem yarıyor, metabolizmam yavaş' açıklamasına sığınıyor. Oysa endokrinolog Dr. Kaan Güngör, şişman insanların metabolizmasının daha çok çalıştığını söylüyor...
Endokrinoloji uzmanı ne yapar?
Tam olarak endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanlığı olarak geçer. Şeker hastalığı, hormonal bozukluklar, obezite ve diğer bazı metabolik hastalıklarla ilgilenir. Dahiliyenin bir üst uzmanlık dalıdır.
O zaman sporun metabolizmaya etkileri konusunda konuşmak için doğru yerdeyiz!
Bizim bazal metabolizmamızın yüzde 70’i genetik parametrelerle, yani aileden gelen DNA kodlarımızla belirlenir. Geriye kalan yüzde 20’si spor ve egzersizle, geriye kalan bölümü ise vücutsal işlevlerle oluşur ve yüzde 100’ü tamamlar. Sporun etkileyeceği 2 tane yer var. İlki, spor bazal metabolizmayı hızlandırır ve kilo kaybı için yardımcı olur. İkincisi ise o yüzde 15’lik, yüzde 20’lik bölüm dediğimiz, hareketle tükettiğimiz enerji miktarını artırır. İki ayrı yoldan metabolizmayı etkiler. Eğer kişi normal metabolizmasının gerektiği şekilde beslenmiyorsa kilo alabilir. Diyelim ki bir kadın sabah güne diyet yapma niyetiyle başlıyor. Gayet güzel bir dilim ekmeğini yiyor, yanında diyetisyeninin verdiklerini harfiyen uygulayarak yiyor. Ama daha hızlı kilo vermek için ara öğünde verilenleri atlıyor. Öğle yemeğini yarı aç yarı tok şekilde bir salata ile geçiştiriyor. Öğleden sonra da soluğu spor salonunda alıyor. Burada bir saat kadar şiddetli spor yapıyor. İşte bu tablo yanlış tablodur. Böyle bir tabloda zayıflama mümkün olmadığı gibi kilo alımı bile söz konusu olabilir. Bu kişinin yapması gereken doğru şey bazal metabolizmasını hızlandırmak için kardiyo egzersizleri yapmak. Çünkü ancak kardiyo egzersizleri ile yağ yakmak mümkün olur.
Peki nedir bize kilo aldıran?
Sabahtan beri çok düşük kalori almış bir insan vücuttaki şeker depolarını tüketiyor artık kalori ihtiyacını karşılamak için kaslarını kullanmaya başlıyor. Bir miktar da yağ yakıyor. Bu kişinin akşam yemeği saati geldiği zaman hipoglisemi başlıyor ve aşırı derecede acıkmış olarak yemeğe orturuyor. Sonuçta kişi kontrolsüz bir şekilde, üstelik de akşam saatlerinde yemeye başlıyor. Düşünün; sabah 08.00’den akşam 17.00’ye kadar aç kalmış bir metabolizma, akşam 19.00’dan 24.00’e kadar çok yüklü miktarda enerji alıyor. Yapacağı şey direkt aldığı besinleri depolamak oluyor. Sporun kilo aldırma etkisi ilk olarak böyle bir mekanizmada ortaya çıkabilir.
Bazal metabolizma ne demek?
Bazal metabolizma bir insanın istirahat halinde günlük yaşamını idame ettirebilmek için ihtiyaç duyduğu minimum kaloridir. Bu kişiden kişiye değişir. Bunu belirleyen en önemli unsur genetik özelliklerdir. Yaşa göre, cinsiyete göre, kişinin aktif bir hayat sürüp sürmemesine göre değişir. Örneğin bir sporcuda metabolizma hızı 5000-6000 kaloridir, oturarak çalışan bir insanda 1500-2000 kaloridir.
Diyet yapanlar sıkça “Benim metabolizmam yavaş, onun için kilo veremiyorum!” der. Bu doğru mu?
Herkesin metabolizması farklı çalışır doğru ama yanlış şu: Kilo arttıkça bazal metabolizma yavaşlamaz, hızı artar. Çünkü bazal metabolizmayı belirleyen temel nedenlerden biri insanın kaç kilo olduğudur. Çok kiloluysanız bazal metabolizmanız çok yüksektir. Ama önemli olan doğru beslenip doğru spor yaparak kilo vermektir. Aynı kaloriyi alıp aynı egzersizi yapıp bir kişi kilo verebilir, diğeri ise kilo alabilir.
Metabolizmanın hızı nasıl anlaşılır? Çok terleyeninki çok mu çalışır?
Şunu söyleyebilirim, şişmanların şikayetlerinin başında terleme gelir. Bunlar da metabolizmanın yüksekliğinden kaynaklanır. Vücut, ısısını artırarak kilo vermeye çalışır. Doktorların çoğu bunu açıklamak yerine “Sizin metabolizmanız yavaş” deyip konuyu geçiştirmeyi tercih ediyor.
Metabolizmayı hızlandırmak için ne yapmamız gerekir?
Metabolizma 2 şekilde hızlanır. Düzenli beslenmek ve düzenli, doğru egzersiz yapmak. Zayılamak için spor salonlarında saatlerce ağırlık kaldırırken insanların kilo veremediklerini aksine kilo aldıklarını biz sıklıkla görüyoruz. Vücuttaki ağır kaldırma egzersizleri kişilerin kas yapmasına neden oluyor. Bu da sizin kas kilonuzun artmasına dolayısıyla kilo artışına yol açabiliyor. Sporun, ayarı, ölçüsü kararı olmalı.
Spor yapmanın uygun zamanı ne?
Önemli olan, kişinin spora başlamadan önce uzun süre aç kalmamış olması. Spor öncesinde yenen küçük bir ara öğün hem metabolizmanızı hızlandırır hem de kan şekerinizin aşırı düşmesini önleyeceği için spor sonrası açlık hissinin oluşmasını da önler. Ana öğünlerden 1 ile 3 saat sonra, ara öğünlerden hemen sonra yapılabilir.
Spor türü kişiden kişiye değişir mi?
Tabii ki insanların sağlık sorunlarına, vücut tiplerine ve yaşlarına göre yaptıkları sporlar farklı olmalıdır. Eğer dizinde kireçlenme problemi varsa, siz bu insanın yürüyüş bandında bir saat yürümesini isterseniz daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalır. Boy, kilo, metabolizma hızı da sporu belirler. Ayrıca spor planlanırken ilgi alanları da göz önünde tutulmalıdır. Sürdürülebilir olması da çok önemlidir. Kilo vermek isteyen birine beş gün 30’ar dakika egzersiz yapması önerilir. Bunu günlük iki saatlik egzersize dönüştürürseniz, hele de ağrlık kaldırırsanız, kilo vermenize yaramaz. Kilo vermek isteyenlerin illa da bir spor salonuna gitmesi şart değil.
Kim yapacak bu programlamayı?
Bu kişinin ne kadar kilo vermek istediğine göre değişir. Hiç tıbbi problemi olmayan birinin diyetisyene gidip beslenmesini planlaması, egzersiz danışmanı ile sporu planlaması mümkün olabilir. Ama çok kilo vermesi gereken bir kişinin mutlaka bir tıbbi kontrolden geçmesinde fayda var. Kişilerde saptanmayan hastalıklar olabilir. Kan şekeriyle ilgili sorunlar, tiroid hastalıkları, bazı hormonal problemler ortaya çıkabilir. Bunları göz ardı ederek kilo vermeye çalışırsanız doğru sonucu almazsınız.
Metabolizmayı hızlandıran yiyecekler var mı?
Bu tek başına bir çözüm olamaz. Ne mucize bir bitki, ne de mucize bir hap var. Tabii ki yararı olan besinler vars ama en etkili olan sağlıklı ve düzenli beslenme programı. Düzenli yemek yemezseniz metabolizmanızı kendiniz bozar, ne yapsanız zayıflayamazsınız.
İşin özü sabırlı olmak
Çok merak ettiğim bir şey var. Bazı insanlar var diyet yapıyorlar 30-40 kilo veriyorlar. Ben beş kilo fazlamı ne kadar uğraşsam da veremiyorum.
Bunu bir arkadaşımın sözüyle yanıtlayacağım: “Tavşanlarla kaplumbağaların yarışında tavşanlar hep kaybeder.” İşin özeti yavaş, sabırlı, düzenli olmak. 70 kilodan 65 kiloya inmek isteyen birinde ayda 1 kilo normalken, 30 kilo vermesi gereken kişide ayda 4 kilo normaldir. Onların metabolizmaları çok yüksek ve hızlı çalışıyor. Bu nedenle daha hızlı kilo veriyorlar. “Su içsem yarıyor, metabolizmam yavaş” diyen şişmanlarının çoğunun test yapıldığında metabolizmalarının çok hızlı olduğu ortaya çıkıyor. Ayda 1-3 kilo verilmesi normaldir.
“Hızlı verirsen hızlı geri alırsın” sözü doğru mu?
Şok diyetlerde düşük kalorili bir beslenme programı yapılır. Hızla su ve kas kaybı olur. Vücut kiloyu da verir ama çok düşük kaloriyle hazırlanan diyet listeleri bazal metabolizmayı düşürür. Peşinden karaciğerindeki şeker depoları tükenen dengeleri bozulan vücut da onları yerine koymak için daha fazla enerjiye ihtiyaç duyar. Kişi daha çok acıkır, 2 kilo verdiyse bunu fazlasıyla geri alır. İnsan beyninde şöyle bir sistem var. Bazal metabolizmamızı da insanın beyninin bir bölgesi kontrol ediyor. Bazal metabolizmanız 2000 kalori ise ve siz 1500 kalori alıyorsanız beyin şöyle algılıyor: Kıtlık ve açlık dönemine girdim, yaşamımı sürdürmek için kendimi korumaya geçmem gerekir. Ayarlarını da değiştiriyor. Bu değişen ayarlar birdenbire yerine gelmez ve hızlıca kilo alırsınız.
Tek tip beslenme için ne dersiniz?
Tek tip beslenmeler de durum farklı değildir. Sonuçta tek tip beslenme kilo verdirir. Ama neler kaybettiğiniz de bilmeniz gerekiyor. Mesela ‘Atkins Diyeti’nde aadece protein ile besleniliyordu. Bunun kan yağlarında artışa ve kolesterole, bunun sonucunda da kalp hastaıklarından neden olduğu ortaya çıktı. Tek tip beslenmeyi önermiyoruz.
|
|
|
| Yorgunluk Hissinin Birçok Nedeni Olabilir |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 03:14 PM - Forum: Sağlık
- Yorum Yok
|
 |
Kronik yorgunluk sendromu; sersemlik hissi, çarpıntı, şişkinlik, sinirlilik, huzursuzluk hissi, kilo kaybı gibi belirtiler gösterir ki bunlar, kolaylıkla gerginliğe bağlanabilecek belirtilerdir.
Yakın zamanda tanımlanan ve henüz nedenleri hakkında fikir birliğine ulaşılamamış kronik yorgunluk sendromu son dönemlerde sıkça anılıyor. Psikiyatri Uzmanı Dr. Cem Hızlan: “Kronik yorgunluk, belirgin bir zamanda başlayan ve dinlenmekle geçmeyen yorgunluk hissi yanında, endokrin sistemi, savunma sistemi ve kas iskelet sistemini ilgilendiren belirtilerle tanınır. Belirtileri daha çok, endokrin ve metabolizma değişikliklerini ve savunma sistemini ilgilendirdiği için, iç hastalıklarının konusu olarak ele alınır.” diyor ve hastalığa; virüslerin, beslenme, endokrin veya savunma sistemi bozukluğunun neden olabileceğini söylüyor. Kronik yorgunluk belirtilerinin, gerginlikle (stres) bağlantılı olması nedeniyle, durum psikiyatrinin konusuyla da ilgilidir.
Belirtiler
Kronik yorgunluk sendromu; sersemlik hissi, çarpıntı, şişkinlik, sinirlilik, huzursuzluk hissi, kilo kaybı gibi belirtiler gösterir ki bunlar, kolaylıkla gerginliğe bağlanabilecek belirtilerdir. Kronik yorgunluk sendromunun nedenleri arasında, gerginlik doğrudan anılmasa da, dolaylı olarak kronik yorgunluğun bir nedenidir ve çözüm önerilerinde, “stresle baş etmenin önemi” daima vurgulanır. Bunun yanında, sendromun, depresyon ve kaygı bozukluklarıyla karıştırılmaması gerekir.
Kronik yorgunluk sendromu, metabolik sendrom, tükenmişlik sendromu gibi farklı disiplinlerce tanımlanmış sendromların ortak özelliği, ısrarla günlük hayatımıza ve yaşam biçimimize vurgu yapmalarıdır.
Kronik yorgunluk sendromu için, stresle baş etmenin yolları, beslenme alışkanlıkları, uyku düzeni ile ilgili öneriler verilir. Metabolik sendromun, yeme alışkanlığı, günlük hareket ve fiziksel aktivite alışkanlıkları nedeniyle çağdaş yaşama biçiminin bir parçası olduğu ileri sürülür. Tükenmişlik sendromu, profesyonel hayatın doğurduğu yorgunluk ve hayal kırıklıklarıyla ilişkili bir durum olarak tarif edilebilir. Bu sendromların, genellikle iyi eğitimli, gelir düzeyi ortanın üzerinde, çalışan kesimde sıklıkla görülen sendromlar olduğu vurgulanır.
Nedenleri
Çağdaş yaşam koşulları, insanda, sendromların da ötesinde, panik ataklar, depresyon, reflü, esansiyel hipertansiyon, fibromiyalji gibi hastalıkların doğmasına neden oluyor. Sorgulanamaz olarak benimsediğiniz hayat koşulları, yoğun iş baskısı, uzun çalışma saatleri, mesailer, “mükemmeliyetçilik”, ikili ilişkilerdeki esnetilemeyen beklentiler, kişisel zaman ya da kişisel merakların tamamen anlamsız, gereksiz hatta tehlikeli algılanması, çağdaş yaşamın sürekli yorgunluk yaratan nedenleridir.
Dinlenmek ya da stresle baş etmek için:
Kendinizi geliştirin, zihninizi boşaltmaya yönelik egzersizler; yoga ve meditasyon yapın. Günde 12 saat çalışan biriyseniz, egzersiz yapmak, sizi dinlendirecektir. Bunun, dengeli bir yaşam tarzı haline gelmesini beklemek ne kadar gerçekçi olmaktan uzaksa, içinde bulunduğunuz durumun yarattığı fiziksel ve ruhsal belirtileri bir hastalık olarak algılayıp, buna tedaviyle çözüm arayabilirsiniz.
Gerçekçi olansa, yaşamınızı, zaman içinde şekillendirdiğiniz bir bütün olarak kavrayıp, vücudunuzda ve duygularınızda ortaya çıkan olumlu ve olumsuz belirtileri, yaşamınızın göstergeleri olarak benimsemeniz olacaktır. Bu göstergeler, size, yaşamınızda nelerin fazla ve nelerin eksik olduğunu hatırlatmak için var ve bunlara kulak vererek hayatınıza yön verdiğinizde, gerçekten ihtiyaçlarınızı karşılayabilecek dengeli bir hayat sürebilirsiniz.
Beslenme Önerileri
Yorgunluğun pek çok sebebi olabilir. Kansızlık, enfeksiyonlar, karaciğer, kalp ve böbrek yetmezlikleri, vitamin ve mineral eksiklikleri, metabolik bozukluklar (hipoglisemi), hormonal problemler (Hipotiroidi, böbrek üstü bezi yetmezliği), kanser gibi ciddi sağlık sorunlarında, yorgunluk bazen ilk işarettir. Diyetisyen Yeşim Çelik: “Yorgunluk, tekrarlayan ve uzun süren streslerin, uyku problemlerinin, depresyon ve diğer bazı psikolojik sorunların sonucunda oluşabilir. Alkol-sigara kullanımı, yorgunluktan korunmak için kullanılan uyarıcıların ve bazı ilaçların yorgunluk yapabildikleri, daha da önemlisi beslenme yanlışlarının, yorgunluğun başlıca nedenlerinden olduğu biliniyor.” diyor.
Yeterli ve dengeli beslenme, yorgunluğu önlemenin en önemli yollarından biridir. Öğünlerinizde dikkat edeceğiniz birkaç küçük kural, kendinizi zinde hissetmenizi sağlar.
Yorgunluğun temel nedeni, demir eksikliğine bağlı kansızlıktır. Kadınlarda daha sık gözlenen kansızlığı önlemek için; haftanın belirli günlerinde demir içeriği yüksek olan yumurta tüketmeniz gerekir. Haftada 2-3 kez kırmızı et tüketmeniz ve yanında mutlaka demirin vücut tarafından kullanımını artıran C vitamini içeren besinlerle de (Sebze-meyve) bunu desteklemeniz gerekir. Ayrıca, çok koyu çay ve kahve tüketimi, demir emilimini azalttığından, yemekten hemen sonra tüketmeniz önerilmez. Kuru meyvelerin demir içeriği yüksek olduğu için, ara öğünlerde kan şekerinizi dengelemesi açısından tüketmenizde fayda var.
|
|
|
| Depresyon ve Abdominal Obezite Birbiriyle İlişkili |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 03:13 PM - Forum: Sağlık
- Yorum Yok
|
 |
American Journal of Public Health'in Haziran sayısında yayımlanan yeni bir çalışma, kanser ve kardiyovasküler hastalık riskinin artmasıyla da ilişkili olabilecek depresyon ve abdominal obezite arasındaki ilişkiyi doğruladı.
Çalışmayı yürüten Dr. Belinde Needham, 15 yıl boyunca bir grup genç erişkini izlediklerini, depresyon düzeyleri yüksek olan kişilerde daha hızlı kilo artışı görüldüğünü bildirdi.
Çalışmanın araştırmacılarından Alabama Üniversitesi'nden Dr. Belinde Needham, obezitenin kontrol edilmesi halinde obeziteye bağlı hastalık risklerinin de ortadan kaldırılacak olması açısından bu çalışmanın önemli olduğunu şu sözlerle dile getirdi: "Depresyon da bu şekilde tedavi edilebilecek hastalıklar arasında. Depresyon yalnızca akıl hastalığı olarak görülmemeli, ciddiye alınmalı. Ayrıca akıl hastalıklarının fiziksel sonuçlarının da olabileceği unutulmamalı".
Dr. Needham, kardiyovasküler hastalığın öncül belirteçlerini belirlemek amacıyla yapılan ve yaşları 18-30 aralığında 5115 erkek ve kadının katıldığı boylamsal bir çalışma olan Genç Erişkinlerde Koroner Arter Riskinin Gelişimi (CARDIA: Coronary Artery Risk Development in Young Adults) adlı çalışmanın verilerini inceledi. Dr. Needham, bu çalışmada vücut ağırlığının boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle hesaplanan beden kitle indeksleri ve bel çevresi ölçümlerinin depresyonda artış ile ilişkili olup olmadığını veya depresyonun çalışma süresince beden kitle indeksi ve bel çevresi üzerinde herhangi bir değişikliğe yol açıp açmadığını araştırdı.
CARDIA çalışmasında katılımcıların kilo ve bel çevreleri ölçülmüş, beden kitle indeksleri hesaplanmıştı. Araştırmacılar, katılımcılardan 5, 10, 15, 20 puan üzerinden depresyon düzeylerini değerlendirmelerini istemişti. Dr. Needham, CARDIA çalışmasına katılan hasta verilerini kullanarak, incelenen herkeste 15 yıllık zaman diliminde kilo artışı görüldüğünü, ancak başlangıçtaki yüksek depresyon düzeylerinin, 5. yılda daha düşük depresyon düzeylerine sahip kişilere kıyasla, abdominal obeziteyi ve beden kitle indeksini artırdığını belirtti.
Beşinci yılda depresyon düzeyleri yüksek olan kişilerin bel çevresi, depresyon düzeyleri düşük olan kişilere kıyasla 1.6 cm daha fazlaydı. Yirminci yılda ise bu artış 2.6 cm'di. Buna karşın, başlangıçtaki yüksek beden kitle indeksi ve bel çevresi, zaman içerisinde depresyon semptomlarında herhangi bir değişikliğe neden olmadı.
Dr. Needham, stres hormonu kortizolun, depresyon ve abdominal obezite ile ilişkili olduğunu gösteren bilimsel raporlar olduğunu, bu nedenle yükselmiş kortizol yüzünden depresyonlu kişilerde, vücutlarının diğer kısımlarındaki yağ birikiminden ziyade, abdominal obezite riskinin daha yüksek olabileceğini açıkladı.
|
|
|
| İlk Müslümanlar ve Mâruz Kaldıkları İşkenceler |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 03:03 PM - Forum: İslam
- Yorumlar (15)
|
 |
İlk Müslüman: Hz. Hatice
Kâinatın Efendisi Hazret-i Muhammed (a.s.m.), Hira’daki ulvî mazhariyetle İlâhî memuriyetini idrak etmiş ve kudsî risalet vazifesini yüklenmişti. Ancak bu ağır ve büyük vazifenin icabları vardı, onları yerine getirmek lazım geliyordu. Bunun ise, içinde bulunduğu cemiyette pek kolay olmayacağı kendisince muhakkak bilinen bir husustu.
O anda, Efendimiz tek başına bir tarafta, bütün dünya bir tarafta yer alıyordu. Ve o, umum dünyaya Allah’tan aldığı emirleri tebliğ edecekti. Elbette bu, basit bir hâdise olarak görülemezdi.
Allah Resûlü, dünyalar durdukça insanlığa nûr ve şeref olan vazifesine nereden ve nasıl başlaması gerektiğini de çok iyi hesaplıyordu.
Durumu evvela en yakını bulunan hanımı Hazret-i Hatice’ye anlattı. Hazreti-i Hatice, ona tereddütsüz sadakat elini uzattı ve ilk Müslüman olma şerefine kavuştu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bundan sonra, Hazret-i Hatice’ye, Cebrâil’den (a.s.) öğrendiği şekilde abdest aldırdı ve yine Cebrâil’den öğrendiği sûrette imam olarak şerefli zevcisine iki rek’at namaz kıldırdı.
Efendimizin kıldırdığı bu iki rek’at namaz,1 imam olarak kıldığı ilk namazdır ve bir pazartesi gününün sonuna doğru kılınmıştır.2
|
|
|
| Bilimin Müslüman Öncüleri |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 03:02 PM - Forum: İslam
- Yorum Yok
|
 |
BİLİMİN MÜSLÜMAN ÖNCÜLERİ
Ebul İz El Cezeri
Batı dünyasında adı kısaca “el Cezeri” olarak bilinen “Bedi'el-Zaman Abu el-izz İsmail el-Razzaz el-Cezeri”, 1136'da Diyarbakır'da doğdu. XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı’nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. Biz bugün el Cezeri'yi, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik ve estetik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan “Kitab-el Hiyal” adlı kitabın yazarı olarak tanıyoruz.
Tarihte sibernetiğin kurucusu olma şerefi onundur. Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler. Bu bilim, zamanla gelişerek bugün kullandığımız bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır.
Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda; Fransızlar Descartes ve Pascal'ı; Almanlar Leibniz'i, İngilizler de R. Bacon'ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve ilim dünyasına sunan ilk bilgindir.
Günümüz fizik ve mekanikçileri, "ısı etkisiyle haberleşerek denge kurma" sisteminin, ilk olarak J. Watt'ın 1780'de regülatörü keşfiyle başladığını söylerler. Fakat bunun da yine Cezerî'ye dayandığı, onun meşhur eseri Kitabü'l-Hiyel'in 171. sayfasındaki şekilde açıkça görülür. Bu sayfada regülatörün şekli, bir kuşun hareketiyle karşılıklı haberleşerek ayarlanmaktadır.
Kitapta, mühendislikle ilgili 50 farklı aletin plan ve işleyişi hakkında bilgiler de verilmiştir. Bugün, İstanbul’daki Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan A3472 kayıtlı yazma, özgün eserin ikinci el bir kopyasıdır. Altı kısımdan oluşan eserde, 50 farklı düzen anlatılmaktadır.
Kitaptaki sistem ve şekiller incelendiğinde, Cezerî'nin büyük bir su mühendisi olduğu görülmektedir. Kitap, kısmen ve ilk defa E. Wiedeman ve F. Hauser tarafından Almancaya çevrilmiş ve 1908-1921 seneleri arasında yayımlanmıştır. 1974'te, Donald R. Hill, eserin tamamını İngilizceye tercüme edip bastırdı. Kitapta anlatılan su saatlerinden biri; Dünya İslam Festivali için Londra Bilim Müzesi'nde örneğe uygun olarak yapılıp çalıştırıldı.
Hazinî
Asıl adı Abdurrahman El Mansur olan bu İslam bilgini, XI. Yüzyıl sonları ile XII. Yüzyıl’ın başlarında, Horasan’da yaşamıştır. Aslen Yunanlı bir köle olmasına karşın, sonradan İslam dinini seçmiştir. Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton’dan 500 yıl önce, “her cismi yer kürenin merkezine doğru çeken bir güç” olduğunu söylemiştir. Roger Bacon’dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, suyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır.
Hazinî, kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve “Mizanü’l-Hikme” (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir.
ELEMENTLER HAZİNÃŽ’ye Göre Modern Kimyaya göre
Altın 19.05 19.26
Civa 13.56 13.59
Bakır 8.66 8.85
Pirinç 8.57 8.40
Demir 7.74 7.79
Kalay 7.32 7.29
Kurşun 11.32 11.35
Hazinî, Zîc-i Sanacarî (Yıldız Katalogu) adlı eserinde, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bilgilere ve Selçuklu devletinin enlem ve boylamlarına da yer vermiştir. ‘Risale fi’l-Âlât’ (Aletler Bilgisi) adlı kitapçığında ise gözlem aletlerini konu almıştır.
Musaoğulları
Horasan'lı Musa Bin Şakir'in oğulları Muhammed Hasan ve Ahmed, bilim ve teknoloji tarihinde Benu Musa, "Musaoğulları" olarak bilinir. Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi.
Kardeşlerden Ahmed'in teknolojiye ilgisi, ‘Kitab-el Hiyal’ adlı bir eserin yazılmasına neden olmuş olmalıdır. (M.S. 850) Ülkemizde Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan bu eserde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden söz edilmektedir. Cisim, su ve hava etkisiyle oluşturulan “harika düzenler” ya da “harika otomatlar” bilimine, İslam Dünyası’nda “ilm al alat al ruhaniyet” (Pnömatik Aletler İlmi) ya da kısaca “ilm al hiyal” (Harika Düzen****ler İlmi) adı verilmektedir.
Akfani'nin tanımına göre, pnömatik aletler ilmi, boşluğun bulunmaması prensibine dayanan bir takım aletlerin nasıl imal edileceğini konu edinen bir ilimdir. Amaç, ölçülü kaplar, sifonlar ve diğer elemanlardan oluşan bu düzenleri oluştururken zihni eğitmektir.
Benu Musa Kardeşler’in Kitab-el Hiyal adlı eserinde yer alan 100 düzen içinde, 18 tane otomatik kontrol düzeni bulunur. İncelendiğinde, bunların teknik yönden, bugün hala kullanılabilir türden otomatik kontrol sistemleri olduğu görülür.
Hârizmî
9. Yüzyıl’da Hârizm'de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir.
Aritmetik kitabının Arapça aslı kayıptır; bu nedenle bu yapıt, De Numero Indorum (Hint Rakamları Hakkında) adıyla Batılı Adelard tarafından yapılan Latince tercümesi sayesinde günümüze kadar ulaşabilmiş ve tanınabilmiştir. Hârizmî, bu yapıtında, on rakamlı konumsal Hint rakam sistemi ile hesaplama sistemini anlatmış ve Batılı matematikçiler, Romalılardan bu yana yürürlükte bulunan harf, rakam ve hesap sistemi yerine, Hint rakam ve hesap sistemini kullanmayı bu yapıttan öğrenmişlerdir. Bu hesaplama sistemine, daha sonraları algorism denecektir; bu terim, ünlü matematikçinin isminden, yani el-Hârizmî'den türetilmiştir.
Hârizmî'nin cebir konusundaki yapıtı ise, ‘el-Kitâbü'l-Muhtasar fî Hisâbi'l-Cebr ve'l-Mukâbele’ (Cebir ve Mukâbele Hesabının Özeti) adını taşır ve bu konuda yazılmış ilk müstakil kitaptır. Hârizmî bu yapıtında, birinci ve ikinci dereceden denklemlerin çözümleri, binom açılımları, çeşitli cebir problemleri ve miras hesabı gibi konuları incelemiştir. Hârizmî, cebire ilişkin çalışmalarında, öncelikle birinci ve ikinci dereceden denklemler üzerinde durmuştur. Özellikle ikinci derece denklemlerde, bugün yaygın olarak kullanılan yöntemden farklı bir yöntem kullanmıştır. Bu yöntemle, dünyada ilk defa cebirsel çözümlemeleri geometrik çözümlemelerle yapmıştır.
Hârizmî'nin cebirle ilgili bu yapıtı, 12. Yüzyıl’da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye tercüme edilmiştir. Bu sırada kitabın adında bulunan "el-cebr" kelimesi, "algebra" biçimine dönüştürüldüğünden, Batı dillerinde, cebir terimini karşılaması için bu terim kullanılmaya başlanmıştır. Hârizmî'nin bu kitabı, Batılı matematikçileri büyük ölçüde etkilemiş ve Avrupa'da cebirin yaygınlık kazanmasında büyük rol oynamıştır.
Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Acaba Hârizmî, trigonometrik fonksiyonları biliyor muydu; yoksa bunlar, daha sonra Meslemetü'l-Mecrîtî tarafından mı bu yapıtlara ilave edilmişti? Bunu bilmiyoruz; ancak, bazı bilim tarihçileri, sinüs ve kosinüsü ilk defa Hârizmî'nin kullandığını, tanjant ve kotanjantı ise Meslemetü'l-Mecrîtî'nin eklediğini düşünmektedirler. Gerçek ne olursa olsun, İslâm Dünyası'nın mahsulü olan trigonometrinin Batı'ya girişinde bu bilgilerin önemli bir etkisi olduğu anlaşılmaktadır.
Bunların dışında, Hârizmî'nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus'un Coğrafya adlı yapıtını, ‘Kitâbu Sureti'l-Ard’ (Yer'in Biçimi Hakkında) adıyla Arapçaya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır. Düzeltmeler ve eklemeler nedeniyle hüviyetini kısmen de olsa değiştiren bu yapıt, önemli yerlerin enlem ve boylamlarını bildiren çok sayıda tablo içermektedir. Bu tablolar incelendiğinde, Hârizmî'nin tıpkı Batlamyus gibi, Yer'i ekvatordan kuzeye doğru yedi iklime, yani yedi enlemsel bölgeye ayırdığı ve enlemleri bu esasa göre belirlediği görülmektedir. Batlamyus tercümelerinden önce de bilinen bu yedi iklim sistemi, bu yapıttan sonra bütün Müslüman coğrafyacıları tarafından benimsenecek ve klasik dönem yapıtları, bu sisteme göre tertip ve telif edilecektir.
‘Kitâbu Sureti'l-Ard'ın nüshalarından birinde mevcut olan dört haritadan en mühim olanı, Nil'in kaynağını ve mecrasını gösteren haritadır. Nil'in Batı Afrika'dan değil de bir gölden doğduğunu bildirmesi oldukça dikkat çekicidir; bu kuram daha sonra, Batlamyus-Hârizmî Kuramı ismiyle tanınacaktır.
Haritalar arasında bir Dünya haritası yoktur; fakat enlem ve boylam verileri bize böyle bir haritayı çizmek için gerekli olan malzemeyi vermektedir.
Ali Kuşçu
XV. Yüzyıl başlarında Semerkant şehrinde doğan Ali Kuşçu, Semerkant Rasathanesi’nin Müdürlüğü’nü yaptığı sırada, Akkoyunlular adına Osmanlılarla barış görüşmelerinde bulunmak için İstanbul’a geldi. Elçilik görevini tamamlayınca da buraya yerleşti. Fatih Sultan Mehmet’in büyük desteğini gördü ve Ayasofya Medresesi’nde (Ayasofya Üniversitesi) görevlendirildi. Burada, Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilim adamlarını yetiştirdi.
Bilhassa, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi’nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir.
Semerkant Rasathanesi’nde iken ‘Zic-i Uluğ Bey’ (Uluğ Bey’in Yıldız Kataloğu) adlı eserin hazırlanması için gerekli gözlem ve hesaplamaları yaptı. Söz konusu eserde, 1018 tane yıldızın konumu belirtilmiş, astronomi bilimi ile ilgili pratik bilgilere yer verilmiş ve gök cisimlerinin hareketleri anlatılmıştır. Bu eser, çağının en ileri kurumsal matematik bilgilerini içerir.
‘Risaletü’l-Fethiye’ adlı eseri ise 19. Yüzyıl’da, İstanbul Mühendishanesi’nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserde, gök cisimlerinin yere olan uzaklığına yer vermiş; ayrıca, dünya haritasını da kitabının sonuna eklemiştir. Burada yer kürenin eksenindeki eğikliği 23o30’17” olarak tespit etmiştir. Bu, günümüz modern astronomi verilerine oldukça yakın bir tespittir.
Şerafeddin Sabuncuoğlu
Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. 85 yaşında iken yazdığı ‘Mücerrebname’ adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ‘Cerrahiyatü’l-Haniye’ isimli eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiştir. Bu eserinde, yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir.
Diş sağlığı ile ilgili olarak verdiği bilgiler oldukça ilgi çekicidir. Örneğin, bugün ‘paradontoloji’ bilim dalının konusu içinde yer alan birçok tıbbi aletin nasıl kullanılacağını ve nasıl temizlenmeleri gerektiğini açıkça anlatmıştır. Boğazından hasta olan bir kişiye yaptığı estetik cerrahi girişimi ve boğaza kaçan cismin çıkarılması, ele aldığı başka bir konudur. Hayvanlar üzerinde yaptığı çeşitli deneylere yer verdiği ‘Mücerrebname’ adlı eseriyle, günümüzden 500 yıl önce, deneysel fizyolojinin temellerini atmıştır. Yılan ısırmaları için, tiryak adını verdiği bir panzehir yapmış ve bunu bir horoz üzerinde denemiştir. Daha sonra kendini yılana sokturmuş, panzehiri yılanın ısırdığı yere sürerek kendini tedavi etmiştir.
Bursalı Ali Münşi
1710 yılında hekimlik yapmaya başlamış Türk bilim adamıdır. Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ‘Kınakına’ hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.
Bir başka çalışması da bugün dizanterinin en etkili ilacı olarak kullanılan ‘İpeka’ ile ilgilidir. Bu çalışmasında, Batılı kaşiflerce 1711 yılında Amerika kıtasında keşfedilen ‘kınakına’nın 1686’da İstanbul’da tanındığından bahsetmektedir. Ayrıca, ‘ipeka’yı dünyaya tanıtan (1686) Dr. John Hadrian Helvetius’ın yanlış fikirlerinin de kritiğini yapar. İpekanın ishallerde, dizanteride cilt hastalığında, uyuzda, öksürükte ve melankolide, kusma ve zehirlenmelerde nasıl kullanılacağını tarif eder.
|
|
|
| İslamda Bilim ve Teknoloji |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 03:01 PM - Forum: İslam
- Yorum Yok
|
 |
İSLAM, BİLİM ve TEKNOLOJİYE NASIL YÖN VERDİ?
Otomatik kapılar, kuyulardan motorsuz su çeken aygıtlar, demir, kalay ve kurşun gibi metallerin hassas belirlenmiş yoğunlukları, zamanın göreceliği, otomatik kontrol sistemleri… Bunların hiçbiri, içinde bulunduğumuz yüzyılın keşifleri değildir; bunlar, 6-7 yüzyıl öncesine ait buluşlardır.
Bilim ve teknoloji, yaşadığımız yüzyılda dünya tarihini etkileyecek önemli gelişimlere ve değişimlere vesile oldu. Tüm ülkelerde, yaşam koşullarını köklü ve süratli bir şekilde etkileyen teknoloji, artan dünya nüfusunun pek çok sorununa çözüm getirdi.
Dünyanın bugünkü medeniyet seviyesinde büyük payı olan bilim ve teknolojinin tarihi gelişimi de son derece hızlı oldu.
Peki, bilim ve teknolojinin önderliğini üstlendiği uygarlık ve kültür alanındaki bu değişimin tarihsel başlangıcı hangi dönemlerde başlamıştır?
Yukarıda saydığımız keşiflerin tamamı, dokuzuncu yüzyıldan on dördüncü yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde, dönemin en ileri uygarlığı olan “İslam Uygarlığı”nın ürünüdür. Tüm yaşamlarını, dolayısı ile bilime dair tüm çalışmalarının temelini Kuran ayetlerine dayandıran Müslümanlar o dönemde bile bilime sahip çıkmışlardır. Akıla ve bilgiye dayanan uygarlıkları, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir.
Kuran'da, evrenin yaratılışı ve kainatın düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada Allah'ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığı; söz konusu dönemde bilimin ilerlemesine yol göstermiştir.
Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. Buluşlarıyla uygarlığın ilk adımlarının atılmasına vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu açmışlardır. İslam tarihinde, bilim dallarını tek tek incelediğimizde, hepsinin kaynağının Kuran-ı Kerim olduğunu, bilimin maddi-manevi herşeyin Allah'ın yarattığı sistemin bir parçası olduğunu defalarca ispat ettiğini görmekteyiz.
Müslüman bilim adamları öncelikle, Batı’da Roma ve Doğu’da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye katkıda bulunmaya başlamışlardır.
Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Emevi halifelerinden Muaviye, bir milyon civarında kitabı barındıran "Darü'l-Hikme"yi (İlim Kültür Yuvası) kurar. Halife el-Hakim de, 400 bin ciltlik bir kütüphane kurarak bilim adamlarını Kurtuba'da toplar. 8. Yüzyıl’ın sonlarına doğru Halife Harun-el-Raşid, Aristoteles'in tüm kitaplarını, Galen ve Hipokrat gibi büyük bilim adamlarının birçok eserini Arapçaya çevirtir. Halife el Memun, Bizans'a ve Hindistan'a elçiler göndererek çevirmeye değer kitap aratır ve Bizanslıları yendiği savaşta, savaş tazminatı olarak sadece Eski Yunan yazmalarını ister.
Böylece İslam dünyası, önceki dönemlerde yapılan tüm bilimsel çalışmaları toparlayarak kaybolmasını önler; daha sonra bu çalışmalar, Arapçadan Batı dillerine çevrilir. Endülüs Devleti'nin kurulması ile Musevi, Hıristiyan ve İslam kültür geleneklerinin buluşması, İspanya'yı bilim ve kültür merkezi haline getirir.
İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından Cabir Bin Hayyan, 'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler' olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan’ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder.
İbn-i Sina[b] [/b]
Al Razi
El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, 'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlıkta hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der.
Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken; tarih ve coğrafya bilimlerinde Idrisi, Hamevi ve Taberi ve adını bu satırlara sığdıramayacağımız pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir. Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş; Batlamyusçu sisteme, dokuzuncu yıldızsız küreyi eklemiştir. On üçüncü yüzyılda, bu sistemin karşılaştığı güçlükleri fark eden yine Müslüman astronomlar olmuş ve Batlamyusçu olmayan gezegen modellerini geliştirmişlerdir. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır. Aynı dönemin Avrupa’sında ise durum tamamen farklıdır. Bilime hizmet eden Avrupalı bilim adamları, pek çok engelleme ile karşılaşıp kısıtlanmakta, hatta çalışmaları tamamen durdurulmak istenmekteydi.
Harezmi, Hint rakamlarına sıfır rakamını ekleyerek bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söyleyen Ahmet Fergani, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya’nın eksenindeki eğimi en doğru şekilde hesaplıyordu.
Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştiren El-Battani, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar.
Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder ve başhekimi olduğu hastanede görev alacak olan doktorların uzmanlaşmaları gerektiğini söyler.
Ebü'l-Vefa trigonometriye Sekant ve Kosekant kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; 'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' söyleyen İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür.
Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit eden el-Beyruni; 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söyler. İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, küçük kan dolaşımını keşfeder.
Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı. Bağdat, Harran ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi.
Kültürel ve sosyal alanda meydana gelen atılımlara paralel olarak ilerleyen bilim ve teknoloji, Osmanlı devleti döneminde doruğa ulaşmıştır. Hazerfen Ahmet Çelebi, Lagari Hasan Çelebi gibi alimler, alanlarında tarihin ilk örnek çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir.
14. Yüzyıl’da matbaanın icadı ile 1400-1500 yılları arasında, Arapçadan ve Eski Yunancadan birçok kitap Latinceye çevrilir. Aristoteles'in tüm kitapları, 1495 yılında basılır. Thales'in Mısır'a, İslam dünyasının da Bizans ve Hindistan'a yaptığı bilimsel amaçlı seyahatler gibi, Avrupa'dan birçok bilim adamı da İslam dünyasına gelerek bilimsel kitapları toplarlar. Bilimsel eserler, Doğu Uygarlığı’ndan Batı Uygarlığı’na doğru yönelir. Eski Yunancadan Arapçaya çevrilen bilimsel eserler yeniden Arapçadan Latinceye çevrilmeye başlanır.
Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra, doğa bilimlerinin öğretilmesi medreselerden yavaş yavaş kalkar. Bu dönemden sonra İslam anlayışındaki yetersizlik, İslam dünyasının zaman içerisinde bilim dünyasından silinip yok olmasına neden olur
|
|
|
| Ömer Hayyam Sözleri |
|
Yazar: MaSaL - 06-13-2011, Saat: 02:41 PM - Forum: Güzel Sözler
- Yorumlar (19)
|
 |
Aşk ki gerçek değilse, tutkusu olmaz. Ateşi köze döner, kokusu olmaz. Aşık olan gün, gece, ay ve yıl yanar; Güneş, ışık, rahat ve uykusu olmaz.
ÖMER HAYYAM....
|
|
|
| Yokluğun Varlığı Olan Sessizliğim; Sus Biraz! |
|
Yazar: YasSmin - 06-13-2011, Saat: 01:06 PM - Forum: Aşk (Genel)
- Yorum Yok
|
 |
Sana yaralarımdan bahsedeceğim. Her gelenin eğilip baktığı, sarmak için türlü klişeler denediği ama her seferinde daha çok kanattığı yaralarımdan… sen, en sakındığın yerlerine iğneler batmasının ne demek olduğunu bilir misin? Daha kanayacak bir yerinin kalmadığında, başkalarının giderken açtığı yaraları, kendi kendine dağlayacak gücü bulamamayı?
Sana, gidenlerin bıraktığı acılardan bahsetmeyeceğim; kalanların içimde yarattığı boşluktan bahsedeceğim. Varlığını yokluğundan alan bir boşluk içreyim. Hiçbir ayraçın ayıramadığı, birbirine geçmiş sessizliğin karşıma geçip bağırmasısın içimde. Ve ben o sessizliğe konuştukça, aslında sadece senin kabuğuna seslendiğimi anlıyorum. Duvarlarına çarpan sesim bana geri dönüyor sessizliğimin içinden. Kulaklarımı yırtıyor kaybolmuş sesim. Sesim, sessizlik olarak çarpıyor yüzüme… sessizliğim… sus biraz!
Sana, yalnızca içine düştüğünde içinde hissedebileceğin bir şeyden; “boşluk”tan bahsedeceğim. Çoğu kez kendi boşluğuma düşüp, senin boşluğunda ayağa kalkıyorum. Bir boşlukta tutunabileceğin tek şey, düştüğün boşluğun kendisidir. Yani sen şimdi gittin ya… yani ben yapayalnızım ya… senin bıraktığın yalnızlığa tutunuyorum… böyle bir şey işte boşlukta boşluğa tutunmak. Yokluğuna uzanırken boşluğuna düşmek; kendime yaslanmam oluyor en sonunda. Bir zaman sonra kendime dayanacak gücüm de kalmayacak. İşte o zaman içimdeki boşluğa düşüp, yine senin boşluğunda uyanacağım. Her gece… her gece… hep gece…
Boşluk bir sessizlik, sessizlik bir boşluktur. Ölür gibi doğar, bitmeyecek gibi ölür. Boşluk işte… geçti sanırken hep içinde oturduğun… kaçtıkça sığındığın olur zamanla. Sığındıkça da kaçtığın. Kaybedilenin bıraktığı yokluk hissidir, yokluğun kardeşidir boşluk. Giderken bana armağan ettiğindir.
Giderken kalanlarındır.
Giderken gittiğin, gelirken kaldığındır.
Beni kendime dahi merhametsiz bırakışındır. Hayatımın küçük ve kısa boşluklarında büyüyüp, hayatımın kendisi olandır.
Boşluk…içimdeki koca meydan. Koca meydanın içindekiyim. Bana o kadar çok şey verdi ki ve benden o kadar çok götürdü ki bıraktığın boşluklar; bir boşlukta kendimle tanıştım bir başka boşlukta kendimi tanıyamadım.
Bana beni aratıp, kendini bulduran yar… o kadar sıkı ki boşluğun, şimdi senin boşluğunu hiçbir boşluk kandıramayacak…
Sana unutamayanların öykülerinden bahsedeceğim. Çarpıp çıkılmış, pervazı kırık, ardına kadar açık kalmış, kilit tutmaz kapılardan… sürgüsü parçalanmış her kırık kapının eşiğinde bir “unutamayan” çömelmiştir. Unutmanın kapı eşiğinde, unutmamakla cezalandırılmış bir unutmama sürgünü… senden önce benim de kapılarım vardı; açıldığında mevsimler uğurlayan, mevsimler kucaklayan… kapılarım vardı avazları yutan, sessizliğe sunak olan… şimdi kendi sesinden ürker o kapılar. Kendisini kimin çalacağını bilmeyen kapılarım vardı benim de… sormadan girişinden sonra bir daha kimseye açılmadı. Bana bile…
Şimdi çıkarken kırdığın o kapıdan, sadece fırtınalar giriyor içeri. Kendim kapı olsam neye yarar, ne açılıyor ne kapanabiliyorum… ve kimse içimden geçmiyor…
Sana pişmanlıklardan bahsedeceğim. Suçluyken bile sana hiç uğramayan, masumken dahi benden hiç gitmeyen… Keşke’lerin ev sahibi, artçı sarsıntıların başlayışı olan pişmanlıklardan bahsedeceğim… bir uslanmazlık sunamazsa, arlanmazlığı da peşinden getiren…
Sen kendi pişmanlıklarını bile görmezden gelirken, ben pişman olduğuma pişman oluyorum her boşluğa düşüşte. Bir nedamet hırkası bu; üstümden hiç çıkartamadığım… oysaki senin ruhunun kırık hafızasını oluşturur pişmanlık. Benim geri sayım bildiğimdir pişmanlık… sende etkisiz eleman. Pişmanlık, insanın eksikliklerine ve kendi yarattığı hatalarına, yine kendisinin kestiği bir cezadır. Sen o cezayı hep ödül bildin. Her yeni pişmanlık, sende hep eski yaraları kanatırken, bugünün hesabını dünlere ödettin. Senden yarınlara, iflah olmaz bir pişmanlık kaçağı kaldı. Bana haram olan her avuntu sana helal şimdi.
Payına düşen-düşmeyen tüm avuntuları kendine yonta yonta, beni avuntusuz bir hiçlikte bıraktın. Şimdi bunca yok oluşumun ardına “sana benden bahsedeceğim” desem, dilsiz ve sessiz konuşmalarımla, yine kendimi boğarım… işte bu yüzden; yokluğun varlığı olan sessizliğim; sus biraz!
Kahraman Tazeoğlu'nun bAŞKa adlı romanından...
|
|
|
|