Namaz insanı nasıl koruma altına alır?
Günde beş vakit, düzenli bir şekilde namazını kılan bir insan günün stres ve sıkıntılarından kurtulur, ruhunu dinlendirir, kalbini istirahata çeker.
Günde beş vakit, düzenli bir şekilde namazını kılan bir insan günün stres ve sıkıntılarından kurtulur, ruhunu dinlendirir, kalbini istirahata çeker.
Çünkü insan hemen her gün o kadar sıkıntılı, ezici, bunalımlı ve boğucu olaylarla karşılaşır; o kadar problem ve dertlerle yüz yüze gelir ki, bir anda içi daralır, kalbi sıkışır, morali bozulur, dünya yaşanmaz bir hale gelir.
İşte bu esnada öğle veya ikindi namazının vakti girmiştir. Hemen gider, güzel bir abdest alır, seccadesinin başına geçer, bir an için dünyayı elinin tersiyle iterek, Yüce Yaratıcı'nın huzuruna çıkar. İçini O'na açar, O'na döker, O'na arz eder.
Çünkü daralan ve bunalan ruhunun sahibi O, sıkışan ve kırılan kalbinin sahibi O'dur.
Ruh ve kalp ancak namaz gibi böyle güzel bir kullukla nefes alır, soluklanır; bu daracık dünya hanında sonsuz bir âleme açılır, feraha, felaha ve rahata kavuşur.
Bir beden ve ruh temizliği olan namaz, aynı zamanda ruhsal bir terapi, psikolojik bir tedavi, beyinsel bir istirahattır.
***
Hepimizin yaşadığı şaşmaz bir gerçek var: Zaman geçiyor, ömür bitiyor, her gün güneşin batmasıyla hayat takviminden bir yaprak daha koparılıyor, koca bir gün daha maziye karışıyor, tarih oluyor.
İnsan âciz, insan zayıf, insan çaresiz, insan fakir ve muhtaç.
Ve insan her gün bitiyor, tükeniyor, ömrü azalıyor ve gün geçtikçe güneş gibi zevale eriyor.
Elindekiler çıkıyor, onlara sahip olamıyor, hiçbir şey yerinde durmuyor, tutsa tutamıyor, tutsa bile sürekli sahip olamıyor.
İşte bu vaziyette olan bir insan günlük işlerin tazyik ve baskısından kurtulmak, gaflet ve sersemlik veren hallerin ağırlığını üzerinden kaldırıp atmak için, fani, geçici, manasız ve bekasız şeylerden sıyrılmak için Bâki ve Ezelî bir kudretin dergâhına yönelir.
El bağlayarak divan durur. O'nun verdiği bütün nimetlere şükreder, sadece ve sadece O'ndan yardım ister, O'nun azameti ve büyüklüğü karşısında eğilir, rükûa varır.
Kendi âcizliğini ve çaresizliğini idrak edip anlar, O'nun sonsuz Cemaline ve bitmeyen Kemaline karşı bir şükranı olarak yere kapanıp hayret ve muhabbet içinde secdeye varır.
Kendi hiçliğini ve faniliğini tatlı bir tevazu ve mahviyet içinde gösterir kulluğun zirvesine çıkar.
Kimsenin önünde eğmediği başını sadece O'nun önünde eğerek, kimsenin karşısında bükmediği belini sadece O'nun önünde bükerek, kimsenin huzurunda koymadığı başını sadece O'nun huzurunda yere koyar ve secdeye varır. Bu anda insan o kadar tatlı, o kadar hoş ve o kadar lezzetli bir ânı yaşar ki, tarifi mümkün değildir.
alıntı
Günde beş vakit, düzenli bir şekilde namazını kılan bir insan günün stres ve sıkıntılarından kurtulur, ruhunu dinlendirir, kalbini istirahata çeker.
Günde beş vakit, düzenli bir şekilde namazını kılan bir insan günün stres ve sıkıntılarından kurtulur, ruhunu dinlendirir, kalbini istirahata çeker.
Çünkü insan hemen her gün o kadar sıkıntılı, ezici, bunalımlı ve boğucu olaylarla karşılaşır; o kadar problem ve dertlerle yüz yüze gelir ki, bir anda içi daralır, kalbi sıkışır, morali bozulur, dünya yaşanmaz bir hale gelir.
İşte bu esnada öğle veya ikindi namazının vakti girmiştir. Hemen gider, güzel bir abdest alır, seccadesinin başına geçer, bir an için dünyayı elinin tersiyle iterek, Yüce Yaratıcı'nın huzuruna çıkar. İçini O'na açar, O'na döker, O'na arz eder.
Çünkü daralan ve bunalan ruhunun sahibi O, sıkışan ve kırılan kalbinin sahibi O'dur.
Ruh ve kalp ancak namaz gibi böyle güzel bir kullukla nefes alır, soluklanır; bu daracık dünya hanında sonsuz bir âleme açılır, feraha, felaha ve rahata kavuşur.
Bir beden ve ruh temizliği olan namaz, aynı zamanda ruhsal bir terapi, psikolojik bir tedavi, beyinsel bir istirahattır.
***
Hepimizin yaşadığı şaşmaz bir gerçek var: Zaman geçiyor, ömür bitiyor, her gün güneşin batmasıyla hayat takviminden bir yaprak daha koparılıyor, koca bir gün daha maziye karışıyor, tarih oluyor.
İnsan âciz, insan zayıf, insan çaresiz, insan fakir ve muhtaç.
Ve insan her gün bitiyor, tükeniyor, ömrü azalıyor ve gün geçtikçe güneş gibi zevale eriyor.
Elindekiler çıkıyor, onlara sahip olamıyor, hiçbir şey yerinde durmuyor, tutsa tutamıyor, tutsa bile sürekli sahip olamıyor.
İşte bu vaziyette olan bir insan günlük işlerin tazyik ve baskısından kurtulmak, gaflet ve sersemlik veren hallerin ağırlığını üzerinden kaldırıp atmak için, fani, geçici, manasız ve bekasız şeylerden sıyrılmak için Bâki ve Ezelî bir kudretin dergâhına yönelir.
El bağlayarak divan durur. O'nun verdiği bütün nimetlere şükreder, sadece ve sadece O'ndan yardım ister, O'nun azameti ve büyüklüğü karşısında eğilir, rükûa varır.
Kendi âcizliğini ve çaresizliğini idrak edip anlar, O'nun sonsuz Cemaline ve bitmeyen Kemaline karşı bir şükranı olarak yere kapanıp hayret ve muhabbet içinde secdeye varır.
Kendi hiçliğini ve faniliğini tatlı bir tevazu ve mahviyet içinde gösterir kulluğun zirvesine çıkar.
Kimsenin önünde eğmediği başını sadece O'nun önünde eğerek, kimsenin karşısında bükmediği belini sadece O'nun önünde bükerek, kimsenin huzurunda koymadığı başını sadece O'nun huzurunda yere koyar ve secdeye varır. Bu anda insan o kadar tatlı, o kadar hoş ve o kadar lezzetli bir ânı yaşar ki, tarifi mümkün değildir.
alıntı