Neden pet şişelerde ki su, çeşme suyuna kıyasla elektrikli ısıtıcılarda daha geç kaynıyor?
Mesela 3dk’da kaynayan çeşme suyuna rağmen içme suyu 30dk’da kaynayamayabiliyor.
Bazı ısıtıcılar akımı suyun içinden geçirerek kaynamayı sağlıyor, bazıları da bir rezistans telini ısıtarak. Eğer sizin ısıtıcınız akımı suya veriyorsa o zaman suyun iletkenliği önemli. Suyun içindeki mineraller, kireç vs. iletkenliği önemli oranda değiştiriyor.
Aletin iç direncine bağlı olarak, en yüksek verim için suyun belli bir miktar direnci olması gerekir.
Suyun direnci bundan fazlaysa, akım fazla geçmediğinden ısıtma düşer. Tersine eğer azsa bu defa gerilimin büyük kısmı aletin iç direncinde olacağından yine ısıtma düşer.
Aslında üretici firmanın bu olasılığı göz önüne alıp gerekli uyarlamaları yapması gerekirdi. Bu benim tahminim, kesin bir cevap vermem zor. Rezistans kullanan ısıtıcılarda böyle bir problem yaşanmaması gerekir.
Başlangıç meridyeni neden Greenwich' tir?
Başlangıç meridyeni dünyadaki konumunuzu belirleyebilmek için gereken meridyenlerin 0 noktası olara kabul edilen ilk boylamdır.
Geçmiş zamanlarda çeşitli haritacılık çalışmaları sırasında Kudüs, ya da Paris ya da Kanarya Adaları’ndan geçen Ferro meridyenleri başlangıç meridyeni olarak kabul edilmişti.
Greenwich meridyeninin başlangıç olarak kabul edilmesiyse 1884 yılında Uluslar arası Meridyen Konferansı’nda alınan bir karar gereği olmuştur. Bu tarihten sonra başlangıç meridyeni Greenwich’teki gözlemevinin bulunduğu yer olarak kabul edilmişti.
Gözlemevi 1948-58 yılları arasında başka bir yere taşındıysa da eski bulunduğu yer 0 olarak kabul görmeye devam etti.
Bakteriler Aralarında Nasıl Haberleşiyor?
Bakterilerin aralarında haberleşebildiğinin keşfi, biz insanların bu canlılara ilişkin bakış açımızı oldukça değiştirdi. Bizim kullandığımız gibi bir "dil" yerine bakteriler çeşitli sinyal molekülleri kullanıyorlar. Bu moleküller bakteri tarafından içinde bulunduğu ortama salgılanıyor. Bakteriler sinyal moleküllerini salgılayabildikleri gibi, bu moleküllerin ortamdaki yoğunluğunu ölçebilen bir mekanizmaya da sahipler. Günümüzde bu olaya "quorum sensing" (Yeter Çoğunluğu Algılama) adı veriliyor. Çünkü bakteriler ortamdaki sinyal moleküllerinin yoğunluğunu ölçerek aslında çevrelerindeki hücre yoğunluğu hakkında bilgi edinmiş oluyorlar. Yani ortamdaki sinyal molekülü yoğunluğu onu salgılayan hücrelerin miktarıyla doğru orantılı.
Peki bunu bilmenin bir bakteri için ne gibi bir önemi olabilir?
Patojen bakterilerin hastalık yapabilmek için vücudumuzda belli bir sayıya yani hücre yoğunluğuna ulaşmaları gerekir. Bu yüzden bakteriler yeter çoğunluğu algılama mekanizmalarını kullanarak sayılarının hastalık yapmaya yeterli olup olmadığını kontrol ederler. Eğer bakteri hücreleri vücutta yeterli bir yoğunluğa ulaşmadan hastalık yapıcı etkilerini göstermeye, örneğin bir toksini salgılamaya, başlarlarsa hastalık oluşmaz ve bakteriler vücudumuzun bağışıklık sistemi tarafından rahatlıkla yok edilir. Bu yüzden yeter çoğunluğu algılama, bakterilerin eşgüdümlü çalışmalarını sağlıyor diyebiliriz.
Bu haberleşme mekanizması tarafından kontrol edilen başka bir örnek de Vibrio fischeri adlı verilen bakterilerde görülen biyolüminesans (biyoışıma). Bu bakteriler mürekkepbalığı gibi bazı denizel hayvanların vücutları içinde simbiyotik olarak yaşarlar. Bakterilerin ürettiği ışık hayvana kamufle olma gibi çeşitli yararlar sağlar. Fakat Vibrio fischeri, populasyon yoğunluğu belli bir seviyeye ulaşmadan ışık üretmez. Bu yoğunluğa ulaşılıp ulaşılmadığını da her bir bakteri hücresi "quorum sensing" sayesinde algılar.
Bakterilerin salgıladıkları bu sinyal moleküllerine otoindükleyici (otouyarıcı) adı veriliyor. Bu moleküllerin yapısı türden türe değişiyor. Böylece her türün kendine özel bir haberleşme sistemi oluyor. Fakat şunu da eklemek gerek ki, farklı bakteri türleri arasında da bu tip bir iletişim olabileceğine ilişkin kanıtlar var.
Bu haberleşme mekanizmasının bizim için önemi ne olabilir?
Hastalık yapan bakterilerin bu haberleşme sistemini bozacak ya da yok edecek yolların bulunması biz insanların bu hastalıklara karşı önemli bir kozu olacaktır. Bu şekilde tasarlanacak ilaçlar, yani antibiyotikler, örneğin bakterilerin salgıladığı sinyal moleküllerini hedef alabilir. Bu sayede bakterilerin vücuda zarar vermesi engellenmiş olur.
Bunun yanında, tam tersi bir strateji de izlenebilir. Örneğin, bu hücreden hücreye iletişim mekanizması antibiyotik üretimi için daha da aktif hale getirilebilir. Yeter çoğunluğu algılama mekanizmalarını geliştirecek yollar bularak, bakterilerin tarafından üretilen antibiyotik, enzim ya da başka biyokimyasal maddeleri çok daha fazla miktarlarda elde etmek mümkün olabilir.
Elektronik Radar Sistemiyle Yön Bulan Istakozlar
Elektronik Radar Sistemiyle Yön Bulan Istakozlar Kuzey Carolina Üniversitesi araştırmacıları tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, gözleri kapatılmasına ve yön bulmalarına yardımcı olacak her türlü imkan ortadan kaldırılmasına rağmen ıstakozların yine de yönlerini ve yerlerini tespit edebildiklerini ortaya çıkardı. Üstelik bilim adamları ıstakozların bunu elektronik radar sistemine benzer bir yöntem kullanarak yapmalarının sırrını hala çözememektedir.
Karayipler civarında yaşayan Panulirus argus türüne ait dikenli ıstakozlar üzerinde yapılan bir araştırma, bu canlıların sadece yön tayini değil, yer tayini de yapabildiklerini ortaya koydu. Buna göre dikenli ıstakozlar, hiç bilmedikleri bir yere bırakılmış olsalar da yönlerini hatta 'yerlerini' dahi bulabiliyorlar.
Araştırma Boyunca Istakozları Şaşırtmak İçin Uygulanan Yöntemler
görmemesi ve çevreyi Kuzey Carolina Üniversitesi araştırmacıları Larry C. Boles ve Kenneth J. Lohmann, ıstakozların yön bulma yeteneğini araştırmak için bir dizi deney düzenlediler. Karayip açıklarında yakalanan ıstakozlar, tekneyle yakalandıkları yerden 12–37 km uzağa götürüldü. Yolculuk sırasında ıstakozların hiçbir şey algılamamaları için bazı yöntemlere başvuruldu:
Istakozlar kısmen deniz suyuyla doldurulmuş haznelerde tutuldu, haznelerin etrafı kapatıldı ve dolambaçlı bir rota izlenerek test alanına götürüldü.
Hazneler sağa sola sallanacak şekilde iplere asıldı.
Istakozların, dünyanın doğal manyetik alanını bir pusula gibi kullanmalarının önüne geçebilmek için güçlü mıknatıslar kullanılarak, haznelerde karmaşık manyetik alanlar oluşturuldu.
Bilim adamları, bu engelleme ve şaşırtma dolu yolculuktan sonra denizde bir noktada durup ıstakozları denize bırakmaya başladılar. Gözleri özel plastik maskelerle kapatılmış olduğu halde ıstakozlar, serbest kaldıkları anda ilk yakalandıkları yerin yönünü kolaylıkla buldular. Istakozlar suya bırakılır bırakılmaz evlerinin yolunu tuttular. En önemlisi de bilim adamları ıstakozların şaşkınlık dönemi dahi geçirmediğini gözlemlediler.
Pusula Tekniği ile Açıklanamayan Yön ve Yer Tayini
Bazı araştırmacılar, canlıların yön bulma yeteneklerinde dünyanın manyetik alanından faydalandıklarını düşünüyor. Bu bilim adamları, canlıların vücudunda gizemli bir pusula bulunduğunu varsayıyorlar. Ancak ıstakozların bu yeteneğini açıklamada pusula benzetmesi de yetersiz kalıyor.
New York'taki Cornell Üniversitesi'nden nörobiyoloji ve davranış profesörü Charles Walcott: "Birçok hayvanın dünyanın manyetik alanlarını bir araç olarak kullandığını biliyoruz" diyor ve ekliyor: "Ama eğer kaybolmuşsanız bir pusula size nerede olduğunuzu söylemez." (Lobsters Navigate by Magnetism, Study Says, 6 Ocak 2003)
Araştırmacı Boles ise, ıstakozlardaki yeteneğin üstünlüğünü şöyle vurguluyor:
"Bu test kesinlikle birçok hayvanın geçemediği bir testtir. Testi geçebilmeleri, bir şekilde, bulundukları noktayı an an bildiklerini gösteriyor. İçlerinde bir şey bulunuyor olmalı."
Böylece deneyde kullanılan ıstakozların, vücutlarında bir tür harita oluşturdukları ve kalkış noktasından itibaren koordinat takibi yapabildikleri ortaya çıkmıştır. Bilim adamlarının çözemediği bu mekanizma, bir yolcu uçağındaki elektronik radar sistemleri gibi çalışıyor.
Bilim adamlarını en çok şaşırtan nokta ise, bu mükemmel sistemle donatılmış olan ıstakozun nispeten kompleks olmayan bir sinir sistemine sahip olması. Boles bu konuda şunları söylüyor:
"Burada asıl büyük konu, omurgasızların nispeten basit sinir sistemlerine sahip olmaları. Çoğu kişi böyle bir işi yapmak için gereken zihinsel kapasitelerinin olmayabileceğini düşünüyor."
Bilimin Cevaplayamadığı Sorular
Şimdi kendinize şu soruyu sorun ve düşünün:
Büyük bir çölde bulunduğunuzu farz edin. Bulunduğunuz noktadan bir arabaya bindirildiğinizi, gözünüz ve kulağınız kapalı olduğu halde ve özellikle dolambaçlı yollar seçilerek, 200 kilometre uzağa götürülüp bırakıldığınızı düşünün. İlk bulunduğunuz yere dönebilir misiniz? Elbette, hayır! Istakozların tam olarak başardıkları işte budur.
Araştırma sonunda istedikleri cevaba ulaşacaklarını düşünen bilim adamları, ıstakozların bu başarılı yön ve yer belirleme yetenekleri karşısında cevaplayamadıkları pek çok farklı soru ile karşılaşmışlardır:
Istakozlar gözleri kapalı olduğu halde 37 kilometrelik yolculuk boyunca doğru izi nasıl takip edebilmişlerdir?
Bu canlının küçücük beyninde bu kadar geniş bir alanın haritası nasıl oluşabilir?
Istakoz dünyanın manyetik alanını nasıl algılamaktadır?
Etrafını görmesi engellendiği ve şaşırtıldığı halde elektromanyetik alandaki bilgileri bedeninde nasıl olup da yorumlamaktadır?
Bu özel yön bulma sistemi ıstakozda nasıl ortaya çıkmıştır?
En basit bir pusulayı ele aldığımızda, bunun bile özel olarak tasarlandığı açıktır. Pusuladaki iğne, özel olarak işaretlenmiş yönler, cam kaplı muhafazası bu aletin özellikle yön bulmak için tasarlanmış olduğunu göstermektedir. Istakozların bedenindeki bu özel sistemin bir pusulayla kıyas kabul etmez derecede üstün olduğu açıktır. Tüm bunlar ıstakozdaki sistemin özel olarak yaratıldığını ortaya koymaktadır. Allah ıstakozu yaratmış ve onu bu özel sistemle donatmıştır. Yüce Allah tüm canlıları yaratandır ve O, kusursuzca var edendir. Bir ayette şu şekilde buyrulmaktadır:
"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 4)
Istakozların İlginç Savunma Taktiği
Panulirus cinsi ıstakozlar oldukça ilginç bir savunma sistemine sahiptirler. Bu ıstakozlar ancak telli çalgılardan çıkarılabilecek rahatsız edici bir sürtünme sesini kesik kesik çıkartır ve bu sayede düşmanlarını kaçırırlar.
Bu kabuklu hayvanların gözlerinin altında, mikroskobik çiziklerle kaplı olan ve eğilip bükülebilen antenler bulunmaktadır. Panulirus ıstakozları antenlerindeki bu çizikleri içiçe geçirip sürtmeye başladıkları zaman keman yaylarının birbirine sürtünmesiyle oluşan rahatsız edici sesin bir benzerini çıkarabilmektedirler.
Panulirus argus türü ıstakozlar genellikle Atlantik Okyanusu'nun batısında Brezilya ile Bermuda arasında bulunuyorlar. Bazıları göçmen olan bu canlılar, çoğu günlerini mercan kayalıklarının içinde geçiriyor.
Kuyruklu yıldızların niçin kuyrukları vardır?
Kuyruklu yıldızların diğer gökcisimlerinden farklı ve gizemli şekilleri, aniden ortaya çıkıp bir süre sonra yok olmaları, onların tarih boyunca insanlar tarafından Tanrıların habercileri olarak algılanmalarına yol açmıştır. Onların ölüm ve felaket habercileri olduklarına, kuraklık, sel, açlık gibi büyük doğal afetlerin ve salgın hastalıkların hatta her iki dünya savaşının da o sıralarda görülen kuyruklu yıldızlardan kaynaklandığına inanılmıştır. Milattan önce 43 yılında Sezar'ın ölümünden sonra çok parlak bir kuyruklu yıldız görüldü ve onun Roma imparatorunun göğe yükselen ruhu olduğuna inanıldı. Böylece kuyruklu yıldızlardan ünlü kişilerin ölüm haberlerini almak gibi bir boş inanç daha yerleşti.
Bilim insanları Güneş sistemimizden çok uzakta ama yine Güneş çekimine bağlı olarak bir yörüngede dönen, her birinin kütlesi ve boyutu dünyamızdan çok az olan kirli kar topu şeklinde milyarlarca kuyruklu yıldız olduğuna inanıyorlar.
Bu görüşe göre başlangıçta görkemli kuyrukları olmayan bu gök cisimlerinden bazıları sistem içindeki karşılıklı çekim güçleri nedeni ile Güneş'e doğru hareket etmeye başlıyorlar.
Güneş'e yaklaştıkça, dış katmanlarında donmuş halde bulunan uçucu gazlar (karbondioksit, su, metan amonyum, vb.) hızla buharlaşmaya başlıyor. Güneş'e yaklaştıkça cismin etrafını gaz bulutu olarak sarıyorlar.
Güneş yüzeyinde devamlı patlamalar olduğundan ve uzaya büyük hızlarla gaz bulutları fırlatıldığından, cisim Güneş'e iyice yaklaştığında bunların etki alanına giriyor ve etrafındaki gaz bulutu Güneş'in tersi yöne doğru savrularak bir kuyruk görünümünü oluşturuyor. Bu nedenle kuyruklu yıldızların kuyruklarının yönleri hep Güneş yönünün ters tarafındadır.
Kuyruklu yıldızın kuyruğunun parlaklığına Güneş ışınlarının, gaz bulutu ve parçacıklardan yansımaları neden olur. Aslında büyüklüklerine bağlı olarak kuyruklu yıldızlar kuyruklarından sürekli madde kaybederler. Sonunda gök taşları haline gelen kuyruklu yıldız kalıntıları, dünya yakınından geçerken bize akan yıldız yağmurları olarak görünürler.
Eğer dünyamız bir kuyruklu yıldızın kuyruğu içinden geçerse ne olur? Bu, korkulacak bir şey değildir. Çünkü kuyruklu yıldızların kuyrukları yoğun değildir ve dünyanın bu kuyruk içinden geçmesi ona hiçbir şekilde etkide bulunmaz. Nitekim Halley kuyruklu yıldızı 1910'da geldiğinde, Dünya onun kuyruğunun içinden geçmişti ve bunun yeryüzüne bir zararı olmamıştı. Zamanımızda kuyruklu yıldızların normal gök cisimleri oldukları biliniyor. Bunlar çok büyük hacimli kuyruklarından dolayı korkutucu görünen aslında küçük ve hafif cisimlerdir. 12. yüzyılın ortalarından itibaren bilimin bunların yapılan ve ne olduklarını çözmeye başlamasından sonra halkın peşin hükümleri ve korkuları kaybolmaya başlamıştır.
Yunuslar Nasıl Uyur?
Yunus balıkları beyinlerinin bir yarısını ve aynı anda zıt yöndeki gözlerini kapatarak uyurlar. Beynin geri kalanı uyanık kalırken diğer gözde yırtıcı hayvanları gözetler.
Yunuslar su içmezler, su ihtiyaçlarını yedikleri balık ve kalamar gibi canlılardan alırlar,
Yunusların diş sayıları 260'ı bulur, buna rağmen balıkları çiğnemeden bütün olarak yutarlar, bunca diş sadece avı kavramak içindir.
@ işareti ne anlama geliyor biliyor musunuz?
Hemen her gün e-posta yazarken veya e-posta adresimizi birilerine verirken bu işareti kullanıyoruz. Peki ama @ işaretinin gerçek anlamını ve nereden geldiğini biliyor musunuz? Bu işaret 473 yıl önce, günümüzde ki anlamı ve kullanımından çok farklı bir amaca hizmet ediyordu.
@ işaretinin bilinen ilk kullanımına 4 Mayıs 1536 yılına Francesco Lapi adlı Floransalı bir tüccarın yazdığı bir mektupta rastlandı. Lapi yazdığı mektubunda İspanya'daki şarap fiyatlarından bahsederken @ işaretini kullanmıştı. O zamanlarda, bir fıçının 13'te birine karşılık gelen, ticari bir ölçü biri olarak kullanılan @, daha sonra daktilolara da girdi. Zaman için kullanımı değişen işaret bir süre sonra belli bir ürünün birim fiyatını belirtmek için kullanılmaya başlandı. Yani insanlar artık "tanesi 5 liradan 10 ürün" gibi bir tanım kullanmak yerine "10 ürün @ 5 lira" demeye başladılar.
1971 yılında Ray Tomlinson ise bu işaretin, e-posta sunucularındaki kullanıcıları tanımlamak için uygun olduğuna karar verdi. O tarihten itibarense @ artık bugünkü şekilde e-postalardaki kullanım şeklinde kavuşmuş oldu.
İkizlerin DNA'ları %100 aynı olduğu halde, dış etkenlerin de aynı olduğu durumlarda neden kişilikleri farklılık göstermektedir?
Öncelikle sorunuzdaki ikizlerin “tek yumurta ikizleri” olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Tek yumurta ikizlerinde, tek bir yumurta döllendikten sonra tek bir zigot oluşturuyor. Bu zigot ise ikiye ayrılarak iki farklı embriyoya salık veriyor. Bu nedenle de bu iki embriyonun genetik bilgileri birbirleriyle tamamen aynı oluyor. Ancak eğer ki bahsettiklerimiz “ayrı yumurta ikizleri” ise, farklı iki yumurtanın rahme aynı anda tutunmasından söz ediyoruz ki, bu durumda ikizler farklı cinsiyetlerde olabilecekleri gibi, genetik şifreleri aynı olmuyor.
Tek Yumurta İkizleri
Sorunuzu tek yumurta ikizleri için mercek altına alalım. Davranışçı ekole bağlı psikologlar, psikolojiyi “geçmiş deneyimler” olarak tanımlıyor. Yani, geçmiş deneyimlerimizin bugünkü davranışlarımız üzerindeki etkisi bu denli büyük. Eğer ki, tek yumurta ikizlerinin doğdukları saatten itibaren birbiriyle tamamen aynı mekânlarda büyüdüklerini, ebeveynlerinden aynı tepkileri ve ilgiyi gördüklerini, aynı okullara gidip, aynı sosyal çevrelere girdiklerini ve bu sosyal çevrelerde insanlarla aynı ilişki şekilleri kurup, aynı yanıtları aldıklarını var saydığımız ütopik bir kurgu yaratacak olursak, aynı kişilik özelliklerini göstermelerini beklememiz de kaçınılmaz olacaktır.
Ancak, bu ikizler her ne kadar aynı sosyal çevrelerde büyüyor bile olsalar, insanlarla ilişkileri farklılık gösterebiliyor. Ve yaşadıkları her farklı deneyim, onların hayata karşı algılarını, olaylara kattıkları yorumu değiştiriyor. Örneğin, bir tanesi okulda yardım ettiği bir arkadaşından şans eseri olumsuz bir tepki almışsa, bu deneyim onun bir sonraki davranışlarını da kardeşininkilerden daha farklı bir yöne itebiliyor.
Tüm bu etkileşimler ise onların birbirlerinden farklı kişilik özellikleri geliştirmelerini tetikliyor.