| Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
| Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 286 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 282 Ziyaretçi Applebot, Baidu, Bing, GoogleBot
|
| Son Aktiviteler |
Batılı, Hurafeyi Atalarım...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-24-2025, Saat: 10:36 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 12
|
Allah’a Şirk Koşarak Yaşa...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-21-2025, Saat: 09:37 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 27
|
Rabbinden Sana Vahyedilen...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-20-2025, Saat: 04:17 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 20
|
Araf Suresi 157. Ayet. On...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-18-2025, Saat: 12:06 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 29
|
İnancını Bu Dünyada Sorgu...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-16-2025, Saat: 03:19 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 29
|
Bizler İnatla, Atalarımız...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-15-2025, Saat: 05:11 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 25
|
Atatürk'ün Çocukluk Anıla...
Forum: Hayatı ve Anıları
Son Yorum: Serdar102
11-15-2025, Saat: 02:39 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 33
|
Ali İmran 78 -79. Ayetler...
Forum: İslam
Son Yorum: halukgta
11-14-2025, Saat: 03:50 PM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 26
|
Günün Şiiri
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 10:13 AM
» Yorumlar: 9
» Okunma: 2,340
|
Adı Bende Saklı Sevgili.
Forum: Şiirler
Son Yorum: by-göçmenoğlu
11-14-2025, Saat: 09:41 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 33
|
|
|
| Unutkanlıkla Başa Çıkabilirsiniz |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:51 PM - Forum: Sağlık
- Yorum Yok
|
 |
[INDENT] [SIZE=4]Unutkanlıkla Başa Çıkabilirsiniz
Daha İyi Hatırlamak İçin Neler Yapabilirsiniz?
Eğer daha sağlam daha güçlü bir bellekle yaşamınızı sürdürmek istiyorsanız önerilerimizi dikkate almalısınız.belleği korumak, geliştirmekten daha kolay ve güvenlidir.
DİKKAT GÖSTERİN
en basit ve en unutulan bellek yardımıdır.Çok basit bir kuralı en az üç kez hatırlayın.Odaklanın, odaklanın, odaklanın. Eğer bir şey gerçekten belleğinize girmezse onu hatırlamanız imkansızdır.Önemli bir bilgiyle karşılaştığınızda elinizdekini bırakın ve sadece ona odaklanın.
HER ŞEYİ HATIRLAMAYA ÇALIŞMAYIN
İnsanoğlu telefon rehberini, adres defterini, bilgisayar dosyalarını,kalemi, post-itleri keşfetmiş.Bunların hepsini hatırlamak için kullanın.
PLANLAYIN
Zamanınızı iyi değerlendirmek yapacağınız işleri zamanında ve unutmadan yapmak istiyorsanız işlerinizi de zamanınızı da iyi planlayın.İşyerinde duvara , evinizde mutfağınıza ya da çalışma masanızın yanına asacağınız bir takvimden yaşamınızı ve işinizi planlama konusunda yaralanın.Planlamanın hatırlatıcı etkisini unutmayın.
LİSTE YAPIN
Gün boyu tamamlamayı düşündüğünüz işler için bir görev listesi oluşturun. Strese girmeden, gününüzü iyi planlayarak bu görev listesini tamamlamaya gayret edin.
ÖZETLEYİN
Yeni öğrendikleriniz ve karşılaştıklarınızla ilgili kısa notlar alıp bu bilgileri yeniden kullanmak üzere kayıt tutmaya , dosyalamaya ve saklamaya özen gösterin.Not almak, özetle yapıp muhafaza etmek yeni bilgileri belleğimize kaydetmeyi de kolaylaştırır.
POST-İT KULLANIN
Post-it kullanmak görsel hafızanın en önemli destekleyicilerindendir.Bu alışkanlığı edinmek belleğiniz için uyarıcı ve destekleyicidir.
EŞYALARIN YERİNİ DEÄžİŞTİRMEYİN
Belirli eşyalarınızı belirli yerlere koyma alışkanlığı edinin.
ALIŞKANLIK EDİNİN
Belirli zamanlarda, belirli yerlerde, belirli kişlerle aynı işleri yapma alışkanlığı belleği geliştirir, korur, bellek hatalarını asgariye indirir.
ZİHNİNİZİ İTİN
Düzenli fiziksel egzersizler size bellek takviyesi yapabilir.Düzenli aerobik egzersiz yapanların yapmayanlara göre bellek testinde daha başarılı oldukları görülmüştür.Aerobik egzersizler beyinde oksijen verimliliğini artırır.
STRESİNİZİ SINIRLAYIN
Yoğun stres yükü altındaysanız bellek bundan rahatsız olur.
YERİNCE UYUYUN
Düzenli uyku vücudu yeniden şarj eder, alarmda tutar, ayrıntılara dikkatinizi yoğunlaştırır. Uyku eksikliği bellek sorunlarının başlıca sebeplerdendir.Uykusuzluk konsantrasyon güçlüğüne de yol açar.
UYKU HAPLARINDAN UZAK DURUN DEPRESYONU UNUTMAYIN
depresyon unutturur. Depresyon belirtilerini öğrenin.Erken tanı için doktora başvurun.
MİNERAL VE VİTAMİN DESTEÄžİ ALIN
B elleğiniz için dengeli, meyve sebze içeren, sağlıklı bir diyetten daha iyi hiçbir şey olamaz Başta bor ve çinko olmak üzere birçok mineral belleği yeniler.Yapılan birçok araştırma bunu ispatlamaktadır.Borun en iyi kaynakları kuru erik, kuru üzüm, hurma ve fındıktır.Yeterince E vitamini, C vitamini, B1,B6, B12 vitamini aldığınızdan emin değilseniz bu vitaminleri içeren destekleri kullanmalısınız.
KAHVEYİ VE ALKOLÜ KESİN
Kafein kanıtlanmış bir bellek katilidir.Gün içinde birden fazla kahve konsantrasyonu azaltır.Sizi uyanık tutar fakat uykunuzu enkaz haline getireceği için hatırlamanızı zorlaştırır.Alkolün bir kadehi bile beyin hücrelerinin çalışma kabiliyetini azaltır.Uzun süre alkol alanların beyin hücreleri tamamen ölür.
AŞIRI YEMEYİN- SİGARAYI TERK EDİN
Tütün antioksidan savunma yeteneğinin en önemli unsurlarından C vitaminini azaltarak ve damarsal sorunlara yol açıp beynin beslenmesini bozarak belleği tahrip eder. TEMİZ
HAVA ALIN. İLAÇLARA DİKKAT EDİN
Özellikle beyne etki eden ilaçların bellek gücünde belirgin azalmaya sebep olabileceğini unutmayın.
ILIMLI EGZERSİZLER YAPIN
DOÄžRU BESLENME BELLEÄžE GÜÇ VERİR!
Daha sağlam, daha güçlü ve daha dayanıklı bir bellek yeteneği beslenme alışkanlıklarımızla yakın ilişkidedir. Antioksidan meyveleri bol bol tüketin. Her gün en az beş porsiyon sebze ve meyve yiyin.Kuru siyah erik, kuru siyah üzüm, böğürtlen, çilek , pancar, brüksel lahanası, ıspanak ,brokkoli, kivi, kızılcık, kırmızı biber, portakal,avakado, soğan Kan şekerini hızla ve aşırı derecede yükselten besinlerden uzak durun.Haşlanmış patates, corn flakes, dondurma, haşlanmış mısır, tahıl gevrekleri, beyaz ekmek, kızarmış patates, pirinç Düzenli kahvaltı yapın. Sirke , limon suyu ve baharat kullanın. İşlenmiş besinlerden , yapay tatlandırıcılardan uzak durun. Düzenli balık tüketim. Omega-3 içeren besinleri daha çok tüketin.Semizotu, balık eti, avakado, kanola yağı, ceviz Omega-6 içeren besinleri azaltın.Ayçiçek yağı, kırmızı et, yağda kızartmalar, dondurma, tereyağı, margarin, mayonez, patlamış mısır Daha az yağ tüketin. Toplam günlük kalori tüketiminizi azaltın Stres altındayken yemek yemeyin.Gece yemek yemekten kaçının. Zeytinyağını , kanola yağını tercih edin. Bol, bol su için. [/SIZE] [/INDENT]
|
|
|
| Çocuklarda Özgüven Gelişimi |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:49 PM - Forum: Anne ve Bebek
- Yorum Yok
|
 |
Çocuklarda özgüven gelişimi hayat boyu taşıyacakları bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Bu amaçla daha çocuk yaşlarda özgüven olgusu kazandırılmalıdır. Bunun için dikkat edilecek birkaç yöntem:
1- Var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu onlara hissettirin.
Onlara olan sevginizin başarı ya da başarısızlıklarına bağlı olmadığını, var olmalarının sizin için ne kadar önemli olduğunu ve ne olursa olsun onları daima seveceğinizi söyleyin.
2- Kendilerine olan özgüvenlerinde sarsıntı gördüğünüz an harekete geçin.
Unutmayın kendine özgüven duymak kendini beğenmişlik ya da kibirlilik demek değildir. Özgüven sadece olduğu gibi kabul edilmiş olmanın verdiği kendini rahat, iyi ve güvenlik içinde hissetmektir. Başarısı ile şımaran, kibirli davranışlar gösteren çocuğun kendisine olan özgüveni yok ya da düşük demektir.
3- Çocuğunuza gerçek özgüveni sağlamasında yardımcı olun.
Çocuğunuzun zayıf yanlarını görmezlikten gelmeyin, dürüst olun, ama onları eleştirmeyin. Çocuklar kendilerindeki eksiklikleri ve kusurları kabullenmelidir. Bunun yanı sıra iyi ve kuvvetli oldukları yanları ile gurur duyabilmelidirler.
4- Çocuğunuza kendisine has yeteneklerini ortaya çıkarmasında yardımcı olun.
Çocuklar birbirlerinden farklıdır. Her çocuğun farklı özellikleri ve yetenekleri vardır. Hepsinin başarılı olduğu alanlar değişiktir. Çocuklarınıza kendi ilgi alanları ve yetenekleri doğrultusunda faaliyetlere katılma imkanı sağlayarak onların araştırmaları ve yeni şeyler keşfetmeleri için destekleyin. Böylece kendilerinde var olan yeteneklerin ortaya çıkmasını sağlayarak kendilerine özgüven duymalarını sağlamış olursunuz.
5- Yaptıkları ve ilgilendikleri şeylerin sizin için önemli ve değerli olduğunu gösterin.
Katıldıkları faaliyetleri ve ilgilendikleri şeyleri sorun, okulda katıldıkları faaliyetlerin gösterilerine gidin. İlgilendiği şeylerle ilgili okuduğunuz bir yazı ya da resmi onunla paylaşın. Çocuklara eğlenceli veya yararlı olan etkinlikleri önerin. Fakat onu ön yargılı davranmaya zorlarsanız, çocuk kendisinin yeterince iyi olmadığı mesajını alacaktır.
6- Evinizde herkesin birbirine güveneceği bir ortam oluşturun.
Duygularını, düşüncelerini, sevgisini, başarı ya da başarısızlıklarını, hayal kırıklıklarını aile fertleriyle rahatça paylaşabilen çocuklar özgüvenli olurlar. "Söylediğin kadar da kötü değilmiş" ya da "Geçer canım merak etme" şeklinde cevap verme yerine, onların duygu ve düşüncelerini ciddiye alın.
7- Çocuğunuza kendi davranışlarınızla örnek olduğunuzu unutmayın.
Çocuklarınıza, onlarda görmek istemediğiniz davranışlarda bulunmayın. Unutmayın çocuklar size sizin onlara davrandığınız gibi davranacaklardır. Sinirlenip onlara bağırdığınızda bunu şiddet olarak değerlendirecektir. Kendisi de kızdığında bağırmanın fiziksel veya sözel şiddet uygulamanın normal olduğu düşünecek kendi ilişkilerinde de bu yolu tercih edecektir.
8- Beklentileriniz çoğunuzun seviyesinde olsun, onu aşacak beklentilerden kaçının.
Her çocuğun farklı yapabilme kapasitesi ve seviyesi vardır. Çocuğunuzun bir şeyi yapamayacağını bildiğiniz halde bunu ondan bekleyip sonunda hayal kırıklığı yaratmayın. Ulaşabilecekleri hedefler amaçlayıp başarılı olmalarını sağlayın.
9- Çocuklarınıza sorumluluklar verin.
Kendisine güvenilip sorumluluk verilen çocuklar kendilerini yararlı ve önemli hissederler.
10- Sadece çok özel yetenek ya da başarılarına değil her şeyine değer verdiğinizi ve takdir ettiğinizi belirtin.
Küçük bile olsa yaptığı güzel birşey ya da davranışı için onu övün ve bunun ne kadar önemli olduğunu belirtin. Ama anne babanın en önemli etkileme aracının, çocuklarıyla olan ilişkisi olduğunu her zaman hatırlayın. Çocuğunuza değer veren bir ilişki, doğal olarak onun özgüvenini artırır. Koşullu sevgi çocuklarda korkular, bağımlılıklar ve özgüven sorunları doğurur. Kişi ve davranışı birbirinden farklıdır. Bir çocuğun kişiliğini onun davranışıyla karıştırmayın. Çocuklarınızı yaptıkları şeyler yüzünden değil, kendileri oldukları için sevdiğinizi belli edin.
11- Ne yaparlarsa yapsınlar onlara sevgi ile emniyette olduklarını hissettirin.
Çocuklarınızı disipline edin ama bunu hiç bir zaman sinirle ve katı kurallarla yapmayın. Onları disipline etmeniz katı kurallarla katı cezalar verme şeklinde olmasın. Çocuklar adaletsiz davrandığınızda bunu çok iyi bilirler. Onların güvenini sarsmayın.
12- Birlikte vakit geçirin.
Ortak yapacağınız faaliyetler bulup birlikte zaman geçirin.
13- Onların özgüvenlerini sağlayacak sözlerde bulunun.
"Yardımların çok işime yaradı, teşekkür ederim" ya da "Bak bu aklıma gelmemişti bu konudaki fikrini çok beğendim" gibi sözlerle onların katkılarına değer verdiğinizi gösterin.
14- Çocuğunuzla ilgili problemleri onu suçlamadan ya da onun karakterini eleştirmeden tartışın.
Çocuklar kendileri ile ilgili problemlerde kendilerine saldırılıp eleştirilmeden konuşulduğunda bu problemi çözmek için çaba sarf ederler. Onun karakterine değil, yaptığı şeye hitap ederek konuşun. Kontrollerini kaybederek çocuklarını eleştiren anne baba, kontrolü çocuklara vermiş olur. Örneğin, 4 yaşındaki çocuğunuz oyuncağını yatmakta olan kardeşinin yatağına fırlattığı için sinirlisiniz. "Sen kötü bir çocuksun!" ya da "Yapma!" yerine, "Sen oyuncaklarını attığında kendimi sinirli hissediyorum. Ona gerçekten zarar verebilirdin" diyebilirsiniz. Buradaki mesaj, duygularınızın onun çocuk dünyasına değil onun belirli davranışlarına yönelik olduğudur.
|
|
|
| Atatürkün Devlet İdaresiyle İlgili Görüşleri |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:44 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk
- Yorum Yok
|
 |
[INDENT] İnsanlar daima yüksek, temiz ve mukaddes hedeflere yürümelidirler. Bu hareket şeklidir ki insan olanın vicdanını, dimağını ve bütün insanî kavramını tatmin eder. Bu şekilde yürüyenler, ne kadar büyük fedakârlık yaparlarsa, yükselirler ve bu hareket şekli mutlaka açık olur........... 1926
Çünkü alnı açık, dimağı açık, kalb ve vicdanı açık insanlar tarafından idare olunabilen toplumlar ancak bu mânada hareketlerin izleyicisiolabilirler.Fikirlerini, duygularını ve teşebbüslerini gizli tutanlar, gizli vasıtalar uygulamaya girişenler mutlaka utanma ve sıkılmayı gerektiren, akıl ve mantığın haricinde
hareket edenler olabilirler. Bu gibi işlere girişenlerin sonu ergeç acıdır. ..................1926
Bizim yüzümüz, her zaman temiz ve pâk idi ve daima temiz ve pâk kalacaktır. Yüzü çirkin, vicdanı çirkinliklerle dolu olanlar, bizim vatansevercesine vicdanlıca ve namusluca hareketlerimizi küçük ve çirkin ihtirasları yüzünden, çirkin göstermeye kalkışanlardır.... 1927
YEMİN MUKADDES BİR SÖZLEŞME DEMEKTİR.NAMUS SAHİBİ OLAN BİR KİMSE VERDİÄžİ SÖZDEN DÖNMEZ........1919
Asla hatırdan çıkarmamalısınız: Bizim en büyük kuvvetimizi, bugün de, yarın da dürüst, açık bir siyaset ve sözlerimize bağlılık teşkil edecektir. 1915
Mesuliyet yükü herşeyden, ölümden de ağırdır....... 1915
Hakikati konuşmaktan korkmayınız. ........1918
Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketimizin hesabını verebilecek bir vaziyette bulunmak lâzımdır. ........1930
Yapmamıza imkân hasıl olan işleri yapmazsak, tarih bizi tenkit eder. 1928
Millî egemenlik esası üzerinde idare edilen medeni devletlerde, kabul edilmiş ve fiilen geçerli bulunan esas; milletin genel isteklerini en çok temsil eden ve bu isteklerin bağlı olduğu menfaat ve gerekleri, en yüksek kudretle ve selâhiyetle
yapabilecek siyasî grubun, devlet işlerinin idaresini üzerine alması ve bu mesuliyeti en yüksek liderinin omuzuna bırakması prensibinden ibarettir. ...1927
Zaten bu şartları kazanamayan bir hükûmet vazife yapamaz. Hükûmetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükûmet yapmak ve onu partinin birinci liderlerini emir ve öğütleriyle yürütmeye kalkışmak fikri, elbette doğru değildirBunun feci neticeleri
bilhassa Osmanlı Devletinin son günlerinde görülmüştür. İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükûmetlerinden, millete gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir? 1927
Mecliste, hâkim olan partinin, hükûmet kurmayı, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye terk etmesi ise asla sözkonusu olamaz. ................1927
Kaideten ve usulen milletin ekseriyetini temsil eden ve özel amacı belli olan parti, hükûmeti kurma mesuliyetini üzerine alır ve kendi amaç ve prensiplerini memlekette uygular. ....1927
BİZİM TELAKKİMİZE GÖRE,SİYASİ KUVVET,MİLLİ İRADE VE EGEMENLİK,MİLLETİN BÜTÜN HALİNDE MÜŞTEREK ŞAHSİYETİE AİTTİR,BİRDİR.TAKSİM EDİLEMEZ,AYRILAMAZ,BAŞKASINA BIRAKILAMAZ.. 1930
İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez; millet ve devlet şeref ve bağımsızlığı temin edilemez. ...1927
İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk milleti, Türkiye'nin gelecek çocukları, bunu, bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar. .......1927
BİR HÜKÜMET İYİ MİDİR,FENA MIDIR ? HANGİ HÜKÜMETİN İYİ VEYA OLDUÄžUNU ANLAMAK İÇİN " HÜKÜMETTEN GAYE NEDİR " BUNU DÜŞÜNMEK LAZIMDIR.HÜKÜMETİN İKİ HEDEFİ VARDIR.BİRİ MİLLETİN KORUNMASI,İKİNCİSİ MİLLETİN REFAHINI TEMİN ETMEK.BU İKİ ŞEYİ TEMİN EDEN HÜKÜMET İYİ,EDEMEYEN FENADIR.... 1923
Gerçi asıl olan millettir. Toplumdur. Onun da umumî iradesi, Mecliste belirir; bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardır. Meclis, memleket ve devlet işlerini fertlerle, şahıslarla yapmaktadır. Her devletin işlerini yöneten şahıs ve şahıslar meydandadır. Hakikati, mânasız görüşlerle inkâra yer yoktur. 1922
BENİM İSTEDİÄžİM SADECE MEMLEKET İŞLERİNİN BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE AÇIKÇA MÜNAKAŞA EDİLMESİDİR.BÜYÜK MİLLET MECLİSİNDE TÜRK MİLLETİNİN GÖZÜ ÖNÜNDE AÇIKÇA KONUŞULAMAYACAK HİÇ BİR İŞ YOKTUR..1930
MİLLETE EFENDİLİK YOKTUR.HİZMET ETME VARDIR.BU MİLLETE HİZMET EDEN ONUN EFENDİSİ OLUR. 1921
YAPMAK İKTİDARINDA OLMADIÄžIMI İŞLERİ,UYUŞTURUCU,OYALAYICI,SÖZLERLE YAPARIZ DİYEREK MİLLETE KARŞI GÜNDELİK SİYASET TAKİP ETMEK PRENSİBİMİZ DEÄžİLDİR...1931
MEMELEKET İŞLERİNDE ,MİLLET İŞLERİNDE,HAKİKİ İŞLERDE DUYGULARA,HATIRA,DOSTLUÄžA BAKILMAZ ...1922
MEMLEKET DAYANIŞMA İSTEYEN BİR BİRLİÄžE MUHTAÇTIR.ALELADE POLİTİKACILIKLA MİLLETİ PARÇALAMAK,HIYANETTİR...1925
Milleti idarede prensibimiz, milletin müşterek ve umumî fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin hakikî ve ciddi olabilmesi, milletin maddî ve manevî ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır. ..1925
Milleti, aklımızın ermediği, yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz. Millete, âdi politikacılar gibi yalancı vaadlerde bulunmaktan nefret ederiz.... 1925
Millet tarafından, millet adına, devleti idareye yetkili kılınanlar için, gerektiği zaman, millete hesap vermek, mecburiyeti, lâubalilik ve keyfî hareketle uzlaşamaz. ....1930
Ben düşündüklerimi önce milletimin arzusunda, ihtiyaç ve iradesinde görmeyi şart sayan ve bunu gördükten sonra ancak, uygulaması ile kendimi vazifeli bilen bir adamım. ..1923
Bu memlekette çalışmak isteyenler, bu memleketi idare etmek isteyenler memleketin içine girmeli, bu milletle aynı şartlar içinde yaşamalı ki ne yapmak lâzım geleceğini ciddi surette hissedebilsinler. ..1923
Her ne suretle olsun, hizmet edenler milletten büyük mükâfatlar bekliyorlarsa katiyen doğru bir harekette bulunmuş olmazlar. Milletten çok şey istememeliyiz. Hizmet edenler, namus vazifelerini yerine getirmiş olmaktan başka bir şey yapmamışlardır. ..1923
Cumhuriyetçi ve milliyetçi olmakla beraber partimiz programından başka bir programla ve partili olmanın tabiî kayıtları dışında serbest çalışacak samimî yurttaşların millet kürsüsünden yapacakları tenkitler ve söyleyecekleri düşüncelerle millî çalışmanın kuvvetleneceği kanaatinde bulunuyoruz....1935
Büyük Millet Meclisinde ve millet karşısında millet işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyet sahibi kişilerin ve partilerin özel görüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir.... 1930
Memnuniyetle görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Bundan ötürü Büyük Mecliste aynı temele dayanan yeni bir partinin faaliyete geçerek millet işlerini serbest münakaşa etmesini cumhuriyetinin esaslarından sayarım.... 1930
Artık, bugün demokrasi fikri, daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükûmetlerin, bu denizde boğulduğunu görmüştür. ..1930
[/INDENT]
|
|
|
| Ata'nın Çizdiği Türkiye Haritası Bugünkü Türkiye Sınırları |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:43 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk
- Yorum Yok
|
 |
1907 yılında Mustafa Kemal arkadaşlarıyla birlikte, ülke sorunlarını konuştuğu bir toplantıda kendisinin çizmiş olduğu ilginç bir harita çıkartır. Orada bulunanların anlattıklarına göre haritanın, Osmanlı İmparatorluğu'nun o zamanki sınırları ile hiç bir ilgisi yoktu. O zaman hiç bir anlam verilemeyen bu harita, şimdiki Türkiye Cumhuriyeti'nin Haritası idi.
Haritada bugünkü sınırlarımıza uymayan sadece küçük bir fark vardı: Atatürk'ün bizden ayrılmasını istemediği ve bir türlü razı olmadığı Kerkük'ü de Türkiye topraklarına katmıştı. Daha sonraları Kurtuluş Savaşı kazanılınca, İsviçre'de yapılan Lozan Antlaşması ile Türkiye Kerkük'ten çıkan petrol hakkını satmak zorunda kalmıştır.
Mustafa Kemal geleceği bilme gücüne sahip olmasaydı bu haritayı çizebilmesi mümkün değildi. Haritanın çiziliş tarihi olan 1907 yılında henüz daha II. Abdülhamit Osmanlı İmparatorluğu'nun padişahıydı. Gittikçe güçsüzleşen Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarında gözü olan ülkeler, saldırıya geçmek için uygun zamanı beklemekteydiler.
1911 yılında İtalyanlar Trablusgarp'a saldırırlar. Osmanlı devleti onunla ilgilenirken, bir yandan da İtalyanlar oniki adayı işgal ederler. Arkasından Balkan Savaşı kopar. Osmanlılar'ın eski komşuları Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ ve Yunanistan birleşerek saldırıya geçerler. İki cephede savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti İtalyanlar ile antlaşma yapar. Ve Trablusgarp'ı bırakmak zorunda kalır. Bu sırada Balkan Devletler'i Edirne'yi alır. Daha sonraları birbirlerine düşen Balkan Devletleri'nin bu durumundan faydalanın Osmanlı Devleti Edirne'yi geri alır. 1913 yılında imzalanan "Bükreş Antlaşması" ile Osmanlı Devleti Trakya ya kadar geri çekilir...
Atatürk'ün çizmiş olduğu haritanın bir bölümü böylelikle gerçekleşmiş olur... Daha sonraları çıkan Birinci Dünya Savaşı sonunda birçok topraklar kaybedilmiştir. Arkasından da Anadolu da işgal edilince, düşman esareti altında yaşamamak için başlatılan Kurtuluş Savaşı sırasında ilk önce Türkiye'nin bu günkü Doğu sınırı çizilir. Bunu, Güneydoğu illerimizin bu günkü sınırının çizilişi izler. En sonunda düşmanın İzmir'den denize dökülmesiyle birlikte; Türkiye Cumhuriyeti'nin, 1907'de Mustafa Kemal tarafından çizilen harita ortaya çıkar.
Bütün bu gelişmelerden sonra şunu kesin olarak görüyoruz ki, Mustafa Kemal çıkacak savaşları sonuçlarıyla birlikte bilmekteydi. Yıllar öncesinden çizmiş olduğu harita bunun en büyük kanıtıdır.
İşte geleceği lider olmasının en büyük kanıtı, daha o yıllarda çizdiği Türkiye Haritasıdır
|
|
|
| Atatürk'ün Kadınlar İçin Sözleri |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:41 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk
- Yorum Yok
|
 |
[INDENT] KADININ EN BÜYÜK VAZİFESİ ANALIKTIR! İlk
terbiye verilen yerin ana kucagi olduğu düşünülürse, bu vazifenin ehemmiyeti layıkiyle anlaşılır.
MEDENİYET'in esası TERAKKİ ve KUVVET'in temeli AİLE hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak İÇTİMAİ, İKTİSADİ, SİYASİ aczi mucip olur. (30.8.24)
Zaman ilerledikçe, İLİM geliştikçe, MEDENİYET dev adımlarıyla yürüdükçe; hayatın, asrın bugünkü gereklerine göre EVLAT YETİŞTİRME'nin güçlüklerini biliyoruz. Anaların bugünkü evlatlarına vereceği TERBİYE, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Gerekli özellikleri taşıyan EVLAT YETİŞTİRMEK, pek çok özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. BU SEBEPLE KADINLARIMIZ, HATTA ERKEKLERDEN DAHA ÇOK AYDIN, daha çok FEYİZLİ, daha fazla BİLGİN OLMAYA MECBURDURLAR!
Kadınlarımız için ASIL MÜCADELE alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan BİÇİM ve KILIK'ta başarıdan çok; IŞIK'la, BİLGİ ve KÜLTÜR'le, gerçek FAZİLET'LE SÜSLENİP DONANMAKTIR! Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmıyacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak IŞIK'la, BİLGİ ve KÜLTÜR'le donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım. (31.1.1923)
Milletimiz GÜÇLÜ bir MİLLET olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız İLİM ve FEN sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.
Bizim DİNİMİZ hiç bir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir! ALLAH'ın emrettiği şey ERKEK ve KADIN MÜSLÜMANLAR'ın İLİM ve İRFAN edinmeleridir. KADIN ve ERKEK bu İLİM ve İRFAN'ı aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla mücehhez olmak mecburiyet'indedir.(31.1.1923)
Bizim toplumumuz için İLİM ve FEN lazım ise, bunları aynı derecede hem ERKEK hem de KADINLAR'ımızın iktisap etmesi lazımdır.
Kadınlar İÇTİMAİ HAYAT'da erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin YARDIMCISI ve DESTEKÇİSİ olacaklardır. (31.1.1923)
Malumdur ki, her sahada olduğu gibi TOPLUM HAYATI'nda dahi VAZİFE TAKSİMİ vardır. Bu UMUMİ VAZİFE TAKSİMİ arasında kadınlar KENDİLERİNE AİT olan VAZİFELERİ yapacakları gibi, TOPLUMUN REFAHI, SAADETİ için elzem olan umumi mesaiye de dahil olacaklardır.
TARLALARDA erkeklerle birlikte calisan, kasabalarda pazar yerine giden, yumurta ve tavuğunu satan, ondan sonra kendisine gerekenleri bizzat satın alan, çalışmalarının hepsinde kocalarına yardımcı olan KADINLAR!.. Ben bu kadınlar arasında kocalarından daha iyi İŞTEN ANLIYANLAR'a ve HESAP YAPANLAR'a rastladım.
DİN İCABI olan TESETTÜR, kadınların külfetini mucip ve adaba aykiri olmayacak basit sekilde olmalıdır. TESETTÜR şekli kadını hayatından, mevcudiyetinden TECRİT edecek şekilde OLMAMALIDIR!(31.1.1923)
Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı İHMAL ve KUSUR'dur.
Bir TOPLUM, bir MİLLET ERKEK ve KADIN denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!
Dünyada hiç bir milletin kadını "Ben ANADOLU KADINI'ndan fazla çalıştım. Milletimi kurtuluşa ve zafere -ürmekte ANADOLU KADINI kadar emek verdim," diyemez!..
Dünya yüzünde gördüğümüz her şey KADIN'ın ESERİ'dir.(31.1.1923) [/INDENT]
|
|
|
| Atatürk "bayrak inkılabı" da yapmak istemiş |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:40 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk
- Yorum Yok
|
 |
[b]Atatürk "bayrak inkılabı" da yapmak istemiş
Cumhuriyet'in Osmanlı'dan kopmuş yepyeni bir devlet olduğu söylenir. Atatürk döneminde devletin isminden hukuk düzenine, yazısından ideolojisine kadar değiştirilmedik pek az şey kalmıştır.Ancak inkılap fırtınasında bir tek Osmanlı sembolüne dokunulmadı.
O da, İstiklal Marşı'nda çehresini çatmasından tarifsiz kederlere düştüğümüzü her gün haykırdığımız ay yıldızlı al bayrağımızdı.
Peki neden dokunulmadı acaba al bayrağa? Hiç değiştirilmesi gündeme geldi mi? Geldiyse nasıl? Ve Atatürk ay yıldızlı bayrak yerine hangi bayrağı getirmeyi düşünmüştü?
Bu konular öteden beri konuşulur ama yazılı değil de, sözlü kaynaklara dayanırdı. Burada yazılı bir kaynağa dayanarak Atatürk'ün Türk bayrağını değiştirmeyi düşündüğünü fakat bir sebeple vazgeçtiğini göreceğiz.
Kaynak, Atatürk'ün yakınında bulunmuş ve Zübeyde Hanım'la yaptığı görüşmeler sayesinde aile kökenleri konusunda bizi kısmen aydınlatmış bulunan Enver Behnan Şapolyo'dur. Yazının künyesi: "Atatürk ve bayrak", Türk Kültürü, sayı: 97, Kasım 1970, s. 30-31.
Enver Behnan Şapolyo, Atatürk'ün yaveri Muzaffer Kılıç'la çok samimidir. Devrimlerin hızla sürdüğü günlerden birinde olmalı, Şapolyo sorar, Kılıç da cevaplar:
- Atatürk bayrağımızı değiştirmeyi düşünüyor mu? Sen bir şey duydun mu?
- Gök bayrağı kabul etmeyi düşünüyor!
- Gök bayrak mı?
- Evet! Atalarımızın kullandığı gök renkli bayrağı[n] yeni devletin bayrağı olmasını düşünüyor, fakat daha bir şey yok!
"Gök renkli bayrak", yani Göktürklerin Cumhurbaşkanlığı forsunda da yer alan mavi zeminli ve ortasında da bozkurt kafası bulunan bayraktır Atatürk'ün kafasındaki Cumhuriyet'in bayrağı...
Merakını yenemeyen Şapolyo, işin peşini bırakmaz. Atatürk'ün Türk bayrağı olarak, gök bayrağı düşünüp düşünmediğini, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a da sorar. Bayar, Muzaffer Kılıç'ın sözlerini doğrulayan bir cevap verir:
- Atatürk, Cumhuriyet'in resmî bayrağını gök bayrak olarak kabul etmeği düşünmüştü, fakat bu hususta hiçbir neşriyat yapılmadığından, bu bayrağı kabul etmediler.
Celal Bayar'ın sağlığında, üstelik de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi resmî destekli bir kurumun dergisinde çıkan bu yazı üzerinde düşünmeye değer.
Celal Bayar'ın sözlerine göre eğer gök bayrak üzerine yeterli yayın yapılsa ve muhtemelen belgeler tatminkâr bulunsaydı, bugün al bayrağımızın yerinde mavi zemin üzerine kurt kafası bulunan Göktürk bayrağını kullanıyor olacaktık.
Enver Behnan Bey sözlerini şöyle noktalıyor:
"Atatürk harsta [kültürde] milliyetçi, medeniyette Batılı idi. Demek oluyor ki, gök bayrak onun mefkûresinde [idealinde] yaşıyordu. Gök renkli bayrağı kabul etmeyi düşündü, fakat çok güzel olan al bayrağımızdan da vazgeçemedi. (...) Şimdi O'nun kabrini kaplayan semada gök bayrağı hayal ediyorum!"
Dışişleri Bakanlığı'nın Lozan hatası
Dışişleri Bakanlığı'nda Ahmet Davutoğlu rüzgârı kendisini hissettirmeye başladı. Nitekim 19 Mayıs'ın Yunanistan'da resmen "Pontus günü" olarak anılması ve buna hükümet yetkililerinin de katılmasına "misilleme" olarak Dışişleri Bakanlığı hem bir kınama yayınlıyor hem de Lozan'ın bir maddesini hatırlatıyordu. Açıklama, aynı zamanda tarihle ilgili ince bir noktayı da gündeme getiriyordu. Bizimle ilgili kısmı şuydu:
"Bu vesileyle, Kurtuluş Savaşımız sırasında Yunanistan'ın Anadolu'da tevessül ettiği vahşet ve mezalimi ve bu bağlamda, Lozan Antlaşması'nın 59. maddesinin, 'Yunan ordusu veya yönetiminin savaş hukuku kuralları hilafına Anadolu'da sebep oldukları yıkımın Yunanistan tarafından tazmin edilmesi'ni öngördüğünü hatırlatmak isteriz."
Yerinde bir tespit; ancak yanıltıcı bir bilgi. Lozan'ın sözü edilen maddesinde 'tazminat' kelimesi asla geçmez. Ya hangi kelime geçer? "Tamirat" kelimesi vardır ama "tazminat" yoktur. İngilizcesi "reparation", Fransızca metinde ise "reparer" şeklinde ifade edilmiştir.
Zaten eğer Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasında geçtiği gibi, Lozan'da Yunanistan'ı 1 lira bile olsa "tazminat"a mahkûm ettirebilmiş olsaydık, bu, dünya önünde Yunanistan'ın suçlu olduğunu ilan anlamına gelecekti. Sadece savaşta Anadolu'ya verdikleri zararı tamir ettirme şartını antlaşmaya koydurabildik.
Ancak İsmet Paşa, bırakın Dışişleri'nin açıklamasında geçtiği gibi 'tazminat' almayı, Yunanlıların resmen ödemeyi kabul ettikleri 'tamirat' bedelini dahi Venizelos'a bağışlamış, sanki avukatlığı kendisine düşmüş gibi, Yunanistan'ın 4 milyar altın Frank tutarındaki tamirat bedelini ödeyecek malî durumu olmadığını söyleyerek TBMM'nin bütün ısrarlarına rağmen Yunanlıları affetmiş, Meclis'te yaptığı konuşmada ise "Barışın bir an önce gerçekleşmesi için tarafımızdan büyük bir fedakârlık" yapıldığını ileri sürmekten çekinmemişti.
Peki İsmet Paşa'ya sormazlar mı? Madem Yunanlıların malî durumu bu parayı ödemeye müsait olmadığı için affediyorsunuz, peki Türkiye'nin durumu çok mu müsait idi de Lozan'da Osmanlı borçlarını son kuruşuna kadar ödemeyi taahhüt ettiniz? Hiç değilse bu borcun 4 milyar altın Frank tutan kısmını Yunanistan'ın üzerine yıksaydınız.
Ben de ne söylediğimin farkında değilim. Bizim bütün borcumuz ne kadardı ki, 4 milyar oradan düşülsün! Açın kitapları bakın, 1933 yılındaki konsolidasyonla borcumuz 962 milyon Franga bağlanmıştı, yani yaklaşık bizim Yunanistan'dan alacağımızın dörtte birine. Şöyle diyelim: Yunanistan'a lütfettiğimiz miktarla Osmanlı'dan kalan borcu biz 4 defa fazlasıyla ödeyebilir, hatta cebimizde yüklüce bir para bile kalabilirdi.
Nedense Osmanlı borcunu ödeye ödeye bitiremediğimizi dillerine dolayan İsmet Paşa kafasındakiler, Yunanistan'a bunun 4 katını hibe ettiğimizi söylemeyi unutuyorlar. Biraz ciddiyet beyler!
Daha Lozan'da yaptığımız o meşhur hesap hatasına değinmedik. Maliye memuru Hüsnü Himmetoğlu sayesinde çift hesaplanan bir borcumuz ortaya çıkmıştı. Ne kadardı biliyor musunuz bu borç miktarı? Tam 300 milyon lira! 300 milyon lirayı gözden kaçıranlar orta halli bir memur kadar hesap kitap bilmiyorlarsa, "Lozan'ı biz kimlere emanet etmişiz?" diye yeniden düşünmemiz gerekmiyor mu?
Mustafa Armağan[/b]
|
|
|
| Atatürk Ve Bilimsel Düşünce |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:39 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk
- Yorum Yok
|
 |
a-) Bilimsel Düşünce
Yudin ve Rosenthal’in Felsefe Sözlüğü’ne göre bilim; toplumun tecrübeleri sırasında doğruluğu ispatlanan ve sürekli güncellenen sosyal bilinç formudur. Bilim; dünyayı mantıksal düşünce kavramları biçiminde ortaya koyar. Bilim, elde ettiği sonuçları olgulara dayandırır. 1
Bilimsel düşüncede sübjektif değerler, metafizik inanışlar ölçüt olarak kabul edilemez. Tarih bize göstermektedir ki, aynı inanç kamu dairesine mensup toplumlarda farklı gelişmişlik örnekleri sergilenmiştir. Bunun temeli, inançtan ziyade bilimsel düşüncelerden kaynaklanmaktadır.
Nitekim, Orhan Türkdoğan’a göre; dünyayı ve evreni tanımak, iç yapısını öğrenmek, onlardan yararlanmak, dışımızdaki olayları yorumlamamıza ve değerlendirmemize bağlıdır. Bilim tabiata hâkim olmamızı sağlar. Az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki fark, bilimin etkin biçimde kullanmasıyla doğru orantılıdır. 2
Bilim sayesinde; düşüncede, toplumda, dünyada düzen yaratmak, bunun sonucunda da, kişiden kişiye yargı ve tercihlerimiz yerine, objektif kıstaslar düzenini meydana getirmek mümkün olmaktadır.
Sosyal yapıdaki köklü değişmeler, tekniğin zaferi olarak ortaya çıkmaktadır. İnsanın evrendeki yeri hakkında yeni bir felsefî görüşün doğmasında, bilimsel bilgilerin kazanılması etkili olmuştur.” 3
2500 yıllık geçmişi olan insanlığın ömründe, ancak son 300 yılda bilimde büyük gelişmeler olmuştur. Bilginin etrafını saran ”bilgisizlik” karanlığına bakmak işimizi daha da kolaylaştırmıştır. 4
Bilimsel faaliyetlerin kökeni, İlk Çağ’a kadar gider. İlk çağlarda Babilliler, Keldaniler hatta Sümerliler amelî yollarla ilme başlamışlarsa da, gerçek anlamda ilim eski Yunan’a dayandırılmaktadır. Yunanlıların; özellikle tıp, astronomi ve matematik konusunda önemli ilmî çalışmalar yaptıkları bilinmektedir. Bu arada, Araplar da “El Kimya“ dedikleri bugünkü kimya ilminin temellerini atmışlardır.
Orta Çağ’da Hristiyanlık, Aristo mantığının tesiri altında özgür düşünceye büyük bir taassupla karşı çıkmıştır. “İlim, o vakit adeta Hristiyanlığın mücadeleye giriştiği putperestlikle bir tutuluyordu. Hatta, 390 yılında İskenderiye’de 400.000 cilt kitap, yani o devrin bütün ilim ve marifetini içinde toplayan kütüphanenin Seraphium adındaki kısmı piskopos Theopihias tarafından yaktırılmıştı. Hristiyanlık halk arasında yayıldıkça, ilme karşı alınan bu tavır daha büyük bir şiddet ve dehşet aldı. Meselâ, bu kütüphanenin yakılmasından yirmi beş yıl sonra meşhur astronom Theon’un kızı matematikçi Hypatia ( 370 – 415 ) Başpiskopos Kyril’in kışkırtmasıyla İskenderiye’de halk tarafından parçalanmıştı. Bu kadın, ilmin ilk şehitlerinden biri olarak tanınır. Hatta, bundan dolayı romantik tarzda edebiyata geçmiş, romanlara konu olmuştur. 5
Batı Orta Çağda tarihinin en büyük karanlıklarını yaşarken, İslâm dünyasında bu dönemde bilim ve öğretim kurumlarının doğup, gelişme göstermesi yanında Batı Dünyasını etkileyip Rönesansın doğmasına büyük etki yaptığını söylemek mümkündür. Nitekim bu konuda Aydın Sayılı; “Avrupa, Geç Orta Çağ boyunca İslâm dünyasında etkiler almakta devam etmiştir. Örnek olarak; Kopernik, çift episikl sistemini İbn ŞÃ¢tır’dan; çapları oranı ½ olup biri diğerine içten teğet olan ve onun içinde kaymadan donanım hareketi yapan iki çemberden oluşma sistemini, Nasîruddin-i Tusi’den; parallaktık cetvel aletini belki de Regiomantonus aracılığı ile Uluğ Bey\'in Semerkand çevresinden öğrenmiş olduğu muhtemeldir. Ayrıca, buna benzer bilimsel etkilenmelerin o sıralarda özellikle Osmanlı payitahtı İstanbul aracılığı ile gerçekleşmiş olduğu ileri sürülebilir.” demektedir. 6
Orta Çağ’da İslâm dünyasında; İbn-i Sina, Farabi, Uluğ Bey, İbn-i Rüşd; Hristiyan dünyasında Duns Scotus, Thomas Aguinas Ptoleme, Chauser gibi şahsiyetleri zikretmek gerekmektedir. Fakat, genel bütün içerisinde baktığımızda skolastik düşünce bu dönemde altın çağını yaşamıştır.
Hem Müslümanlık hem de Hristiyanlık bakımından, esaslı unsurları vahiyle belirlenen ve akılla, yani soyut mantık ve felsefe ile desteklenen evrenin tanrısal düzeninin adilliğinin kanıtlanmasından ibaret büyük ödevde müspet bilimler, çok da önemli olmayan bir rol oynuyorlardı. Muhtemelen, Orta Çağ’ın en sağlam düşünen bilgini ve Orta Çağ biliminin gelişmesinde büyük etkinin sahibi olan Rabut Grosseteste; bilimi, esasta teolojik gerçeklerin anlatımında bir araç olarak düşündü. Işığı incelemesinin ve merceklerdeki kırılma olayını gerçek deneylerle kanıtlamasının nedeni, ışığı tanrısal aydınlatmanın bir benzeri olarak tasavvur etmesi idi. 7
Yeni Çağ, aynı zamanda Rönesans’tır; yani yeni bilimin doğuşudur. Hristiyanlığın taassubuna karşı, aklın ve bilimin zaferidir. Bu dönemde, bilim ve gerçekçilik dinî norm ve değerlerin yerini almış, dinî hayat cismanîleşmiş ve dünyevîleşmiştir.
Rönesans, yüz yıllık bir bilim çağı ile Batıda yeni ilerlemenin itici gücünü sağlayacaktır. Dinde reform hareketleriyle, ferdin kilise babaları karşısında kazanmış olduğu ferdî özgürlük, Rönesans’ın katkısıyla akıl çağının zaferini hazırlayacaktır. Rene’ Descartes, Blaissc, Pascal, Spinoza, Thomas, Hobb ve İsaac Newton gibi bilim adamları Rönesans hareketinin önemli simalarıdır. Rönesans hareketi, sanayileşme çağının temellerinin atıldığı çağ olarak kabul edilmektedir. 8
b-) Bilimsel Gelişmeler Karşısında Osmanlı Devleti
Batıda Rönesansla birlikte meydana gelen bu gelişmelere, İslâm ve Doğu dünyası ayak uyduramamıştır. Max Weber, geçerli saydığımız bilimsel anlayışın Batıda bulunma sebebini; deneysel bilgilerin, dünya ve yaşam sorunları üzerinde düşünme ve en yüksek düzeyde felsefî bilgeliğin gelişememesine bağlamaktadır. 9
İslâm dünyasında, belki de direkt temasta bulunduğundan dolayı, Batı dünyasındaki ilerlemeyi fark eden ve onun gelişme vasıtalarını ilk defa tatbik sahasına koyan Osmanlı Devleti olmuştur. Batı modası, yaşayış tarzından esinlenmeyle başlayan, daha sonra teknolojik, siyasal ve bilimsel kurumlarını ithal etme çabalarını içeren Batılılaşma maceramızın, Cumhuriyete kadar istediğimiz gelişme ve faydayı sağlayamadığı bir gerçektir.
Aydın Sayılı’nın belirttiği gibi; Osmanlı Devleti, tüm İslâm Dünyası gibi Avrupa’daki bilimsel gelişme ve dönüşmelere bigâne kalmış, onları değerlendirilememiştir bu gelişmelerle ilgilenebilecek tefekkür kültür ortamının eksikliğinde görmüştür.
“Fakat, Osmanlı İmparatorluğunun savaşlarda o zaman kadar hiç alışılmamış haysiyet kırıcı yenilgilerle karşılaşması ve ticaretle sanayide Avrupa’nın ezici üstünlüğü karşısında ağır darbelerle ezilme durumunda bulunması, Avrupa’nın başarı üstünlüğünü sağlayan hususlarda Osmanlıları Avrupa’yı taklide ve Batı yönetimlerini benimsemede zorlamaya başladı”. 10
Fahri Ülgener bu başarısızlığın en büyük amilinin Batı medeniyetini vücuda getiren zihniyetin anlaşılmamış olmasında yattığını ileri sürmektedir ve “Batıda Machiavelli’den itibaren ilim mantık ahlâk anlayışının her türlü manevîlikten ve gelenekçilikten ayrıldığını, bizde ise geleneğe kayıtsız şartsız bağlanış yüzünden gerçekleştirilemediğini ifade etmektedir. 11
Türk değişimi konusunda kıymetli eserler veren Mümtaz Turhan ve Erol Güngör gibi yazarlar, başarısızlığın sebeplerini izah ederken, en önemli eksikliğin bilimsel düşünce metotlarının alınamamasını göstermektedirler.
Nitekim bu konuda Erol Güngör şunları yazmaktadır:
“Batıda Kopernik’ten Einstein’a, Harvey’den Freud’a kadar ilmin insan düşüncesine ve oradan topluma soktuğu yenilikler bizde de tesirini gösterdi. Fakat, Batının “ilim ve tekniği”tezini ileri sürenler, genellikle gelenekçi tavrın temsilcileriydi ve bunların ilim derken kastettiği şey daha çok fen, yahut uygulamalı ilimdi. Meselâ; tıp, ziraat, fizik, kimya gibikonularda doğrudan doğruya tatbikata, yani keşif ve icatlara, alet ve vasıtaların kullanılmasına yol açan bir ilmî çalışma düşünülüyor, aynı ilmin dünya görüşü ile ilgili konuları adeta akla bile gelmiyordu. Botanik ilminin verdiği bilgilerle bitki yetiştirmeye kimsenin itirazı yoktu, ama meselâ bunlarla birlikte bir Darwin teorisinin düşünce sisteminde yer alması kolay hazmedilir bir şey değildi. Nitekim, Türkiye’de hâlâ bu teorinin tutulmasına karşı çıkan “elit” ve kalkınmacı gruplar vardır. 12
19 yüz yılın ilk yarısında açılan, Mühendishane-i Bahrî Hümayun, Mühendishane-i Berri Hümayun ve Mekteb-i Tıbb-î Adlî Şahane ve Mekteb-i Harbiye gibi okullar; matematik, tıp ve tabiî bilimlerin Osmanlıda gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Adnan Adıvar’ın da belirttiği gibi; XIX .yüzyılın ikinci yarısında Türkiye’de müspet ilimler gerek yüksek ve gerek orta okullarda okutulmaya başlanmış ve hatta bir de üniversite (darülfünûn) taslağı açılmış ve ilmî dergiler çıkarılmış olduğu gibi; edebi dergilerde, hatta gündelik gazetelerde bile. artık bu ilimler hakkında makalelere rastlanmaya başlanmıştır. Fakat, öte yandan, medreselerde duraklama ve hatta çökme içinde bile olsa öğretim devam ediyor ve hâlâ bu medrese mezunlarına “âlim“ , okudukları derslere “ilim” adı verildiği hâlde, okullarda müspet ilimlere fen kelimesi yeterli görülüyordu. 13
Bu dönemde yakalanan ivme, Balkan Savaşı’nın ve I. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla akamete uğrayacaktır.
c-)Atatürk ve Bilimsel Düşünce
En kısa ifade ile Atatürk; Türkiye’nin oryantasyon sorununu çözmüş, üniversal dinî imparatorluk yerine, milliyetçi bir devlet vücuda getirirken, bu devletin kurumları ve zihniyetiyle çağdaş kültür ve medeniyet dairesi içerisinde yer alması gerektiğine inanmıştır. Bunun için geleneksel Osmanlı kurumları yerine, o dönem de gelişmişliği ifade eden, sanayi toplumunun kurumları yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne adapte edilmeye başlanmış, bu harekete de “çağdaşlaşma” adı verilmiştir.
Yine Tanzimat’tan cumhuriyete kadar olan batılılaşma, en büyük eksikliğin; batı ile ifade edilen çağdaş medeniyeti meydana getiren temel unsurun; bilimsel düşünce eksikliği olduğunu çok iyi tespit edebilmiştir.
Atatürk: Osmanlı yenileşme önderlerine göre, çok daha şanssız bir durumda idi. Her şeyden önce uzun yıllar süren savaşlar sonucunda memlekette elle tutulur bir aydın kitlesi mevcut değildi. Nitekim, Şerif Mardin bu konuda şunları yazmaktadır:
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk büyük aydın kaybı Çanakkale’de oldu. Yüzlerce yetişmiş aydın savaşta öldü; öteki savaşlar daha sonraki yıllarda geriye kalanların bir bölümünü daha aldı. İkinci bir kayıp, imparatorluk parçalanınca ondan kopan topraklarda kalan aydınlardı. Son olarak, “Ankara” egemen durumuna geldiği zaman, “İstanbul” aydınları bir ölçüye kadar saf dışı tutuldu. Bürokrasi aynı düzeyde kayıplara uğramadı, aşırı fire vermeden yeni devletin yapısına aktarıldı. 14
İşte yeni Türkiye; hem yeni bir aydın kütlesi meydana getirmek, hem de sayıca çok olmayan eğitimli kadroyu yenileşme hareketlerinin fikrî yandaşı olabilecek, eğitilmiş kadroyu bilimsel düşünce etrafında birleştirmek zorundaydı.
İlk önce Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim kurumları birleştirilerek; öğretimin çağın gereklerine göre organize edilmesi hedefi güdülmüştür.
Atatürk; öncelikle Osmanlı döneminde yenileşme hareketlerinin daima karşısında olan medrese ve tekkelerin kaldırılması kanaatini taşımaktaydı. Bu iş için çok beklenmedi. Cumhuriyetin kurucusu Atatürk; “ Tarikat ve tekkeler behemehal kapatılmalıdır, Türk Cumhuriyeti her şubede irşatlarda bulunacak kudreti haizdir. Hiçbirimiz tekkelerin irşadına muhtaç değiliz, biz medeniyet, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz, başka bir şey tanımıyoruz. Tekkelerin gayesi halkı meczup ve aptal yapmaktır. Hâlbuki, halk meczup ve aptal olmamaya karar vermiştir.” 15
Bilimsel düşüncenin karşısında engel olarak görülen eski eğitim ve öğretim kurumları kaldırılırken, fikrî anlamda düalizmin de önüne geçilmek istenmiştir. Fakat, bununla yetinilmeyip 1928 yılında Lâtin alfabesi kabul edilerek, batı düşüncesine intibak kolaylaştırılmak istenmiştir. Arapça ve Farsça dil bilgisi kuralları terk edildi. Buna karşı bilim, ekonomi ve teknik alanlardaki bilimsel kavramlar Avrupa dillerinden özellikle Fransızca ve İtalyanca’dan alındı; Okur yazar sayısını arttırmak için büyük bir kampanya başlatıldı.
Devlete bağlı olmayan bir örgüt tarafından, on altı ilâ kırk yaşları arasındaki okuma yazma bilmeyenler dört aylık, Arap alfabesini bilenler ise “millet mekteplerinde” iki aylık kurslardan geçirildiler. 16
Halkın aydınlatılması amacına yönelik bu faaliyetler hakkında Atatürk şunları belirtmekte idi;“Büyük davamız, en medenî ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli inkılâp yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı ancak türeli bir plânda ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazmak bilmeyen tek vatandaş bırakmamak; memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak işte bu umdeleri en kısa zamanda temin etmek, Kültür Vekaleti’nin üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyettir.” 17
Netice olarak; kentli aydınların da gayretiyle, alfabe değişikliği Anadolu’da kolayca yerleşti ve 1927’de 1.1 milyon olan okur yazar sayısı, 1935’te 2.5 milyona yükselmiştir. 18
Bütün bu çabalar, muhakkak halkın zihniyetini değiştirme açısından çok önemli reformlardı. Bilim yuvası dediğimiz, bilimsel düşüncenin teoriden tatbik sahasına konduğu Üniversitenin de reforma ihtiyacı vardı.
O dönemde memlekette bulunan, modern Üniversitenin öncüsü sayılan Darülfünûn, ne yazık ki, hem reformlara karşı pasif bir direnişe geçmiş, hem de bilimsel çalışmalardan uzaklaşmış bulunuyordu. Bu kurumun, bilimsel düşüncede öncü rolünü üstlenebilmesi için, çağın gereklerine uygun hâle getirilmesi gerekiyordu. Darülfünûn reformu için 1932 yılında görevlendirilen İsviçreli Profesör Albert Melche raporunda; “Darülfünûn ilmi düşünceyi yaratmakla yükümlüdür. Bunun dışında selâmet yoktur. Bu düşünüş öğrenciyi kişisel araştırmaya yöneltme yoluyla ve onlar tarafından ciddi gayret sarfıyla meydana getirilebilir. ” demekteydi.
Atatürk’ün de uygun görmesiyle , 1933 yılında İstanbul Darülfünûnu ve ona bağlı kurumlar, kadro ve teşkilatları ile birlikte kapatıldı. Maarif Vekaleti yasasının bu hükmü ile kaldırılan İstanbul Darülfünûnu’nun yerine İstanbul Üniversitesi adı altında yeni bir üniversite açıldı” 19
İstanbul Üniversitesi’nin gerçek bir bilim merkezi olmasını isteyen Atatürk, batılı anlamda bilimsel çalışma ortamının sağlanması yanında özellikle Hitler rejiminden kaçan dünyaca ünlü 50\'den fazla yabancı profesörü İstanbul Üniversitesi’nde görevlendirerek bilimde Batıya yönelmenin en somut adımı gerçekleştirilmiş oldu. Bu kadrolar ve görevleri hakkında Türkiye\'ye gelen Prof.Neumark hatıralarında şunları yazmaktadır:
Şüphe yok ki, bu kadar çok sayıda yabancı profesör İstanbul Üniversitesi’nde iz bırakacaktı. Esasen, hükûmet baştan beri sözleşmelerimizde, ana görevimizin yerimize Türk bilim adamı yetiştirme olduğunu da bizlere belirtmişti. Atatürk’ün üniversite reformu ile,
Türkiye’de yüksek öğretimde demokratikleşme, topluma ve dünyaya açılma oldu. Dünyada otorite sayılan ve objektifliği kesin bir kişinin bu tespitini özellikle belirtmek istiyorum. 933 reformunun bir demokratikleşme olmadığını ısrarla iddia etmişlerdir. Şüphesiz, zamanla ciddî etütler ve tarihin hükmü bu noktayı da tartışmasız ortaya koyacaktır.20
Üniversitenin reforme edilmesinin yanında genç bilim adamları yetiştirmek amacıyla özellikle fen bilimleri alanında 1928 yılından itibaren Almanya ve Fransa’ya öğrenciler gönderilmiştir. 1928 yılında, zamanın Milli Eğitim Bakanı Cemal Hüsnü Beyin teklif ettiği ıslahat projesi çerçevesinde, en iyi lise mezunlarından ülke çapında seçilen 15 kadar gencin ilk kafilesi 1928’de Avrupa’ya tahsile gönderilmiştir. Bu proje dahilindeki gençleri seçme çalışmaları ile göndermeler, Atatürk döneminde bir plân dahilinde ve belli aralıklarla yürütülmüştür. Böylece, bu program çerçevesinde toplam 40-50 kadar genç 3-4 defada Avrupa’ya gönderilmiştir.” 21
Kısacası Atatürk; bilimsel düşünce zihniyetini Türk toplumuna yerleştirmek için her türlü reformlar ve çalışmaları vakit geçirmeden tatbik etmiştir.
Bilimsel düşüncenin Türk toplumuna benimsetilmesi için yapılan reform ve çalışmalara değindikten sonra Atatürkçü düşüncede bilimin önemine temas edelim.
“Felsefi anlamda Atatürkçü düşünce, yaşamı ve devleti akıl ve bilim kaynakları ile düzenlemektir; sadece devlet yaşamında değil, kişisel toplumsal yaşayışın her yönünde aklı ve bilimi yol gösterici saymaktadır. Bu nedenle Atatürk, tüm değişim ve eylemlerini , akıl ve mantık çizgisinde, ortamın en uygun olduğu bir zamanda uygulamaya koymuştur. ‘ Dünya da her şey için, uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. ‘ diyerek, ulusun siyasî ve sosyal hayatında, düşünsel eğitiminde bilimi ve fenni rehber olarak göstermiştir.
Atatürk’ün düşünceleri, inanışları ve olaylara yaklaşım tarzı, Onun pozitivist bir görüşe sahip olduğunu göstermektedir. Aslında, akıl ve bilimi ilke olarak kabul eden kişinin pozitivist olmaması mümkün değildir. 22
Atatürk’ün pozitivist anlayışı A.Comt’un inançsızlığa giden anlayışından çok farklı fonksiyonlar da içermekteydi. Bu anlayış, Türk inkılâbının fikrî safhasını hazırlayan Osmanlı aydınları ve Cumhuriyeti ideolojisinde etkin rol oynayan aydınlar arasında etkili olmuştu.
Nitekim, Hilmi Ziya Ülken bu konuda şunları yazmaktadır:
“ Pozitivizm ve dayandığı ilim anlayışı, hem Batının üstünlüğünü açıklamak, hem de Hristiyanlığa bulaşmamış olmak erdemlerine sahipti. Toplumsal ahenk fikri ile de sınıfsal açıdan her türlü uzlaşmaya elverişli olan küçük burjuva özlemlerine cevap veriyordu. A.Comte’tan sonra ikinci ve çok önemli bir pozitivist sosyolog olan Durkheim’ın da Türkiye’de çok tanınmış olması anlamlıdır. İttihat ve Terakkinin fikir babası Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda Durkheim’ın “ kollektif bilinç ” kavramını tarihi maddeciliğin sınıf çelişkisine karşı kullanılmıştır.” 23
Atatürk’ün bilimsel düşünceyi rehber ederken 1920’lerin dünyasında Batıya yönelmesi doğal karşılanmalıdır. Bu yöneliş, Tanzimat dönemi taklitçiliğinden çok farklı anlamlar içermektedir.
Atatürk’e göre, esas olan bilimdir ve nerede ise alınmalıdır. Nitekim Atatürk bu konuyu şöyle ifade etmektedir.
“Bu millet ve memleket ilme irfana çok muhtaç; tahsil yapmış, diploma almış gelmiş olanları korumak kadar doğal ve lüzumlu bir şey olmaktan başka, parti parti eğitim ve öğretim görmek için ilim ve fen almak için Avrupa’ya Amerika’ya her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz. İlim ve fen ihtisas nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz.
İlim ve ihtisas nerede varsa , sanat nerede varsa gidip öğrenmeye mecburuz. Bu nedenle artık himaye çok zayıf kalır. Bunun yerine mecburiyet geçerli olur.” 24
Atatürk’ün sözlerinden anlaşıldığı gibi, batıya yönelişin amacı müspet bilimi alabilmektir. Bu hareket aynı zamanda dünyada milletlerin var oluş kavgasıdır. Ona göre cehalet ve taassup içinde yaşayan toplumlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. “Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona ilgisiz kalanları yok eder. Uygar olmayan insanlar ve toplumlar, daima uygar olanların altında kalmaya mahkûm olacaklardır.” derken bu konuya işaret etmektedir.
Özetle Atatürk, çağdaşlaşmanın ancak bilimsel düşünce metotlarının devlet ve toplum hayatına tatbik edilmesiyle gerçekleştirilebileceğine inanmakta idi. Bu amaçla; Türk milletinin geri kalmasına sebep olmuş, günün koşullarına uymayan kurumlar ortadan kaldırılarak, yerlerine çağın gereklerine uygun kurumlar kurulmuştur. Özellikle, kalkınmanın
ancak eğitimle gerçekleşeceği gerçeği tespit edilmiş bu alanda dünyada az rastlanan köklü reformlar uygulanmıştır.
Günümüzde, özellikle Türkiye’nin bulunduğu bölgelerde cereyan eden hadiseler de Atatürk’ün ne kadar haklı olduğunu göstermiştir.
Günümüzde değişim ve gelişme her geçen gün daha da hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir. Eğer, bu değişen dünyada var olma mücadelesini sürdürmek istiyorsak, Atatürk’ün bilimsel düşünce için yaptığı çabaları örnek alıp, bilimsel araştırmalara dünyadaki ülkelerden daha fazla destek ve önem vermeliyiz. Bu konuda başka seçeneğimiz de yoktur.
KAYNAK: Yrd. Doç. Dr. Osman SÖNMEZ
DIPNOTLAR
1 P.Yudin; M.Rosenthal, Felsefe Sözlüğü, İstanbul 1977, s.59
2 Orhan Türkdoğan, Bilimsel Değerlendirme ve Araştırma Metodolojisi, M.E.B.Ank.1988, s.14
3 Orhan Türkdoğan, a.g.e, s.14-15
4 H.Ziya Ülken, Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, 1983. s.1
5 Adnan Adıvar. Tarih Boyunca İlim ve Din, Remzi Kitabevi, II.Basım, İstanbul 1969, s.98-99.
6 Aydın Sayılı, Ortaçağ Bilim ve Tefekküründe Türklerin Yeri, Atatürk Kültür dil ve tarih Yüksek Kurumu
Ankara 1985, s.1
7 J.D.Bernard, Materyalist Bilimler Tarihi, Sosyal Yayınları, İstanbul 1976, s.215
8 Türkdoğan, a.g.e., s.34
9 Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, (Çeviren, Zeynep Aruoba), Nil Yayınları, İstanbul
1985, s.11.
10 Aydın Sayılı, “Atatürk ve Millî Kültürlerimizin Temel Unsurlarından Bilim ile Entellektüel
Kültür ve Teknoloji, Erdem, C.3, s.9, ****.D.Tv.Y.K, Anakara 1984, s.599.600
11 Sabri F.Ülgener, İktisadî Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, Der Yayınları, İstanbul 1991, s.26
12 Erol Güngör, Kültür Değişimi ve Milliyetçilik, 10.Baskı, Ötüken Yayınları, İstanbul 1996, s.26.
13 Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970, s.197-198.
14 Şerif Mardin , “Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve Atatürk”, Çağdaş Düşünce Işığında Atatürk, Eczacıbaşı
Vakfı yayınları, İstanbul 1983, s.38
15 Bülent Daver, Tekke ve Zaviyelerin Seddi ve Tarikatların Men’i”, Laiklik c.1, Osman Yalın Matbaası,
İstanbul 1954. s.102
16 Kurt Steinhaus, Atatürk Devrimi Sosyolojisi, ( Çev: M.Akkaş) , Sarmal Yayınevi, İstanbul
1995, s.112.
17 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, M.E.B.Y, İstanbul 1986, s.55
18 Steinhaus, a.g.e, s.112.
19 Yaşar Erjem, “1933 Üniversite Reformu”, (Ata Dergisi, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya
1994, s.120.
20 Yusuf Vedat; Atatürk ve Bilimde Batılılaşma, Gayretlerimiz, Egebank Yayınları, İzmir 1991, s.30-31.
21 Yusuf Vedat , a.g.e, s.31.
22 Şerafettin Turan, Atatürk’ün Düşünce Yapısını Etkileyen Olaylar, Düşünürler, Kitaplar, T.T.K.B, Ankara 1982, s.54
23 Ülken, a.g.e, s.47.
24 Atatürkçülük, (c.1, M.E.B.Y), İstanbul 1994 s.285
|
|
|
| Cumhuriyetçilik(Cumhuriyet Kavramı ve Atatürk’ün Cumhuriyet Anlayışı) |
|
Yazar: MaSaL - 04-23-2011, Saat: 11:37 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk
- Yorum Yok
|
 |
[INDENT] Türk milleti yüzyıllar boyunca kendi egemenliğini kullanmasına engel rejimlerin acısını çekmiş, sonunda ise en uygun İdare şeklinin cumhuriyet olduğunu görmüştür. Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında çekilen birçok acının sonucunda kurulmuştur. Dolayısıyla da kurulması kolay olmamıştır. Bütün geçilen yolların, yapılan fedakârlıkların bilincinde olmak ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet yaşamasını sağlamak ise hepimizin görevidir.
Atatürk de Türk milletine en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu değişik sözlerinde ifade etmiştir. Atatürk’ün cumhuriyet konusundaki görüşlerine geçmeden önce “cumhuriyet” kavramının ne demek olduğuna kısaca değinmekte yarar vardır.
I. Cumhuriyet Kavramı
Cumhuriyet kelimesini kavram olarak ele aldığımızda çok değişik açıklamaları verilmektedir. Ancak, cumhuriyet kelimesi dilimize Arapça “cumhur” kelimesinden gelmektedir. Dolayısıyla Arapça’da “cumhur” kelimesi halk, ahali, büyük kalabalık anlamına gelir; toplu bir halde bulunan kavim yahut millet demektir.
Cumhuriyet tanımlamaları şöyle sıralanabilir: Osmanlıca-Türkçe Sözlük’te cumhuriyet, seçilmiş bir başkanın başında bulunduğu devlet idaresidir.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde cumhuriyet, ulusun egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet şeklidir.
Meydan Larrousse’de cumhuriyet, halkın hâkimiyeti doğrudan doğruya veya seçtiği temsilciler aracılığıyla kullandığı devlet şeklidir.
Türk Ansiklopedisi’nde ise, cumhuriyet, kamunun ortak yararı ve yönetimi anlamına gelen, seçimli ve lâik bir yönetim biçimidir.
Bütün bu tanımlardan cumhuriyetin halk yönetimi demek olduğu anlaşılmaktadır. Burada halk kendini yönetecek kişileri kendi seçmekte, kendi denetlemekte, her türlü yetkinin ve işlemin kaynağı halk olmakta, halkın üstünde hiçbir otorite bulunmamaktadır. Dolayısıyla, halkın seçtiği yöneticiler ancak halkın temsilcileri olarak iş yapabilirler, eğer halkın seçtiği yöneticiler kendi isteklerini zorla kabul ettirmeğe kalkışırlarsa o zaman cumhuriyet yönetiminden söz etmek mümkün olmaz. Burada önemli bir nokta vardır ki o da cumhuriyet kavramının halk egemenliği ile içice olmasıdır. Cumhuriyet kavramında dayanak noktası olarak alınan halk egemenliği çoğunluğun baskı yönetimi biçiminde düşünülmemelidir. Cumhuriyet yönetimi halkın yönetimidir. Bu yönetim şeklinde yönetici konumunda olanların halkın menfaatini korumadan, ön plânda tutmaları, kendi menfaatlerini ön plâna çıkarmamaya çalışmaları gerekir. Aksi takdirde istibdat yönetimleri söz konusu olur. İşte halk egemenliği dediğimiz kavramda halkı oluşturan bireylerin tek tek istekleri söz konusu olmaktadır.
Cumhuriyet ile demokrasi kavramının bağlantısına da kısaca bakmak gerekmektedir. Cumhuriyet demokrasinin en gelişmiş şeklidir. Atatürk’ün de ifade ettiği gibi “demokrasi prensibinin en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli, ‘cumhuriyettir”. Cumhuriyetlerde işbaşına gelecekler belirli bir seçmen yaşının üstündeki vatandaşlarca seçilecek, vatandaşlara temel özgürlükler tanınacak ve hak ve özgürlükler güvence altına alınacaktır. Bu tür cumhuriyetler demokratik cumhuriyetlerdir. Ancak demokrasilerin varlığı için cumhuriyetler gerekli değildir. Örneğin öyle monarşik devletler vardır ki, oralarda da demokrasinin rejim olarak tüm koşulları işler, ancak devlet başkanları seçim yolu ile değil, veraset yolu ile belirlenmektedir. (Örnek: İsveç, Norveç gibi)
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine geçmeden önce cumhuriyet kavramının kullanımına da bakmak gerekmektedir. Cumhuriyet dar ve geniş anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamda cumhuriyette egemenlik bir topluluğa aittir. Seçim olgusu vardır ve devletin üst yöneticilerini saptamak için yapılan seçimin ulusal istenci yansıtması gereği vardır. Dolayısıyla geniş anlamda cumhuriyet bir bakıma demokrasi ile eşdeğerli olmaktadır. Dar anlamda cumhuriyet devlet başkanının doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi esasına dayanır. Dar anlamdaki cumhuriyet bir devlet şekli veya hükümet şekli olarak alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında (1924, 1961 ve 1982 anayasaları) cumhuriyet devlet şekli olarak öngörülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nitelikleri anayasalarımızda yer almıştır. 1982 Anayasası’nda belirtildiği şekilde Cumhuriyetimizin temel nitelikleri şöyle sıralanmaktadır:
1) Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
2) Millî birlik ve beraberlik,
3) İnsan haklarına bağlılık,
4) Millî devlet olmak, Türk milliyetçiliğine bağlı olmak,
5) Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlılık,
6) Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, resmi dilin Türkçe olması ve başkentin Ankara olması,
7) Lâiklik,
8) Demokratik sosyal hukuk devleti,
9) Kuvvetler ayrımı.
Cumhuriyeti, demokratik bir sosyal hukuk devleti biçiminde en genel ölçüde tanımlamak olasıdır. Bu tanımın içine ayrıca ulusallık ve lâiklik öğeleri de girebilir. Çünkü cumhuriyet halkın yönetimi olarak belirli bir ülkenin ulusal sınırları içinde geçerlidir. Dış baskılara karşı savaşarak kurulan cumhuriyetlerde ulusallık daha da ön plândadır. Ulusallığa benzer biçimde, lâiklik de cumhuriyetin tanımlanmasında yer alabilecek önemli bir öğedir. Tam anlamıyla, halk egemenliği için devlet yönetiminde dinsel baskılara yer vermemek, halkın genel istencini din dışında yeterli kılmak gerekmektedir... Çağdaş anlamıyla cumhuriyet, din ve devlet işlerinin birbirinden bütünüyle ayrıldığı, lâik düzenleri simgelemektedir. Gerçek anlamıyla bir halk yönetimi tüm engel ve baskılardan uzak sağlanabileceğine göre, Cumhuriyet için lâik ve demokratik bir sosyal hukuk devleti biçiminde yapılacak tanımlama temel alınabilir. Ne var ki tanımlama durağan değildir. Halk egemenliğini daha fazla gerçekleştirecek ilerlemeler ve bunların getireceği yeni öğeler dinamik bir cumhuriyet tanımlaması içinde yer alacak ve daha ileri tanımları da beraberinde getirecektir.
Bütün bu anayasamızda yer alan cumhuriyetin temel nitelikleri yanında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini destekleyici ve bütünleyici manevi değerler de vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir :
a) Cumhuriyet fazilettir, dolayısıyla fazilet yüksek insani değerlerin tümüne sahip olmak demektir.
b) Çağdaş ve uygar olmak, Türk toplumunun çağdaş ve uygar bir toplum haline getirilmesidir.
c) Gelişmeye ve değişmeye açık olmak, Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nda ifade ettiği “millî kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız” sözü bunu ifade etmektedir.
d) İlmin yol göstericiliği, akılcılık; doğmalardan uzaklaşmaktır.
e) Misak-ı Millî, tam bağımsızlık; Millî And, her şeyden Önce millî ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırlarını çizmiştir. Ve böylece Türkler tam bağımsızlık bilincine erişmişlerdir.
Buraya kadar yapılan açıklamalar Cumhuriyetin devlet idaresinde millî egemenliği, millî iradeyi ve hür seçimi esas kabul ettiğini ve Türk milleti için en iyi yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu gerek hukuksal, gerek siyasal anlamda verdik. Cumhuriyetin Türk milleti için en uygun yönetim şekli olduğunu Atatürk değişik vesilelerle anlatmış ve ifade etmiştir. Şimdi Atatürk’ün Cumhuriyet hakkındaki düşüncelerine bakabiliriz.
II. Atatürk’ün Cumhuriyet Anlayışı
Atatürk’ün ilkelerinden biri olan Cumhuriyetçilik devlet idaresinde millî egemenliği, millî iradeyi ve hür seçimi esas kabul eden ilkenin adıdır. Bu ilkenin yönetim biçimi ve siyasal rejim olarak ifadesi cumhuriyettir. Bu tarz yönetim, millî egemenlik kavramını en iyi temsil edecek, en iyi uygulatacak bir devlet şekli olup demokrasinin de en gelişmiş şeklidir. Dolayısıyla, lâiklik, halkçılık, devrimcilik, devletçilik, ulusçuluk yanında yer alan cumhuriyetçilik en çok önem verilendir. Çünkü diğer oklara bakıldığı zaman bunlar çağdaş bir cumhuriyet kurmanın yolları ve yöntemleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Türk milleti asırlar boyunca kendi hâkimiyetini, kendi iradesini kullanmasına mani olan monarşi, oligarşi gibi rejimlerin acılarını çekmiş ve sonunda kendine en uygun yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu görmüştür. Cumhuriyet yönetiminde egemenlik bütünüyle millete aittir. Dolayısıyla, millet bu egemenliğini, kendi seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullanmaktadır. Atatürk kuracağı cumhuriyetin ülkesini doğal ve tarihsel gerçeklere dayanarak kurmuştur. Dolayısıyla Anadolu halkının yapısını gözden uzak tutmamıştır. Anadolu halkının arasındaki tüm ırksal, sınıfsal ve düşünsel ayrılıklara karşı çıkarak çizilen sınırlar içerisinde kendini Türk olarak kabul eden herkesi vatandaş kabul etmiş ve hepsine eşit değer vermiş ve ayrıcalıklı davranmamıştır. Yaklaşık beş altı yüzyıllık bîr imparatorluğu kaldırıp, yerine yepyeni bir devlet kurmak oldukça zordu. Böyle bir devleti kurarken en büyük ıslâh cumhuriyetçilikti.
Atatürk, Cumhuriyet rejimi için yeni bir hukuk düzeni olması gerektiğini düşünmüştür. Çöken bir imparatorluğun yasaları ile Cumhuriyeti yürütebilmek de mümkün değildir. Bu nedenle, yeni rejim kendi anayasasını ve yasalarını getirmeli ve böylece kendi hukuk düzenini kurmalıdır.
Atatürk, Cumhuriyeti her zaman demokrasi kavramı ile beraber ele almıştır. O’na göre cumhuriyet, demokrasi ile yönetilen devlet biçimidir. Dolayısıyla Atatürk Cumhuriyetin tanımım bile demokrasi ile yapacak (ileride Atatürk’ün sözlerinden örneklerde görüleceği gibi) derecede iki kavramı yan yana ele alırken, biçimsel olarak kurulan Cumhuriyet düzeninin yanısıra demokratik bir rejime de zamanla aşama aşama geçilmesini istemiştir.
Atatürk’ün Cumhuriyetçilik ilkesinin dolayısıyla Cumhuriyet biçimindeki yönetimin dayandığı başlıca ilkeler vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
a)Halk Egemenliği: Atatürk’ün Cumhuriyetçilik ilkesi, halk egemenliğini en iyi ve en sağlam biçimlerde temsil eden ve uygulayan bir rejimi ifade eder. Atatürk, halk egemenliği, halk yönetimi ve halkçılık gibi deyimleri öncelikle Cumhuriyet kavramı yerine kullanıyordu.
b)Tam Bağımsızlık: Atatürk’e göre asıl olan Türk ulusunun onurlu bir biçimde yaşamasıdır. Bu da ancak tam bağımsızlıkla mümkün olabilmektedir. Yabancı bir devletin koruma ve desteğini kabul etmek, bağımsızlıktan yoksun olmak demek, diğer devletler karşısında uşak durumuna düşmek demektir. Türk’ün onuru, kişiliği ve yetenekleri çok yüksektir, büyüktür. Böyle bir ulus esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan dolayı Atatürk’ün cumhuriyetçiliğinde “ya bağımsızlık, ya ölüm” temel ilkedir.
c)Ulusal Bütünlük: Ulusal bütünlük halk egemenliği ve tam bağımsızlık anlayışının doğal sonucu olmaktadır. Ulusal bütünlük politikasının temel belgesi ulusal andlaşma yani Misak-ı Millî’dir. Ulusal politika, ulusal sınırlar içinde, herşeyden önce kendi gücüne dayanarak varlığını korumak, ulus ve ülkenin mutluluğuna çalışmaktır. Irk ve din birliği, başka uluslara düşmanlık, kendi ulusunu küçümsemek ülke ve ulus bütünlüğünü bozmak, bölücülük, adaletsizlik, sömürücülük, baskı, yasadışılık, eşitsizlik Atatürk ulusçuluğunun karşı olduğu değerlerdir. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti ulusal sınırlar içinde Türklük duygusuyla yaşayan herkesin ortak devletidir.
d)Çağdaşlaşma: Çağdaşlaşmanın iki önemli boyutu vardır. Biri uygarlıktır, diğeri ise batıdır. Uygarlık her dönemde çağdaşlaşmanın hedefi ve yönü olarak her zaman vardır. Batı ise her dönemde değişebilir. Çağımızda en yüksek uygarlık Batı dünyası tarafından kurulmuştur. Ve temsil edilmektedir. Dolayısıyla Batı uygarlığı en yüksek uygarlık olarak kaldıkça, yeryüzünde hiçbir uygarlık batının düzeyini geride bırakmadıkça, Batı uygarlığı çağdaşlaşmak isteyen ulusların başlıca hedefi olacaktır. Atatürk döneminde de Batı uygarlığı çağın temsilcisiydi ve Atatürk çağdaşlaşmada Batı uygarlığını hedef almıştı.
Atatürk’e göre, her görüş açısından uygar bir ulus olmalıyız. Düşünceler ve yaşam uygar olmalıdır. Atatürk’ün tüm devrimlerinde çağın ışığını görmek ve her devrimde bu ışığın bir parçasının ülkeye yansıtıldığını izlemek olasıdır. Cumhuriyet devleti giderek gelişirken her döneminde Atatürk’ün çizdiği yolda biraz daha çağdaşlaşmıştır.
e)Lâiklik: Lâiklik, Türk devlet yaşamına ancak Cumhuriyetle birlikte girmiştir ve doğal olarak gelişimi de hep bu rejim içinde sürmüştür ve sürmektedir. Ama hukuk açısından ana gelişme 1937 yılında sona ermiş sayılabilir. Lâiklik yani din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, ilk önce hukuk alanında gerçekleşmelidir; başka bir deyişle, vatandaşın bütün yaşamına egemen olan hukuk alanında bu iş yapılmalıdır. Saltanatın, Halifeliğin kaldırılması gibi inkılâplar lâikliğe gidişi kolaylaştırmıştır. Lâikliğin en büyük aşaması ise, Türk Medeni Kanunu’nun 1926 yılında kabulüdür. Medeni Kanun, Borçlar Kanunu ile birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girdi. Dolayısıyla cumhuriyetin kuruluşunda lâiklik önemli bir yere sahiptir. Lâiklik uzun bir gelişimin sonucunda Türk toplumunun ana belirleyici öğelerinden birisi olmuştur.
f)Barışçılık: Barışçılık devletin temel ilkeleri arasında yer almaktadır. Cumhuriyet düzeninin çağdaş insanlık hedefleri doğrultusunda gelişebilmesi için çok büyük katkılar getirmiştir. Tüm ulusları insanlığın birer parçası olarak görmek, ayrım yapmadan saygı göstermek barışçıl tutumun ana özelliğidir. Atatürk hiçbir ülke veya ulusa karşıt olmayan bir barışçı gidişi temel ilke görmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin başlıca ilkelerinde birisi olan yurtta ve dünyada barış insanlıkla uygarlığın ilerlemesinde en esaslı etken olacaktır. Dolayısıyla, ulusları refah ve mutluluğa götüren en iyi yol barıştır.
İç politikada da, dış politikada olduğu gibi barış ana hedef olmuştur. Yurtta barışın sağlanabilmesi için çeşitli çabalar gösterilmiş, insanlar arasında hiçbir ayrıma yer vermeden, eşitlik düzeni en geniş anlamıyla kurulmaya çalışılmıştır. Toplumda sınıflar arası dengeye de önem verilmiş, cumhuriyet devleti olmaya çalışılmıştır.
Atatürk’ün cumhuriyet anlayışının bu sayılan altı ana ilkesi yanı sıra bazı alt ilkeler ve görüşleri de bulunmaktadır. Atatürk’ün devrimci ve halkçı yönleri cumhuriyetçiliğin temel taşlarını tamamlamaktadır. Atatürk’ün Türk ulusuna ve gençliğine olan inancı, cumhuriyetçiliğin tamamlayıcısı ve güvencesidir. Kendi elleriyle kurduğu cumhuriyeti Türk gençliğinin bekçiliğine bırakmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin devam ettirilmesi ve iyiye her geçen gün daha da yükseltilmesi Atatürk’ün düşüncelerinin çok iyi anlaşılması ile mümkündür. Buraya kadar açıklamaya çalıştığımız Atatürk’ün Cumhuriyet anlayışının O’nun sözlerinden seçtiklerimizle (EK) daha da açık hale getirmemiz faydalı olacaktır.
ATATÜRK’ÜN SÖZLERİNDEN SEÇMELER
“Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir”.
1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 251)
“Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir”.
(Muhit Mecmuası, Sayı: 32, 1931, s. 7-8)
“Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını temin eden hükümet şekli, cumhuriyettir”.
1930 (Afetinan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 410-411)
“Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare, cumhuriyet idaresidir”.
1924 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III, s. 74)
“Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki başarıyı Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlı bir şekilde yürümesine borçluyuz”.
1933 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 272)
“Cumhuriyet, Türk milletinin refah ve yükselmesi yolunda asırların görmediği başarılara erişti. Milletin eğilimlerini ve ihtiyaçlarını bularak ve öğrenerek onun refah ve gelişim gereklerini gerçekleştirmekte Cumhuriyetin az zamanda elde ettiği neticeler. Cumhuriyet idaresinin milletimize hazırladığı geleceğin daha ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeğe kâfidir. Asla şüphe yoktur ki Cumhuriyetin gelecek evlâtları, bizden daha çok refaha kavuşmuş ve bahtiyar olacaklardır”.
1933 (Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, s. 272)
“Bugünkü hükümetimiz, devlet örgütümüz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet örgütü ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır”.
1927 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 435)
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır. Ve Türk milleti güven ve mutluluğun kefili olan ilkelerle, uygarlık yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir”.
1926 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III, s. 80)
“Türkiye Cumhuriyeti her manası ile büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlâtlarının elinde daima yükselecek, ebediyen yaşayacaktır”,
(Hasan Rıza Soyak, Doğumundan Cumhuriyetin ilânına Kadar Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk ‘ün Hususiyetleri, s. 67-68)
“Cumhuriyet yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini emin ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur”.
1936 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 372)
“Bütün dünya bilsin kî, benim için bir taraflılık vardır; Cumhuriyet taraftarlığı, fikri ve sosyal inkılâp taraftarlığı. Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda bîr ferdi, hariç düşünmek istemiyorum”,
1924 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, s. 189)
KAYNAK: Uzman Neşe Çetinoğlu
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 56, Cilt: XIX, Temmuz 2003, Türkiye Cumhuriyeti'nin 80. Yılı Özel Sayısı [/INDENT]
|
|
|
|