Aşk; en yalın biçimde anlatılan tek kavram. Adı kendisidir zaten. Onu anlatmak için cümlelerin sonu gelmez sanırım.. Hatta cümleler kurmaya gerek yoktur, "Aşık oldum" dediğiniz an akan sular durur, küçücük çocuk bile sizi rahatlıkla anlayabilir, çünkü aşkın dili tektir.
Kısaca aşk cesaret ister, kocaman bir yürek ister...
uzakmavi...
Sonsuzlukta olmak seninle..
ölmeyi beklemek nefesin nefesimde..
Seninle olmak bugunlerde ve yarinlarda..
senin olmadigin dunler yasanmadi ki hic..
Yasaklim en imkansizim olsan da
seninle olmak senin varligini bilmek bile yetiyor bana... Seni sensiz de sevmeyi ogrendim ben…
uzakmavi
Unutma..!
Ben yoksam zamanda yok...
Nasıl sensizliği ben yaratmadıysam,
o zaman tadacağın bensizlikte benim eserim olmayacak....
uzakmavi...
EyLuL'un bir derdi vardir. O, NiSaN'a sirilsiklam asiktir ve isi gucu baharin nazli kizini dusunmektir. O savruklugu, kararsizligi da bu yuzdendir. EyLuL'le NiSaN arasinda gizli bir ask surup gitmektedir. Butun dertleri birbirlerine kavusmaktir; ama bunun olmayacagi bellidir.
Ne yapar NiSaN ? Tabiatin civil civil canlanisi, insanlarin, yureklerinde bir kipirtiyla yollara dokulusu, cevrenin insani deli edercesine guzellige burunusu hep onunla gelmiyor mu? O da insanlarin icine yasama sevinci doldurur, cevreye bakma, yeniden dirilisi gorme yetenegi verir gozlere. Sonra bitkilere can suyu yurur, agaclar durur. Cicekler rengini ondan alir. Insana, agaca, cicege ve daglardan kopup irmaklara akan kar sularina gizliden gizliye askini isler nisan. Haydi, der. alin benim sevdami EyLuL'e goturun. Ve sabirsiz bir bekleyise koyulur sonra…
Dunya kuruldu kurulali boyledir bu. Yaz gelince yapraklar kavrulmasin, insanlarin yureklerindeki sevinc eksilmesin diye dua eder NiSaN. Cunku sevdasini tasiyan yalniz onlardir. Sonra EyLuL gelir. Insan, agac, cicek ve su emaneti teslim ederler sahibine. Iste EyLuL'un butun saskinligi bundandir. Insana bir naiflik ufleyisi, neseli yagmurlarla gelisi, caddeleri, bag ve bahceleri belki okullari civil civil doldurusu bundandir. Ama olan agaclara olur. Onlar NiSaN'ini sevdasini getirip teslim etmenin yorgunluguyla yapraklarini birakiverir ruzgarlara.
Peki, EyLuL ne yapar bundan sonra? Butun bu olanlar; gunesin bir acip kaybolusu, bu kesik kesik yagmurlar, hep askin dizlerde derman birakmayisindandir. Onde zorlu bir kis ve tam alti ay vardir. Sevgiliye ulasmanin bir yolu olmalidir. EyLuL de ayni yolu secer. Der ki insanlara: “Bakin, yazin miskinliginden, yakici sicaklarindan kurtardim sizi. Sevecek ne kadar cok sey var etrafinizda… kendinizi sehrin kiyilarina, ormanlara vurun. Bereket ve ask ayiyim ben, der. Kisa girmeden tabiati bir daha yoklayin, tadin butun yemislerinden. Benim ucuk gunesimde son defa isitin icinizi. Gunesi, sevincinizi, umitlerini doldurun yureginize. Kis gecelerini, soguk ve gunessiz gunleri bu sevincle bir cirpida gecin. Bahara ve sevgilime ulasin. Ona ulastirin sevdami.” Ciceklerin tohumuna, meyvelerin cekirdegine, anlasilmaz bir heyecanla akan sulara soyler bunlari. Insanlara soyler. Onlar da bir kis tasirlar iclerinde bu sevdayi. Kis biter bitmez tohumlar, cekirdekler, su ve insan dayanamaz bu askin agirlina, ortaligi ciglik cigliga bir neseye verirler. Iste baharin gelisi boyle olur.
NiSaN'la dunyanin yeniden dirilisi, tutup bizi delicesine hayata baglayisi, bu askin sevinci ve baharin tesekkurudur. Dusunun bir kere, bu ask olmasaydi hayatimizin tadi tuzu kalir miydi? Soguk ve karanlik kis gunlerini, bogucu, kavurucu yazi nasil gecirirdik? Isimiz hep EyLuL'u ve nisani beklemekle kolaylasiyor. Ah, bir bahar gelse, diyoruz; EyLuL'un serinligine ulassak, diyoruz. Aslinda biz, bir askin salincagina binmis, gidiyoruz. Bir sevdanin cemberine yerlesmis, donuyoruz. Her sey o askin urunu. Mevsimlerin, aylarin, gunduzle gecenin birbirine olan aski… Tohumun hayat bulma sevdasi, agacin yesillenme sabirsizligi. Bizi yasatan budur. Ask, her seyi hos gostermeye yetip artar.
alinti..
Gözlerim kanla doldu... Ağlayamıyorum artık... Kurudu pınarlar, akmaz oldu yaş...
Unutmuşum...
Erkekler ağlamaz!
Erkekler de ağlar... Hem de öyle bir ağlar ki...
Sevdiğini anar ağlar, yüreği yanar ağlar...
Ağlar da ağlar...
Erkekler de ağlar...
Gün gelir bir tutam mutluluğa...
Bir sıcak tebessüme...
Anlık bir tenezzüle...
Ağlarlar, ağlarlar... Erkekler de ağlarlar...
İhanet'e de ağlarlar...
Arkadan hançer saplanınca...
Acı büyüyüp, katlanınca...
Hıçkıra hıçkıra ağlarlar...
Ağlarlar... Evet, ağlarlar...
Asıl erkekler ağlarlar...
Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de
Aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece
Her gece yeni bir savaş baslar
acı ses olur, ses deli yağmur
Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.
AHMET TELLİ
Ah gülüm, ah hicrana gelin ettiğim yarim.. Soğuk kış gecesi kanlı gözyaşlarınla yıkadığın duvarlara yaslanıp beni ararsan avuç içlerinde, bulamazsın beni. Çünkü ben; sözün bittiği yerde " yüreğindeyim...
Bazen kendini ne kadar çaresiz ve küçücük hissedersin, dünya yıkılmış da bir tek sen altında nefes almaya çalışıyormuşsun gibi olur ya! Gözlerinin önünden hayatın kısa metrajlı film şeridi gibi geçer ve bazı anlar beynine kazınmışlığını o kısacık anda bile, haince pusu kurduğu yerden fırlayıp, gözbebeklerini büyütür ya!
Ne tuhaf!...
Yaşamayı da, sevmeyi de, özlemi de ne çabuk tüketiyoruz. Sevildiğimizi hissettiğimizde sevdiğimizi üzüyoruz. Hayat sanki deneme yanılma yoluyla uygulama sınavı. Yaşayarak öğreneceğim diye diye hayatı tüketiyoruz aslında.
Çok sevilirsin, içinde kelebekler pır pır eder. Sonra içine sonsuza dek sürecekmiş hissi veren ayrılığın hüznü çöker. Ama hayat bu ya! O da biter…
Bazen gerçekten kendimizi çok güçlü, yıkılmaz, sevgi dolu ama bir o kadar da gerçekçi görürüz ya! İşte aslında o zamanlar özümüze döndüğümüz, sadece kendimiz olduğumuz zamanlardır. O ne der endişesi taşımayan, elin dilinin ettiği o anlamsız cümlelerde kifayet aramayan, çatal dillerindeki art niyetin ardındaki, yalan dudaklarının, yalan gülümsemesine aldırmayan bir insan oluveririz ya!... hani bazen, nadiren…
Sözün bittiği yer denir ya hep… varsın sözler son bulsun dillerde, iş onu anlayabilen gönüllerde…
Gitmek, gövdeyle değil gönülledir...
Gittiğiniz yerde gönülsüz bir gövde bulacaksanız, varışınız da boşunadır.
O zaman, gittiğiniz yere ulaşamazsınız, sadece varmış olursunuz.
Varmış olmak vuslata ermiş olmak değildir.
Vuslat, gönüle varmaktır. Sevgi dolu bir gönüle ulaşmaktır.
Vuslat gönül işi olduğu için, varmak da gövdeyle olmaz, gönülle başarılır.
Bu sebeple, gönül varışlarının vasıtaya ve maddeye ihtiyacı olmaz.
Biri kuzeyde, diğeri güneyde iken de, bir ve beraber olabilirler.
Mesafeler, birliğe, buluşmaya, kavuşmaya asla engel olamaz.
Bir olan gönüllerin arasına kilometreler giremez;
en uzak gurbet bile ayıramaz onları, unutturamaz.
Asıl mesafe, asıl uzaklık, yanı başındakini unutturanıdır.
''Dizimin dibindeki, Yemen'de; Yemen'deki de dizimin dibindedir'' der Mevlânâ...
Göremediğin gönülden ırak olursun.
Giremediğin gönüle eremezsin.
Hiç olmazsa, yanı başınızdakilerin gönüllerinde misiniz?
Yanı başınızdakiler gönlünüzde mi?
Aynı dili konuşanlar değil, aynı gönlü paylaşanlar anlaşırlar.
Aynı evde yaşadığı halde, ayrı olanlar vardır.
Çünkü yakınlık manevî varlığımızla sağlanır. Gövdelerin yakınlığı ile
gerçek yakınlık yakalanamaz.
Kafa ve kalp uyuşması,insanı yakından daha yakın eder,hatta tekleştirir.
Böylesine bir ve beraber olmuşları, hiçbir şey ayıramaz.
Hiç bir mesafe aralarına giremez.
Gönül ne kahve ister, ne kahvehane
Gönül sohbet ister, kahve bahane...
Artık çekiliyorum yollarından
ne geçtiğin yerlerde bir taş
nede bir çiçek olacağım.
Biliyorum belki keyif vermeyecek
dolaştığın yerlerde bensiz yürümek
kokladığın çiçekde beni hayal etmek..